Kitaplarınızda genellikle farklı coğrafyaların mitolojik hikayelerini yüzyı-lımıza yani günümüze uyarlıyorsunuz. Bu defa hangi karakteri seçtiniz ve neden?
Bu kez Japon folklorunda çokça yer alan İnsantilki Ninko’ dan esinlendim. Nin-ko: Japon Mitolojisinde yalnızca bedenini ele geçirdiği insanlar tarafından gö-rülebilen Tilki ruhtur. Zaman zaman kılık değiştirir ve en çok, baştan çıkarıcı kadın kılığına girmeyi sever.
Aslında Ninko burada bir uyanışın, bir kadının yitirdiği hayvan benliğine geri dönüşünü simgeliyor çünkü ben her insan içinde uyanmayı bekleyen bir hayva-nın ruhunu taşıdığına inanırım yeter ki ona izin verelim. Roman, baş kahramanı kadının ‘tilkileşmesinin’ hikayesi. ‘Başkaları’ tarafından uyuşturulmuş ve doğa-sını gerçekleştirememiş bir kadının o hayvan ruhunu kucaklayışı. Bunu yapmak öyle kolay olmadıgından karanlık bir içsel yolculuk sonucunda korkak toplumun ve maskelerin ardına kurulmuş sözde ilişkilerin yarattığı cehennemden firarını anlatıyor. Geçmişin, ilişkilerin, toplumun ama en önemlisi kendinin sorgulandı-ğı karanlık ve beklenmedik dönemeçlerle dolu bir uyanışın öyküsü. Bir varoluş hikayesi aslında…Rehberi ise bir Tilki.
Kitabın sorusu ‘Bir Kadın Ne zaman tilkileşir?’ “İnsanın kafasında 40 tilki dolaşması” diye bir deyim vardır. Burada tilkileşmekten kastedilen nedir?
Hayır bu kadının kafasında 40 tilki yok, aksine yaşamı boyunca o tek tilkiye bile izin vermemiş, verdirilmemiş. Romanın baş kahramanı Karmen entrikacı bir kadın hiç değil. O, yalnızca bir kadının, hatta bir insanın sözde ‘varoluşu’ ve ‘mutluluğu’ için endekslenen hedefleri geçmişine dönük ‘flashback’ lerle sorgulayan ve şimdiki zamanda ona neler kattığını veya ondan neler koparıp aldığını net olarak görmeye başlayan biri. Bir nevi aydınlanma yaşıyor ama ay-dınlık yollardan geçerek olmuyor bu; doğasını olduğu gibi kabul ederek, yüzle-şerek yapıyor bunu. Tilki hem Karmen’i hem de diğer karakterleri çırılçıplak soyuyor önümüzde.
Kitabınızın ana karakteri Karmen, geleneksel kadın portresinden uzak bir karakter. O nedenle kitabın sonu da hiç beklenmedik. Hangi açılardan geleneksel değil?
Karmen, özellikle de bize son zamanlarda dayatılan ve kanımca büyük ruhsal erozyonlara uğratan kalıplaşmış insan ve düşünce sisteminin tamamen karşısında duran bir karakter. Yaşamına, çevresine, ilişkilerine, acılarına ve kayıplarına ‘sevgi ve ışık’ ile kucak açmıyor, isyan, öfke, hayal kırıklığı, ve bazen de hasetle karşılıyor. Karmen bir sevgi böceği değil, hayata da o gözlükten bakmıyor. Karmen’in sevgisi kısıtlı çünkü sevgi anlayışı farklı; bu anlayışının dışındakileri çok kolay elden çıkarabilen bir kadın fakat bunun sorumluluğunu üst-lenebilmiş bir birey.
Karmen’in yolculuğu gerçek. İçinde barındırdığı iyiye olduğu kadar kötüye de açık. Kendisine sunulanlara tabiatlarına göre karşılık vermeyi öğreniyor, kişisel gelişim kakafonisinin yok saydığı veya bastırmaya çalıştığı o kadar da ‘pozitif’ olmayan duygu ve davranış biçimlerine alan açarak kendini buluyor. Bunu ya-parken de bize dayatılan toplumsal hedeflerden, davranış şekillerinden uzaklaşıyor, kendini tanıyor ve hayattaki yerini buluyor, özgürleşiyor ve sonunda çevresindekileri de kendi kafesleriyle yüzleştiriyor.
Aydınlanma aslında kararmayla başlar, şayet o yolları yok sayarsak bizi kendimizden uzaklaştıracak büyük uçurumlar yaratırız.
Daha önceki kitaplarınızda da hep mitolojiyi günümüze uyarladınız? Mitolojiye olan hayranlığınız neden?
Mitoloji öyle sınırsız ve evrensel bir kaynak ki, dünya üzerinde yaşayan tüm insanları hayatlarının belli bir döneminde yakaladığını ve kendi içine çektiğini düşünüyorum. Mitolojinin en önemli özelliği ise karmaşık olanı, anlayamadıklarımızı elle tutulur hale getirip basitleştirmesi. Simgesel alanda bana öyle son-suz ve kolay bir kaynak sunuyor ve bunu öyle yalın ve berrak yapıyor ki en küçük bir hikaye ya da mitolojik şahsiyet bana koca roman yazdıracak ilhamı veriyor. Ninko gibi.. ‘O İnsantilki… Peki neden?’ diye soruyorum kendime, Neden insan ve tilki? Çünkü insan ancak içindeki o yırtıcıyı, o katıksız, saf benliği uyandırdığı vakit ruhunun sahip çıkamadığı ya da unutturulduğu parçalarına kavuşuyor, onu tüm kusurlarıyla kucaklıyor ve gerçek gücü elde ediyor. Tam da o vakit ne kendimize ne de etrafımıza yabancılık hissetmiyoruz, Çünkü daha iyi görüyoruz, algılıyoruz ve en önemlisi anlıyoruz. Mitoloji kadar insan doğasını olduğu gibi, yargılamadan kabul eden bir edebi kaynak yoktur.