Hem filmleri hem de dizileri ile neredeyse hepimizde çok özel bir yer edinen Selçuk Aydemir, son kitabı Evrak Kürek: Sektörden Arkadaşlara Giriş 101 ile karşımıza çıktı. Aslında başlangıçta sadece film ve dizileri desek de Aydemir bizleri kitapları ile de güldürmeyi başardı.
Bu kez sektöre giriş sürecini, karşılaştığı insanları, yaşadıklarını mizahi bir dille anlatan Selçuk Aydemir ile Evrak Kürek kitabı üzerine konuştuk.
“Selçuk Aydemir kimdir?” gibi bir soru sormadan doğrudan mevzuya giriyorum. Kitabınız hayırlı olsun. Evrak Kürek fikri nasıl ortaya çıktı? Bire bir önsözde anlattıklarınız mı yaşandı? Neler oldu?
Ne yazık ki doğru. Edebiyat dünyasındaki üçüncü adımımı doların yükselmesine bağlı olarak artan kağıt fiyatından etkilenen yengemin baskısı sonucu atacağımı bilemezdim.
Kitabın içinde pek çok detay var yaşadıklarınıza dair. Evrak Kürek’te iyi bir mizah var ancak bir yandan da aynı olaylar yaşarken bu kadar da komik gelmeyebiliyor sanırım insana? Hatta belki başka biri anlatsa dram da olabilirdi?
Halime gülsünler diye anlatıyorum sanırım. Birçoğu travmalarım. Psikologuma da aynılarını anlatıyorum o da gülüyor. İçi de dışı da beni yakıyor herkes keyfinde çok şükür. 🙂
Sizde bir “yanlış ata oynama” durumu var gerçekten de. Evrak Kürek’te bunun örneklerini görüyoruz. Peki bu neden böyle? Yani Selçuk Aydemir neyi kestiremiyor ya da tespitini yaparken neleri göz ardı ediyor da böyle oluyor?
Yenmek için çaba sarf ettiğim kötü yanlarımla ilgili bir bedel aslında. Hem önyargılı hem de inatçıysanız sık sık yanlış ata oynarsınız. İkisi bir arada çok tehlikeli. Milletin içinde hiç büyümeyen bir çocuk olur, benim içimde 80 yaşında aksi bir ihtiyar var. Laf dinlemiyor, dediğim dedik diyor sürekli. Çok iş açtı başıma.
Türünüzü bulana kadar farklı denemeleriniz olduğundan söz ediyorsunuz kitabınızda. Peki sinemaya gönül vermiş okurlarınıza tür seçiminde birkaç tavsiyede bulunabilir misiniz? Burada kritik olan nedir? Kendi türlerinin ne olduğunu nasıl anlayabilirler?
Burada “kritik” -hafif çakırkeyif söylenince dünyanın en tatlı kelimesi olabiliyormuş, haberlerde gördüm- olan meseleye oldukça öznel yaklaşıp, izlemekten keyif aldığımız değil de izlemeden yapamadığımız türe odaklanmak. Ruh halimiz ne olursa olsun, nasıl bir dönemden geçiyorsak geçelim inatla izlediğimiz tür, haliyle en çok tükettiğimiz ve hakim olduğumuz türdür. O türde eser üretmek bildiğimiz yerden çıkan sorudur. Diğeri bana hep çok tehlikeli gelir.
Maddi anlamda sıkıntılı bir sinemacılık başlangıcınız var. Ancak Haluk Bilginer’den vazgeçmişliğiniz de var. Haluk Bilginer bunu biliyor mu? Hiç bu konuyu kendisiyle konuştunuz mu?
Lütfen bunu daha fazla dillendirmeyelim. Öyle ya da böyle hala bir şansım var. 🙂 Olur da çalışma şansı yakalarsam sette kendim anlatacak kadar şuursuz biri olduğumu biliyorsunuz zaten.
Kısa film dönemlerinizi okurken, arkadaşlarla yapılan denemeler diye düşünebiliriz bunu ancak bir yandan da yanınızda sürekli Burak Aksak var, diğer yandan başrolünüz Sadi Celil Cengiz. Bu üçlünün bu noktaya geleceğini düşünüyor muydunuz?
Evet. Hatta bence potansiyelleri çok daha fazlasını vaat ediyor ama üçü de biraz tembel.
Bünyamin ve Ercan ile olan anılarınız beni bayağı güldürdü. Özellikle Bünyamin’in fazla role girmesi ve devamında olanlar. Merak ettiğim şu anda onlar neler yapıyor, hala iletişiminiz devam ediyor mu?
İkisi de bizim sektörde. Ercan reji yapıyor, birçok projede birlikte çalıştık. Bünyamin post prodüksiyon sorumlusu olarak aranan bir isimken rotayı tekrar yönetmenliğe kırdı ve orada da birbirinden güzel işler yapıyor. İkisinin de ismini yakında çokça duyacağınızı düşünüyorum ama birçok insanın aklında kitaptaki şekilde kalacaklar. 🙂 Düşündüm de galiba ben benle arkadaş olmayı istemezdim. Ayıp etmişim ikisine de ama çok zevkliydi. Pişman mıyım? Değilim. Yine olsun yine yaparım.
Kitabınızı okurken fark ettim, ben Kurbanlık filminizi izlememişim. Bu filminizden biraz bahseder misiniz?
Akrabalar ortak danaya girerler, bayram namazı sonrası kesip kahvaltı niyetine kavurmayla proteine doyacak ve neşeleneceklerdir ama o dananın alacak nefesi tahmin edilenden bir hayli fazla çıkar. Günün sonunda bayramda aynı evden birkaç cenaze çıkar, dana ise bir iki ufak çizik ve burun kanaması dışında iyidir. Seneye yapılacak müsabaka için hazırlanmaktadır.
Ramazan Güzeldir sanırım o sıralar televizyonda nadir izlediğim yayınlardan biridir. O süreçten borçlu ayrılııyorsunuz. Burada neyi hesaplayamadınız da işler sizi borca sokacak noktaya geldi?
Stopaj!!! Öyle bir kelime bulmuşlar ki duyduğumda kafamda hiçbir şey canlanmıyor, beynimde eşleştiği bir imaj yok. Büyük, metalik hidrolik sistemle çalışan bir makine ismi gibi, hiç vergi gibi değil. İçinde “stop” ve “aj” var. Ajlık nedir bilen insanlarız ama… Meğer böyle bir vergi varmış. Aramızda o sıralar vergi numarası olan bile yoktu, resmi makamların “siz bizden bir şey istemeyin yeter, gölge etmeyin başka ihsan istemez” dediği insanlardık, nerden bilelim?
Günün sonunda para kazanmasak da sektöre girdik diyorduk, borçlu çıktık.
Bir de Üsküdar’a Giderken var. İzleyici olarak benim içimde kalan dizilerden biridir. Ne güzel izliyordum ki birden final yaptı. Neden bu kadar kısa sürdü?
Kısa sürmedi bence uzun bile sürdü. Kanal D, 13 bölüm yayınladı Üsküdar’a Giderken’i. Şu an 13 dakika yayınlayacak kanal yok.
Dizi ve filmlerdeki karakterlerin isimlerini sizde emeği olan kişilerden seçmişsiniz. Bunun sebebi nedir? Ustalara birer saygı mı?
Aksine, huzurlarını bozuyorum. Eşi dostu akrabası diline doluyor onları hoşuma gidiyor. Genel de ismini işlerimde görmek istemiyor insanlar, pek kahramanca roller yazmadığımdan olsa gerek.
Çalgı Çengi benim için yine özel filmlerdendir. Her seferinde eğlenirim filmi izlerken. Hatta keyfim kaçtıkça izlediğim filmlerdendir diyebilirim. Hem düşük bütçeyle çekilmesi hem de zamanın bu kadar kısıtlı olmasına rağmen çok iyi bir film olmuş. Peki neden sinemada karşılık bulamadı? Reklamdan dolayı mı yoksa başka bir sebebi var mı?
Başrol oyuncuları, senaristi, yönetmeni hepsi bilinmedik isimlerdi. Haliyle dağıtım şirketi çok düşük kopya sayısı verdi. Ben o şartlara göre yaptığımız gişeyi iyi buluyorum. Şimdiki vizyon takvimi sıkışıklığında yarısını bile yapmak imkansız. Gittikçe ağırlaşıyor şartlar.
Üsküdar’a Giderken’den bahsetmiştik ancak İşler Güçler ve Kardeş Payı izleyicisinde hep bir dizi yarım kalmış hissiyatı var. Peki bu diziler zaten bu kadar mı olacaktı yoksa gerçekten yarım mı kaldı?
İşler Güçler planladığımızdan uzun sürdü. Hikaye bitti ama kanal istiyor diye biraz daha devam etmek zorunda kalmıştık. Kardeş Payı, 3 sezon planlanmıştı, ikinci sezonda kanalın bizi PT1’de yayınlamaya başlaması dizinin dinamiklerini bozdu. PT1’e uygun bir dizi değildik, aramızda o yayın kuşağına iş yapmış kimse de yoktu bocaladık. PT2’ye geçmek için ısrarcı olduk, kanal o kuşakta maliyeti çıkartamayacağını söyleyince orta yolu bulup çok şükür erken final yaptık. Kardeş Payı yarım kaldı ama öyle devam etmektense yarım kalması daha iyiydi.
Yakın gelecekte sizden bir film ya da dizi izleyebilecek miyiz? Yahut bir kitap daha gelecek mi?
Bu sene iki film yapma heyecanındayım. Birisi ilk romanım Mahalleden Arkadaşlar’ın filmi, diğeri Baba Parası isminde sert bir komedi. İki film de önceki filmografinin oldukça dışında, o nedenle de ayrı heyecanlıyım. Dizi için çalışmalar sürüyor ama sanırım artık TV yerine Netflix gibi dijital mecralarda olacak. Kitabın bahsi için bile daha çok erken.
Son olarak okurlarınıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Teşekkür ederim, siz de kitap çıkartın ben de ilk baskıyı daha çıkmadan alıcam.