Röportaj: Hakan Özbek
Twitter: @gormoti
Benim yeni tanıştığım ancak bir an evvel başkalarının da tanışmasını istediğim yazarlardan biri Murad Ertaylan. “Kedileri Daha Çok Seven Adam” kitabını bir solukta okuyup keyfini sürerken bir arkadaşım “Neden bu kadar keyiflisin?” diye sorduğunda “Uzun zamandır görüşemediğim bir dostumdan mektup almış gibiyim.” demiştim. Sanki Ertaylan uzak diyarlarda yaşayan bir dostumun mektubunu bana iletmişti ve ben de yıllardır görüşemediğim dostumun yaşadıklarını merak eder gibi okudum Büyük A’nın yaşadıklarını. Artık benim hayal dünyamın bir parçası Kuzu Ailesi. Arada mutlaka “Şimdi neler yapıyorlardır?” sorusuna kendimce yanıtlar arayacağım.
“Kedileri Daha Çok Seven Adam” özellikle hayatını farklı ülkelerde sürdürmek isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap çünkü her şeyin toz pembe olmadığını gösteriyor ancak bunu canınızı acıtmadan yapıyor. Ertaylan’a öncelikle bu güzel kitabı bizlerle buluşturduğu için teşekkür ediyorum, ardından sizleri sorularım ve Murad Ertaylan ile baş başa bırakıyorum.
Röportaj teklifimize olumlu yanıt verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Keşke yüz yüze röportaj yapma fırsatımız olsaydı diyorum ancak Avustralya’da, Adelaide’de ikamet ettiğinizden ötürü bu mümkün olmadı. Hakkınızda biraz araştırma yapma fırsatı buldum ancak daha yakından tanımak isteyenler için sizi sizden dinleyebilir miyiz? Murad Ertaylan kimdir?
Edebiyatçılarla yapılmış röportajları okumayı severim. Bu kez de taraf olma fırsatı çıkınca kaçırmak istemedim. 1973 İstanbul doğumluyum. Yazmaya ciddi olarak 2004 yılında eşim hamile kalınca başladım, çünkü en iyi arkadaşım boş zaman buldukça uyumayı tercih ediyordu. Hiç günlük tutmadım çocukken, dolayısıyla tecrübeli olmadığım yeni bir kulvardı, yazmak. Farklı türleri denedikten sonra öyküde karar kıldım. 2009 yılında Avustralya’ya taşındık ve ilk başta hızım biraz kesildiyse de yeni ortama uyum sağladıkça tempomu geri kazandım. Basılmış kitaplarımın sayısı 6’yı buldu, ve her projede, yazarlığa biraz daha yaklaştığımı düşünüyorum. Halen üstünde durduğum zirvenin adı, “Kedileri Daha Çok Seven Adam”. Ama tırmanışa devam ediyorum ve dilerim bayrağı daha da yükseğe taşımayı başarırım.
“Kedileri Daha Çok Seven Adam” benim son dönemde severek okuduğum kitaplardan biri oldu. Artık mektuplaşmak oldukça geride kalsa da bende bir dost mektubu okuyor hissini uyandırdı. Size bu yönde geri dönüşler oldu mu?
Duyguların yoğun olarak aktarılabildiği bir iletişim biçimi mektup, ve eskiye nazaran kullanımı epeyce azaldı. Ne mutlu ki henüz teknolojiye tamamen yenik düşmedi. Çünkü uzaktaki bir dosttan gelen zarfı açmanın heyecanını ve keyfini, ekrana sığdırılmış emojiler vermiyor. Türkiye’den bir arkadaşım, kitabı okuduktan sonra, “Sanki karşılıklı oturmuşuz, anlattıklarını dinliyormuşum gibi hissettim” demişti. Beni mutlu eden bir yorumdu o, bir iltifat niteliğindeydi. Benzerini sizden de duyduğuma çok sevindim.
Yazmaya nasıl başladığınızı sormayı düşünüyordum ancak kitabın önsöz kısmında “Yazmaya henüz doğmamış kızım ileride beni daha iyi tanısın diye başladım. Sonrasında edebiyatın ve üretmenin üstümdeki harikulade terapötik etkisini gördüm ve devam ettim.” sözleriniz ile yanıtı almış oldum. Edebiyatın sizdeki tedavi edici etkisini biraz açabilir misiniz?
Kurgu bile olsa, edebiyata mesai harcamanız neticesinde ortaya, kendinizden bir şeyler kattığınız bir ürün çıkıyor. Bu sanat dalı, kişinin hem içini dökmesine hem de olaylara dışarıdan bakarak kendi bakış açısını sorgulamasına imkan veriyor. Psikoloji biliminin de esas amacı insanı tahlil etmek zaten. Hoş, konunun uzmanı değilim ve genelleme yapmak yanlış olabilir, ama en azından kendi cümlelerimi karakterlerin sesinden dinlemek bana iyi geliyor. Dolayısıyla yazarlık bir meslek değil; uyumak, beslenmek, konuşmak gibi bir ihtiyaç benim için yazarak anlatmak.
Bugün Türkiye’de yurt dışında yaşamayı düşünen insan sayısı bir hayli fazla. Siz ise Ertaylan Ailesi olarak Aralık 2009’dan bu yana Avustralya’da yaşıyorsunuz. Sizi gitmeye iten şey ne oldu? Süreç nasıl gelişti?
Göç, kolay bir yolculuk değil. Kararımızın da çeşitli sebepleri var tabii, ama esas tetikleyici belirsizlik oldu bizim için. Kızımız, doğunca İstanbul’dan İzmir’e taşındık. Çocukluğumuzda sahip olduğumuz güvenli ortamı sunmaktı amaç. Sabah oynamaya çıkar akşam olmadan dönmezdik, ama ailelerimiz bilirdi ki mahallede güvendeydik. Ekonomi kötüleştikçe iç göç arttı, yabancılar çoğaldıkça o güzel birlik beraberlik ortamı da ister istemez bozuldu tabii. Bu durumdan en çok etkilenen yerlerin başında İstanbul gelir. İzmir sanki eski İstanbul’un 20 sene önceki haliydi. Fakat, o da zamanla politik ve ekonomik çözülmeden payını aldı. Artan belirsizliğe pararlel olarak gelecekten endişelerimiz de büyüdü. Kızımız için yapabileceğimiz en iyi şeyin, onu dünyanın hırgüründen mümkün olduğunca uzağa götürmek olduğuna inandık.
Hazır bu konudan söz açılmışken, farklı bir ülkede yaşamaya başladığınızda sudan çıkmış balık gibi oluyorsunuz bir yerde ve sadece bu yüzden bile karar vermek büyük cesaret istiyor. Kitabınızda Kuzu Ailesi üzerinden zorluklara değinseniz de, siz neler yaşadınız?
Eşimle, dengeli bir çiftizdir, birbirimizi tamamlarız. Tedbirli davrandık, aklımıza güvendik ve neyse ki şans da bizden yanaydı. Tarihte savaşmış iki devlet olmamıza rağmen ırkçılık yaşamadık mesela. Avustralya’nın avantajlarından biri, tamamen göçmenlerce kurulmuş olması. Aklınıza gelebilecek her memleketten vatandaşı var buranın. Ama her değişim başta zorludur. Kendi bünyeniz kadar, entegre olmaya yeltendiğiniz bünye de size direnir. İzmir deneyimimiz olmasaydı mutlaka daha fazla zorlanırdık, o ara durak iyi planlanmış bir tatbikat gibi, bizi göçün duygusal zorluklarına hazırlamıştı. Denememiz hüsranla bitip, geri dönmek zorunda da kalabilirdik elbette, ama daima pozitife odaklandık. Yeni bir düzen kurmanın ilk şartı maddi kaynaklar, ve gerçekten de hazıra dağ dayanmıyormuş. İş bulduktan sonrası ise nispeten kolaydı.
Kuzu Ailesi ile sizin hikayeniz benzeşiyor. Mesela Ada gerçek bir karakter, Kiki de aynı şekilde… Peki “Kedileri Daha Çok Seven Adam” kitabınızın ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek?
Hayır, benzerlikler tamamen tesadüfi… Şaka tabii, evet Kuzu Ailesi’nin bizi anımsatan yönleri var. Avustralya’ya gelmemize sebep olan sevgili kızımızın adı Ada, ve iki kedimizden biri de Kiki. Kitabın çıkış noktası da bizim başımızdan geçenlere dayanıyor. Ancak, karakterlerin Türkiye’den ayrılmaları ile gerçekler yerini kurguya bırakmaya başlıyor.
Karakterlerin hepsi çok gerçek ve abartısız. Alp olsun, Aliye olsun, Doğa olsun… Mesela Alp bir yandan rahat, şu erkeklere has bir rahatlık vardır ya. Diğer yandan ise ailesi için çabalıyor, o tedirginliği yaşıyor. Aliye ise toparlayıcı görevini tam anlamıyla yerine getiriyor. Doğa ise sevimli ve çocuk kararsızlığına sahip. Okuyucularınız da bu karakterleri çok sevmiştir diye düşünüyorum.
Eşime, Aliye diyerek takılan tanıdıklarımız var, evet. Ben, belki de iri yarı bir tip olmadığımdan, Alp diyen çıkmadı şimdiye kadar. Yazar, olarak karakterlerle bütünleşmeniz, onların gözüyle bakmanız lazım. Bu da fazla zor olmadı, nitekim ortak dertlerimiz vardı. Anlatmak istediklerimi onlara söylettim. Ama bir noktada onların farklı bireyler olduğunu hatırlayıp serbest bıraktım. Aşağı yukarı, Yeni Zelenda’ya ayak basmalarına denk geliyor bu ayrışma. Ondan sonra Kuzu Ailesi’ne kendi kararlarını verme imkanı tanıdım ve olayların kalanı tamamen kurgu olarak aktı. Okurlar da karakterleri kendilerine yakın hissettilerse ne mutlu bana.
Ben karakterlerinizin iyi gözlemler sonucunda ortaya çıktıklarını düşünüyorum. Ürettikleri çözümler, tepkileri bu toprakların insanlarının verdiği tepkiler. Diğer yandan 2009’dan bu yana farklı bir kültürde yaşıyorsunuz. Bu nasıl oluyor? İyi bir hafıza mı yoksa dışardan bir gözle bakarak değerlendirmek daha mı kolay oluyor?
2009’dan beri vatanımdan uzaktayım doğrudur, ama gözlem gücü, edebiyatın yapı taşı. İnsan yakından daima iyi göremiyor; perspektifi kaybetmemek, büyük resme bakabilmek ve objektif kalabilmek için belli bir mesafede durmanız gerekli. Bir zamanlar övündüğüm hafızam eskisi kadar iyi değil artık, sık sık eşime danışırım günlük hayatta. Bu açığımı kapatmak için durmadan not alırım, dikkatimi çeken her şeyi yazarım. Hikâyeyi kurarken de inandırıcılık dozunu arttırmak amacıyla mutlaka bireysel olarak tecrübe ettiğim o detaylardan faydalanırım.
Bir itirafta bulunayım; kitabınızı okumadan önce isminden ve kapak görselinden dolayı hayatında kedileri ön plana koymuş, depresif bir karakter bekliyordum ama okuduktan sonra neden böyle düşündüğümü sorguladım. 🙂
Sarı rengin melankoliyi çağrıştırdığı söylenir, muhtemelen onun da etkisi vardır. Kediseverler evde oturan, kitap okuyan, az sosyalleşen kişilermiş gibi algılanabiliyor. Hatta daha ileri gidip, kediseverlerin çoğunluğunu kadınların oluşturduğunu da iddia edebiliriz. Bu tür şablonları yıkmaya soyundu Alp Kuzu, nam-ı diğer Büyük A. Sanıyorum başarılı da oldu.
Kitabınıza ilişkin üzüldüğüm şey ise çabuk bitmesi oldu. “Doğa bu kadar çabuk büyümeseydi” dedim mesela. Çok tadındaydı diğer taraftan. Planlamanız bu şekilde miydi yoksa öykücü tarafınız mı ağır bastı?
Sık aldığım bir eleştiri, özellikle de öykü finallerim için, ama aynı zamanda hoşuma da gidiyor; demek ki, sevmişler diyorum. Çoğu yazarın aksine kafamda bir harita ile çıkmam yola. Başlarım yazmaya ve karşıma çıkanlar beni de şaşırtsın isterim. Oysa gerçek hayatta çok daha planlı hareket ederim. Edebiyat üretmekten tarifsiz keyif almam, bu serbestiden kaynaklı macera duygusundan belki de. Bir taraftan özgürce yaratyorum bir taraftan da sınırlarımı keşfediyorum klavye başında.
“Kedileri Daha Çok Seven Adam”a olan ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Kedileri Daha Çok Seven Adam” gayet iyi gidiyor hem geri bildirimler hem satışlar anlamında. Değerlendirmek için henüz erken belki, daha 3 ay bile olmadı çıkalı, ama tepkiler olumlu, yayıncım da mutlu. Umuyorum, bir önceki kitabım “Kim O”yu geçeceğiz.
Öykülerinizden memnunuz ancak meraktan soruyorum. Gelecekte roman ya da deneme gibi edebiyatın farklı türlerinde çalışmalar yapmayı düşünüyor musunuz?
Deneme, şiir, ve hatta fabl da yazıyorum arada, ama öykü, kişiliğime daha çok uyuyor sanki. “Kedileri Daha Çok Seven Adam” bir nevi yenilik sayılabilir, çünkü novella… Yani, öyküden uzun romandan kısa. Belki bir sonraki durak romandır kim bilir. Esin kapılarım ardına dek açık, doyurucu bir fikir çalarsa, memnuniyetle buyur ederim içeri.
Edebiyatımız hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizi etkileyen yazarlar kimler ve okurlarınıza “Mutlaka okumalısınız” dediğiniz kitaplar var mı?
Türkçe, ses uyumu, anlatım esnekliği, ve kelime zenginliği açısından, edebiyata yatkın bir lisan. Dili iyi kullanan yazarların elinde çok güçlü bir araç. Sıralama yapmak, hele hele tavsiye vermek zor… Mekâna, mevsime göre bile değişebiliyor zevklerim, ama ilk aklıma gelen iki isim, Murat Gülsoy ve Mehmet Zaman Saçlıoğlu. Mütevazı kütüphanemizde isimleri birden fazla kitapla temsil edilen iki yazar. Bu aralar elimde Murat Saat’in hapisteyken yazdığı ödüllü bir kitap var ki, tamamen tesadüfen aldım. Ama, iyi ki de karsıma çıkmış, dediğim kitaplardan biri oldu.
Son olarak okurlarınıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?
İyi düşünülmüş sorulardan oluşan keyifli bir röportajdı, teşekkür ederim. 2018’de yine P Kitap ile 2 öykü kitabı projem daha var, muhtemelen ilkinin basımı Türkiye’nin yazına denk gelir, diğeri ise sene sonuna kalır. Kısmetse onları da konuşuruz bu mecrada ayrı ayrı. O zamana kadar barış ve huzur diliyorum herkese. Adelaide’den selam ve sevgiler!..