Ne okuyacağınıza henüz karar vermediniz ise sizlere bir kaç önerimiz olarak. Pek çok kitap içinden hangisini seçeceğine karar veremeyen ya da yeni şeyler denemek isteyenler için bu hafta okunabilecek 16 kitap önerisi listesini hazırladık.
1. Venüs Üçgeni —Anais Nin
1940’larda, bir koleksiyoncunun önerisiyle erotik hikâyeler yazmaya başlayan Henry Miller’a katılan Anaïs Nin, başta sipariş üstüne kaleme aldığı metinlerde erotizmin en saklı kuytularına ulaşır. Bedenin ve hayal gücünün kışkırtıcılığına kapılan karakterler aracılığıyla insan doğasının en mahrem köşelerini gözler önüne serer.
Türkçede ilk kez tam metin olarak yayımlanan Venüs Üçgeni, erotik yazının en usta kalemlerinden birinin olağanüstü zengin ve egzotik öykülerini bir araya getiriyor.
“Şiirsellik değil” eğlence isteyen bir müşterinin baskısı altında yazdığım bu erotik metinlerde, üslubumun erkeklerin yazdıklarını okuyarak geliştiğini düşünüyordum. Bu nedenle, uzun bir süre kadınsı özümden taviz verdiğime inandım. Erotik metinleri bir kenara kaldırdım. Bunları yıllar sonra tekrar okurken kendi sesimin tamamen bastırılmamış olduğunu görüyorum. Birçok yerde sezgisel olarak kadın dili kullanmışım, cinsel deneyimlere bir kadının bakış açısıyla bakmışım. Sonunda bu erotik hikâyeleri yayımlamaya karar verdim, çünkü bir kadının, hep erkeklerin alanı olmuş bir dünyadaki ilk adımlarını atma çabasını gösteriyor. —Anais Nin
2. Hitler Kitabı —Kolektif
2 Mayıs 1945’te Berlin’deki sığınağına giren Sovyet askerleri Hitler ve Eva Bruan’un cesetlerinin hemen yanında iki yaverini ele geçirdiler: Kişisel yaveri Heinz Linge ve SS irtibatı Otto Guensche. İkisi de sorgulandılar, hem de en ayrıntılı şekilde. Ve bu tanıklıklardan gizli bir Hitler Dosyası oluşturuldu. Tek bir adam için: Joseph Stalin.
“Hitler’in hayatına benzersiz bir bakış.” —Publishing News
“Geleneksel tek-boyutlu canavar portrelerinden alabildiğine uzak, kompleks bir portre.” —Sunday Times
“Çığır açan tarihsel bir belge. Hitler’in gündelik hayatına dikkat çekici bir bakış. Üçüncü Reich’ın tarihine dair kaynakların en özgünlerinden birisi.” —Daily Telegraph
“Hitler’in kişisel dünyasına akıllara ziyan bir bakış. Yılın yayıncılık olayı.” —Bookseller
“Büyüleyici.” —Simon Sebag
“Büyüleyici ve cezbedici… Hep bir gizem olarak kalmış bir özel hayattan ilginç enstanteneler.” —Guardian
“Hayran olunacak denli sürükleyici.” —Evan Mawdsley, Literary Review
“Bir diktatörün şaşırtıcı derecede içten bir portresi.” —The Times
“Avrupa’yı kontrol etmeye çalışan iki diktatöre büyüleyici bir bakış.” —South China Morning Post
“Beklenmedik ve özgün.” —Richard Overy
3. Kocamın Sevgilisi —Elif Yıldırım
Sorarsanız en acısı hangisidir diye; bence sevilen bir yürek tarafından aldatılmak. Veya seven bir yüreği aldatmak. İşte belki de bu hayatın en acı yanı. Karıncalarla konuşan ve boşluklarının girdabında çabalayıp duran kadınların hikayesi: Kocamın Sevgilisi. —Alev Akakar
4. Karakter Aşınması —Richard Sennett
Yeni ekonomik düzenin büyülü sözcüğü “değişim”in doğası nedir; insanlara nasıl yansıyor? Her zaman kısa vadeye endeksli bir ekonomide kişi nasıl kalıcı değer ve hedeflere sahip olabilir? Her an parçalanan veya sürekli yeniden yapılanan kurumlarda, kişi kendi kimliğini ve yaşam öyküsünü nasıl oluşturabilir? Küreselleşme olgusunu makro düzeyde inceleyen birçok kitap yayımlandığı halde, bu sürecin mikro düzeyi, insan karakteri üzerindeki etkileri pek az incelendi. Richard Sennett, Karakter Aşınması’nda bunu yapıyor. Ona göre sermayenin, günümüz ekonomisinin bütün dünyaya yayılmış dalgalı denizlerinde “hızlı kâr”ın dışında başka bir amacı yok; şirketlerini piyasadaki anlık değişimlere müdahale edecek biçimde esnekleştirip, yeniden yapılandırıyor. Kişilerden sürekli kendisini yenilemesini, seyyar olmasını, risk almasını, rekabet becerisini geliştirerek yırtıcı bir karakter edinmesini, takım çalışmasında uyumlu olmasını bekliyor. Ancak eski kapitalizmin rutin ve monoton yapısına karşı savunulan bu politikaya yakından bakıldığı zaman, sadece eski iktidar yapılarının rengini değiştirdiği görülüyor. Çalışanlar için esnekliğin anlamı ise yaşam boyu iş güvencesinin yok olması; sürekli iş ve şehir değiştirerek yön duygusunu yitirmek; istikrarlı işlerin yerini geçici projelere bırakması ve bir işten diğerine, dünden yarına sürüklenen yaşam parçacıklarından beslenen, rekabetin körüklediği “güvensizlik” ve “kayıtsızlık” duygusu… Ve bir de karakter aşınması… Oysa insan karakteri, duygusal deneyimlerimizin uzun vadeli olması ve başkalarıyla girdiğimiz ilişkilere yüklediğimiz etik değerler üzerinden gelişir. Karakter, içsel bütünlük, ilişkilerde karşılıklı bağlılık ve uzun vadeli bir hedef için çaba harcamak biçiminde kendini gösterir. Yeni kapitalizm ise güvenmeyi, bağlanmayı ve uzun vadeli planlar yapmayı kârlı bulmaz, reddeder. Sennett Karakter Aşınması’nda gelişmiş bilgisayarlarla üretilen ekmeğin kalitesinden çok, ekmeği yiyenlerin hayatına bakıyor ve soruyor: “Bu sistem insanın yaşamına değer ve anlam katıyor mu?” Ve ekliyor: “Değişim, kitlesel ayaklanmalarda değil, ihtiyaçlarını birbirleriyle paylaşan insanların arasında, toprakta yeşerir. İnsanları birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejimin, meşruiyetini uzun süre koruyamayacağından eminim”.
“Sennett ikna edici bir biçimde, işçilerin gittikçe daha fazla yaşadığı güvensizliğin ahlaki bir kimliğin oluşmasını imkânsız kıldığını savunuyor… Karakter Aşınması keskin ampirik gözlemin ve yoğun etik tartışmaların mükemmel bir sentezi”. —Richard Rorty, Stanford Üniversitesi-
“Sennett’in, okurun içine işleyen çarpıcı kitabı esnek ve istikrarsız istihdama geçişi ele alıyor… Yazar, şirketlerin ambalajlarının şıklaşırken hainleşmesi meselesini değerlendirmemizi istiyor”. —Robert M. Solow, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü
5. Çekirgenin Günü —Nathanael West
Çekirgenin Günü, Büyük Buhran sonrası Hollywood ve California’nın kavurucu güneşi altında kâbusa dönüşen Amerikan rüyası hakkında. Başarısız bir ressam, maço bir kovboy, saf bir taşralı, güzel ama yeteneksiz bir yıldızcık, fahişeler, horoz dövüşçüleri… Nathanael West, parlak yıldızların gölgesinde yaşam mücadelesi veren bir grup kaybetmeye mahkûm, umutsuz ve yozlaşmış karakterin portresini grotesk bir üslupla çiziyor.
Raymond Chandler’ın Büyük Uyku’su ve John Fante’nin Toza Sor’uyla aynı yıl yayımlanan Çekirgenin Günü, bu iki romanla birlikte Los Angeles’ı bugün hâlâ en iyi yansıtan başyapıtlardan kabul ediliyor. Unutulmaz kahramanlarından birinin Simpsonlar’daki Homer Simpson’ın isim babası olduğu, birçok yazara ilham veren roman 1975 yılında filme de alındı.
Birçok eleştirmenin İngilizcede yazılmış en iyi romanlar listesinde yer alan Çekirgenin Günü, gerçeklikle alay edip sahteliği yücelten, kendi ürettiği vahşi şiddetin kurbanı olan bir dünyayı tasvir edişindeki ustalığı ve sade ama sert diliyle zamansız bir roman.
6. Abum Rabum —İskender Pala
Karısı Saray, Avram’a çocuk verememişti. Saray’ın Hacer adında Mısırlı bir cariyesi vardı. Saray Avram’a, (…) “Lütfen cariyemle yat, belki bu yolla bir çocuk sahibi olabilirim” dedi. Avram Saray’ın sözünü dinledi. (…) Rabb’ın meleği (hamile kalan Hacer’e) (…) “Bir oğlun olacak, adını İsmail koyacaksın. (…) Herkes ona karşı çıkacak, kardeşleri onunla hep çekişme içinde yaşayacak” dedi (Tevrat, Tekvin, Bâb 16).
İbrahim’in biri köle, biri de özgür kadından iki oğlu vardır. (…)
Bu kadınlar iki antlaşmayı simgelemektedir. Biri Sina Dağı’ndandır, köle olacak çocuklar doğurur; bu Hacer’dir. Oysa göksel Yeruşelim özgürdür, annemiz odur.(…) İşte böyle kardeşler, bizler cariyenin değil, özgür kadının (Sara’nın) çocuklarıyız (İncil, Galatyalılar 4/21-31).
Dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapan Ortadoğu… İnsanlığın beşiği ve Hz. İbrahim’in ayak izlerini taşıyan yurtlar… Ve Müslümanlar üzerinden süregiden savaşlar… Bir bakıma Hz. İbrahim’in mirası peşindeki evlatlarının amansız mücadelesi…
Ortadoğu’da yalnızca fikirler, inanışlar, canlar değil, tarih de bir katliamın pençesinde. Artık hakikati görenler, Irak ve Suriye’de birinin kanı toprağa akarken uzaklarda kanı bitlenen birilerini, burada bir kurşun namludan fırladığında meçhul ülkelerde kabaran cüzdanları, burada annelerin ağıtları gözyaşlarına karışırken bir yerlere gizlice kaçırılan tarihi mirası fark edebiliyorlar. Oynanan oyuna insanlığın geçmişiyle hesaplaşması deniyor ama hakikatte geleceğini belirleme potansiyeline sahip.
Elinizdeki kitabı yalnızca Roma, Kudüs ve İstanbul ekseninde bir casusluk romanı olarak değil, aynı zamanda Mezopotamya’nın sosyal, siyasi ve sanatsal tarihi gibi de okuyacaksınız. İskender Pala’nın her zamanki yetkin kaleminden nefes nefese bir polisiye…
7. Gergedanlaşmak —Erol Manisalı
Bu kitaptaki yazılarım “her şey ile hiçbir şeyin” iç içe geçtiği bir ortamda ortaya çıktı. En önemli şeyler ile en önemsizlerin bir yamalı bohça gibi kaynaştığı bir durum.
İnsanların gergedanlaştığı: doğru ile yanlışın, erdemli ile ahlaksızın, mütedeyyin ile din tüccarının bütünleştiği bir doku. İnsanların bataklığın içinde üreyen organizmalar haline nasıl geldiğinin resmi. Hem de Gündoğan’da, bir zeytin ağacının altında, huzurlu bir ortamda nasıl huzursuz hale geldiğinin yansımaları.
Herkes biraz kendini görecek, ya da arkadaşını, komşusunu, siyasetçisini, mahalledeki imamını, çocuğunu ya da annesini. Aralarında hiç ilişki yokmuş gibi görülen olayların arasındaki güçlü bağları hissedecek. Şaşırmaması gereken hadiselere neden şaşırdığını bir daha düşünmek zorunda kalacak. Yazdığım şeyleri yazarken ben bile şaşırdım…
8. Ahmet —Aylin Işcan Yener
Dünya 1.Cihan Harbinin eşiğindeyken,Osmanlı savaştan savaşa koşmaktan nefes nefese kalmışken,Rodop Dağlarının eteğindeki bir kasabada biri Müslüman diğeri Hıristiyan iki genç birbirlerine sevdalandı. Her şeyi göze aldılar ve kendilerini yarınları meçhul bir kadere teslim ettiler. Onlardan doğan çocuklar ve onların çocukları… hepsi üzerlerine düşen bedeli ödedi.
1913 yılında Selanikte doğup,1988’de İstanbul’da ölen, 2016 yılında bambaşka bir insanın kaderinde dirilen, sırrının efendisi muhteşem bir adamın, Ahmet’in öyküsü…
9. Ormandaki Yabancı —Michael Finkel
Modern yaşamdan kaçmak birçok kişinin hayalidir ancak çok az kişi bu hayali gerçekleştirir. Elinizdeki kitapta hikâyesi anlatılan Christopher Knight, bu hayali tam anlamıyla sıra dışı şekilde gerçekleştirenlerden. 1986 yılında, 20 yaşındayken evinden ayrılıp ormanda yaşamaya başlamış Knight ve bu yaşam tam 27 yıl sürmüş. Bu süre içerisinde başka hiçbir insanla sohbet etmemiş –sadece bir kez selam demiş. Yemek, giyim, okumak için kitap ya da dergi gibi ihtiyaçlarını kulübelerden çalarak karşılamış ve sadece ihtiyacı olanları çalmış -mesela 38 beden pantolon. Knight, ormanda başına gelenleri, sahte bilgelik ve yanıtsız bilmeceler korkusunu bir tarafa bırakarak anlatır: “‘Karmaşık bir durum bu’ dedi. ‘Bir başınalık bir şeyin kıymetini daha da artırır. Bu fikri önemsemezlik edemem. Bir başınalık algımı yükseltti. Ama alengirli olan şey şu: Yükselen algımı kendime yönelttiğimde kimliğimi yitirdim. İzleyici yoktu, performans sergileyecek kimse yoktu. Kendimi tanımlamama gerek kalmamıştı. Konu dışı hale gelmiştim.’”
Finkel’in ifadesiyle; “Knight’ın yakalanması dev bir mürekkep balığının avlanmasının insan karşılığıydı. İnzivası saf değildi; hırsızdı ama toplamda tek bir sözcük söyleyerek ve başka hiçbir kişiye dokunmayarak sebatla yirmi yedi yıl geçirmişti.” Gerçek bir münzevinin, yalnızlık, toplum ve iyi yaşama dair sorular sormanıza neden olacak, okunmaya ve üzerinde düşünmeye değer sıra dışı deneyimi.
10. Yegane —Alsem Charles Roidi
Kumarbaz Süleyman, sanat galerisi sahibi Işık, iki âşık Armağan ve Ömer (Alara), at yetiştiricisi Ahmet, eski hayat kadını Pmar’ın kaderleri yarış atı Yegane’nin doğumuyla birbirlerine bağlanır.
Yazar Alsem Charles Roidi, romanda kaderin nasıltecelli ettiğini arar. Yegane, bir yarış atının etrafında kaybetmemek zorundakilerin hikâyesidir.
11. Dil Sürçmesi —Arzu Özdemir
Dil Sürçmesi, küçük öykülerin büyük şeyler söylediği bir kitap. Sözü uzatmadan, anlamı derinleştirerek yazılmış yetmişten fazla kısa öykülerden oluşuyor.
Okuyunca omuzlarınıza çökecek yorgunluğu çok kısa zamanda hissedeceksiniz.
12. Kimlik —Zygmunt Bauman
Kimliği belirleyen nedir? Bize verili olarak mı gelir, yoksa hayat boyu inşa ettiğimiz bir şey midir? Bauman bu kitabında yine çok yönlü bir düşünür olma özelliğini göstermekle kalmayıp, yaşanmışlıklarını da düşüncesiyle harmanlayarak zihin açıyor. Kimliği, ötekiliği, muhayyel tanımlamaların ve ön yargıların bizi düşürdüğü hali kendine has üslubuyla irdeliyor. İcat edilmiş uyrukların, sınırların ve ulusların yerlilik ile girdiği savaşı, kendi hayatından örneklerle zenginleştirerek açıklığa kavuşturuyor. Kendisine verilecek ödül ile ilgili olarak düzenlenen törende, hangi ulusal marşın gerçekten onu temsil edebileceğine karar vermekte zorlanırken yaşadığı açmaz, bir entelektüelin yersiz-yurtsuzluğunu anlatmakla kalmayıp, bir sürgün entelektüelin içinden geçtiği acıtan gercekliği de hepimizin yüzüne vuruyor. Bu gerçekliğin en çarpıcı yanlarından biri belki de şu cümlede ete kemiğe bürünüyor: “Ben asıl ötekiliğimi bir Yahudi olarak İsrail’de yaşadım. Zira ben, İsrail Yahudileri için bir Polonya Yahudisiydim.” Pek çoğumuz gibi, hayatı boyunca bir çeşit “çoklu ötekilik” halini tecrübe etmiş olan Bauman’ın kimlik üzerine söyledikleri, tıpkı diğer çalışmalarında olduğu gibi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
13. Karanlık Sığmıyor Geceye —Fügen Kıvılcımer
Turgut Uyar’ın 3 Eylül 76 tarihli günlüğünde yazdıklarını anımsıyorsun; “ Kendimi anlatmak, durmadan kendimden söz etmek saflığından (aslında budalalığından demek isterdim ama şimdi de aynı şeyi yapan birçok genç var, onlara saygımdan) 50 yaşımda kurtuldum. Ne kadar geç. (bir de kurtuldum mu acaba?) İnsan nasıl kurtulur kendini anlatmaktan? Nasıl bırakır böyle bir tadı? Bir tiryakiliği? Benim için cevap hazır. Dışarıdan uyarılır.”
“Evet, yazacaktın elbette. Dönüp dolaşıp kendine kapanan, bol tekrarlı cümlelerinle belki de hiçbir şeyi tam anlamıyla anlatamayacaksın. Yine de sıkıla tıkana bilincinin dinmez akışını dile getirebilmek adına umarsızca uğraşacaksın. Ama sen; Birileri okusun diye değil, denize son bir şişe bırakmak için değil, birilerinin: “Anlatılmamış bir hayat, hiç yaşanmamıştır” dedikleri için de değil, artık başka türlü nasıl yaşayacağını bilemediğinden, huzursuz ruhunu sağaltmak, yatıştırmak, beynindeki kapanmayan yaranın irinlerini boşaltmak için yazacaktın! Ha, bir de vazgeçemediğin kırmızı rujunun, renkli, neşeli, delimsirek görünüşünün altındaki seni, yani gözlerini içine düşürmüş, kırık bir hiçotu ya da ip cambazı olarak algıladığın, deşe deşe kevgire çevirdiğin iç dünyanı da anlatmak isteyeceksin. Belki de asıl derdin bu anlamsız takıntı! Ha öyle tanımışlar, ha böyle! Hem o şen şakrak halinle hatırlanmak daha da hoş değil miydi?
14. Klaus Mann-Thomas Mann’ın Oğlu Olmak —Rindert Kromhout
Rindert Kromhout, Almanya’nın önde gelen yazarlarından Thomas Mann’ın oğlu Klaus Mann’ı anlattığı bu kitabında, okurlara tarihi roman tadında, gerçeklere dayalı bir kurgu roman sunuyor.
Klaus Mann’ın gözünden bütün Mann ailesini tanıyor, yaşadıkları dönemdeki (20. yüzyılın ilk yarısı) Almanya hakkında fikir ediniyoruz. Klaus Mann, babası Thomas Mann’ın gölgesinde kalmadan yazar olmak isteyen, bir yandan kendini bir yandan hayatı keşfetmeye çalışan bir gençtir. Kendisinden bir yaş büyük ablası Erika ve yine bir yazar olan amcası Heinrich Mann ile ilişkilerinin Klaus Mann üzerindeki etkisi büyüktür. Seyahat ederek yazmaktan zevk alan Klaus Mann, henüz on dokuz yaşındayken yolu Paris’e düştüğünde, buradaki Shakespeare and Company kitapçısı sayesinde Hemingway ve James Joyce gibi önemli yazarlarla tanışır. Babasıyla olan ilişkisi hakkında onunla açık olarak konuşamadığından babasına bir mektup yazmaya karar verir, mektup olarak kaleme almaya başladığı metin sürükleyici bir romana dönüşür.
15. Hüznün Alıngan Öyküleri —Hüseyin Demir
Acılar da, tıpkı ilk aşklar gibi, hep canlı durur ve asla yaşlanmazlardı.
Sararmış takvim sayfalarına sıkışmış, yürüdükçe daha bir kendini yorduğu ‘bu yol hikayesini’, en baştan, taa baştan anlatmaya başladı…
Artık her şey bir romanda altı çizilen bir satır, bir filmde dondurulan kare, bir öykünün başlangıç cümlesi, “Görülmüştür” damgalı bir mektup, bir sabah vapurunda içilen çayın demli buğusu, dönülemez akşamın ufku, doğacak günün şafağıydı…
Gazetelerde dip köşeye sıkışmış bir haber, sabah serinliğinde bir yolculuk düşü, bir aşkın gönülde sızlayan kırık, acımtırak ezgisi…
Erzurum çarşı pazardı, içinde bir kız gezerdi, elinde bir divit kalem, katlime ferman yazardı.
Bilmezlerdi oysaki, sarı gelin, suna yârim idi…
16. Naos Hikayeleri —Yavuz Çekirge
Tarih boyunca, insanların mutlu olmaya çalışmak yerine birbirlerini öldürmelerini isteyen güçler hep var olmuştur. Bu binlerce yıldır hiç değişmeyen bir gerçek. İnsanlar güç uğruna zayıf olanları ya köleleştiriyor ya da öldürüyor. Haset, kin ve rekabet duygularını bir yana koyarak kavgasız, gürültüsüz, barış içinde ve mutlu bir yaşam sürmek ancak halkın, geniş kitlelerin yararına olacağı için büyük yöneticiler(!) olan krallar, padişahlar, imparatorlar, diktatörler ve irili ufaklı tüm topluluk önderleri kendi çıkarlarını korumak için kine, nefrete ve savaşa sarılmış, sevgi sözcüğünün yeşermesine hiç fırsat vermemiştir. Fakat ne acıdır ki, savaş sayesinde hayat bulan bu krallar ve onlara hizmet eden rahipler yine savaşlar yoluyla yok olmuş, deyim yerindeyse ektiklerini biçmişlerdir.
Naos Hikâyeleri’nin birbirini tamamlayan ilk iki öyküsü de yaklaşmakta olan bir savaşla başlayıp savaşın tüm yıkıcılığına ve dehşetine odaklanıyor. Gündelik hayattaki küçük savaşlardan (aile içi kavgalardan) dünya savaşına kadar her şey bu kadar şiddete ve yıkıma meyilliyken ve üstelik bütün bu süreçleri tekrar tekrar yaşamışken insanlık, nasıl olur da her seferinde yine aynı davranışı sergiler?
Bunu açıklamak elbette bir yazarın görevi değildir. Bu yüzden cevap yerine sorular bulacaktır okur, Naos Hikâyeleri’nde. Soruların yanı sıra çelişkiler, çatışma ve yabancılaşma…
Çeşitli nedenlerle doğdukları toprakları terk etmek zorunda kalan insanların gittikleri ülkelerde yaşadıkları savrulma, çatışma ve yabancılaşma, “Stockholm Blues” ve “Moruk” hikâyelerinin ana gövdesini oluştururken, Doğu ile Batı arasındaki kültür farkı ve medeniyet algısı da tartışılan konular arasında. Tarihe, antikiteye, arkeolojiye ve mitolojiye gönül vermiş bir yazar Yavuz Çekirge. Naos Hikâyeleri’nde de bir yanıyla tarihe bir yanıyla mitolojiye bir yanıyla da geçmişe yaslanarak günümüz gerçeklerini ele alıyor. Bu hikâyelerin hepsi çok uzak bir geçmişte yaşanmış olsa bile, bugünden farklı değiller, yarın da tekrarlanabilirler hatta. İnsanlığın kaderi değişmiyor maalesef. Çünkü “Titanlar böyle istiyor.”