Yapı Kredi Yayınları, Dag Solstad’ın ‘Mahcubiyet ve Haysiyet’, Edip Cansever’in ‘Çağrılmayan Yakup’, Turgut Uyar’ın ‘Elele Okuyalım-Yazılar ve Söyleşiler 1978-1984’, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ‘Karşıdüşünce-Vatan Gazetesi Yazıları 1961-1962’, Tarık Dursun K.’nın ‘Bağışla Onları’, Uğur Nazlıcan’ın ‘Bir Dükkanı Beklemek’ ve Anil Ananthaswamy’nin ‘Ya Ben Yoksam? – Benliğin Labirentinde Bir Gezinti’ kitaplarını okurlarla buluşturuyor.
Mahcubiyet ve Haysiyet (Dag Solstad)
Kuzey Avrupa’nın yaşayan en büyük yazarları arasında gösterilen Dag Solstad ilk kez Türkçede.
Ellili yaşlarındaki edebiyat öğretmeni Elias Rukla için sıradan bir gündür: Yıllardır yaptığı gibi, sevdiği bir eseri (Henrik Ibsen’in Yaban Ördeği’ni) bir sınıf dolusu ilgisiz lise öğrencisine heyecanla yorumlamaya başlar. Ne var ki görünüşte küçük bir olay hiç beklenmedik bir krizi tetikleyecek, Elias’ın hayatında derin izler bırakmış bir dostluğun hatırasına dönmesine, evliliğini, kendisini ve içinde yaşadığı toplumu sorgulamasına yol açacaktır.
Mahcubiyet ve Haysiyet, yükte hafif pahada ağır, dili ve atmosferiyle akılda yer eden, okuyanların tekrar tekrar dönmek isteyeceği o özel romanlardan.
“Bütünüyle hipnotize edici, bütünüyle insancıl bir yazar.” —James Wood, New Yorker
“Solstad’ın dili, eski görünen yeni bir zarafetle parıldar ve taklit edilemeyen, enerji dolu, kendine özgü bir ışıltı yayar.” —Karl Ove Knausgaard
Çağrılmayan Yakup (Edip Cansever)
İlk kez 1966 yılında De Yayınevi’nden çıkan Çağrılmayan Yakup, Edip Cansever’in “Çağrılmayan Yakup”, “Cadı Ağacı”, “Pesüs” ve “Dökümcü Niko ve Arkadaşları” adlı dört uzun parçadan oluşan kitabı. Ve tam 52 yıl sonra şimdi Yapı Kredi Yayınları’nda.
“Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Telaşlı, açgözlü kurbağalara
Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf
Ve Yusuf değil
Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
Ve durmuyorum. Ben işte Yakup
Yok artık karıştırmıyorum.”
Elele Okuyalım-Yazılar ve Söyleşiler 1978-1984 (Turgut Uyar)
Turgut Uyar’ın 1978-1984 yılları arasında Elele der¬gisinde yayımlanan kitap tanıtım yazıları ve söyleşileri ilk kez bir araya getiriliyor. Yayın çeşitliliği arasında kalmış okura seçeceği kitaplar konusunda yardımcı olmayı amaçlayan Uyar, dönemin önemli şair ve yazar¬ları hakkında öne sürdüğü yorumlarla dikkat çekiyor. Aylık bir “okuma güncesi” olarak nitelendirilebile¬cek yazılarında, Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, Cemal Süreya, Edip Cansever, Sevim Burak, Selçuk Baran, Ahmet Oktay, Orhan Pamuk gibi yazarların “yeni çıkan” kitaplarını ele almanın yanı sıra yayıncılık sorunlarını, edebiyat ödüllerini, edebiyat dergilerini de değerlendiriyor.
Turgut Uyar’ın “tadla okun[masını]” istediği kitaplar için kaleme aldığı yazılar, pek bilinmeyen başka bir yönünü daha görmeye imkân sağlıyor. Uyar’ın şair kimliğinin yanında, kendisi kabul etmese de, “eleştir¬men” gibi yazdığını Bir Şiirden sayesinde görmüştük. Elele Okuyalım’da bir araya getirilen yazılar ise, Uyar’ın yayın dünyasını neredeyse günü gününe takip eden “sıkı okur” olduğunu gösteriyor.
Karşıdüşünce-Vatan Gazetesi Yazıları 1961-1962 (Fazıl Hüsnü Dağlarca)
Uygarlık ekmekle, suyla, havayla beslenmez. Karşıdüşüncedir uygarlığı doğuran, yaşatan, geliştiren.
Her çağda bizi uyanık tutan karşıdüşüncelerdir. “Elmanın yere düşmesinden”, “Aya değen ilk güdümlü mermiye”dek.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın 1961-1962 yıllarında yayımlanan,“aforizma tılsımlı” Vatan Gazetesi yazıları Türkçeyi “ses bayrağım” diye niteleyen şairin dönemin ruhundan da beslenen düşünme pratiğini gösterirken, gerek felsefi içerikleriyle asıl yapıtı Şiirine açılan yalınlığı ve yoğunluğu birleştirerek belirli bir dil estetiğini, gerek kendi sözlüğünü ve gramerini oluşturması açısından belirli bir dil etiğini öne çıkarıyor.
Toplumun düşünmediği, ağacın durduğundan. Senin yürüdüğünden toplumun düşündüğü.
Bağışla Onları (Tarık Dursun K.)
“Daha çocukken bir şeyler umdu o; hep bir şeyler bekledi, bir şeyler kurdu.”
Kavgalar, kaygılar, umutlar, yolculuklar, zaferler, aşklar ve yanızlık… Bir tiyatro adamının kişiliğinde, Meşrutiyet yıllarından bugünlere, Türk tiyatrosunun ve sinemasının gerçek insanları, gerçek hikâyeleri: Her geçen gün daha da artan, her yenilginin ardından daha da bilenen bir tutkunun peşinde, zamana, mekâna, sevdaya ve hatta coğrafyaya meydan okuyan bir sahne insanının yaşamı, hatırasını dillendiren dostlarının, meslektaşlarının ve ailesinin serüvenine de ışık tutuyor. Farklı türlerdeki eserleriyle 1950 kuşağının önemli kalemlerinden biri olan Tarık Dursun K., ışıkların henüz yanmadığı ya da biraz önce söndüğü o zaman diliminine götürüyor okurunu; oyunun başladığı yere, sahnenin gerisine.
Sıradanlığı kabul etmeyecekti, hırslıydı, tutkuluydu, düşseverdi. Kendince değil, kendine değil, herkese; eğriye doğruya, güzele çirkine, gence ihtiyara, kadına erkeğe, okumuşa okumamışa; yeni, bilinmedik, tanınmadık; içine girdiklerinde önce yadırgayacakları ama sonra sonra hoşlanıp mutlaka mutlu olacakları, yeniden biçimlenip yeniden kişiliklenecekleri bir dünya kuracaktı.
Bir Dükkanı Beklemek (Uğur Nazlıcan)
“… elimde filmler, cebimde kırıntılarla
dolaşmasam, ben kendimin masal kuşu
olmaktan, kendi yolumu kendime
kaybettirmekten kurtulur muyum?”
Uğur Nazlıcan ilk kitabı Bir Dükkânı Beklemek’te zorlamasız, etkileyici, farklı bir anlatı sunmayı başarıyor.Hansel ve Gretel’den Van Gogh’a, Siyah Kalem’den Binbir Gece’ye çağrışımlarla örülü on dört öyküden oluşan kitap, daha ilk cümleden yakalıyor okuru.
Düşünülenle olanın, gerçekle rüyanın, asılla suretin, geçmişle geleceğin birbirine erdiği, birbirinde eridiği anları yakalıyor Nazlıcan, ışıkla gölgenin kesiştiği yerde tek bir varlığın parçalanmış suretleri olan şeylerin öykülerini anlatıyor.
Aklımda çay demlemek vardı ama demleyeceğim çayı karşımda oturan çıraklığımın beğenmeme ihtimalinden korkuyordum. Çıraklığım karşısında kalfalığımın çayına güvenmiyordum. Belki şimdi burada ustalığım olsa, onun demleyeceği çayı her ikimiz de beğenirdik. Ama ustalığımın burada olmasından da korkuyordum; daha doğrusu,ustalığımın demleyeceği çayı çıraklığımın beğenmesinden ve devamında ustalığımla çıraklığım arasında doğacak şefkatten pay alamamaktan, ayrı düşmekten korkuyordum.
Ya Ben Yoksam? – Benliğin Labirentinde Bir Gezinti (Anil Ananthaswamy)
Ya Ben Yoksam? Benliğin Labirentinde Bir Gezinti şizofreni, otizm, Alzheimer, epilepsi, Cotard sendromu gibi çeşitli hastalıklara ilişkin en yeni sinirbilim araştırmalarının ışığında insanın benlik algısını araştı¬ran müthiş bir çalışma.
Anil Ananthaswamy bu rahatsızlıklar konusundaki kapsamlı araştır¬malarını ve hastalarla yaptığı görüşmeleri birleştirerek benlik konu¬sundaki düşünüşümüzü kökten değiştirecek yeni bir bakış açısı sunu¬yor. Bir hasta fazlalık olduğunu düşündüğü bacağını kesip atarken, bir başkası evrenle bütünleştiğini hissediyor. Hastalıkları nedeniyle geç¬mişteki kimliklerinden çok şey yitirmiş olan bu kişiler, benliğin geride kalanlarla da varlığını sürdürdüğünü kâh şaşırtıcı kâh üzücü deneyim¬lerle ortaya koyuyorlar.
Bugün benlik hakkında öğrendiklerimiz sayesinde, zihin ve beden ara¬sında ayrım yapılamayacağını biliyoruz. Peki, o halde benlik tam olarak nerede yer alır; beyinde mi, zihinde mi, bedende mi? Ya Ben Yoksam? Benliğin Labirentinde Bir Gezinti sinirbilimin benlik algımıza ilişkin bulgularını renkli bir anlatımla sunuyor.
Anil Ananthaswamy New Scientist dergisinin danışman kadrosun¬da yer alıyor. California Üniversitesi Santa Cruz’daki bilim yazarlığı programında misafir editörlük yapıyor ve Hindistan, Bangalor’daki Ulusal Biyoloji Bilimleri Merkezi’nde bilim gazeteciliği dersi veriyor. İngiltere Fizik Enstitüsü’nün Fizik Gazeteciliği Ödülü’nü ve Britanya Bi¬lim Yazarları Birliği’nin En İyi Araştırmacı Gazeteci ödülünü kazanan Ananthaswamy’nin ilk kitabı The Edge of Physics 2010’da Physics World tarafından yılın kitabı seçildi. Ananthaswamy Hindistan, Bangalor’da ve California, Berkeley’de yaşıyor.