Yayınevleri yine çok değerli kitapları bizlerle buluşturuyor. Her hafta olduğu gibi bu hafta da klasiklerden yeni çıkanlara, çok satanlardan henüz keşfedilmeyenlere kadar pek çok yeni kitap raflarda yerini alırken, bu kitaplardan 14 kitap önerisi listemizi sizler için hazırladık.
1. Ateş (Henri Barbusse / Kor Kitap)
“Kitlelerde inkılapçı şuurun göze batacak kadar arttığı her yerde görülmektedir. Bunun en kuvvetli delillerinden biri de Henri Barbusse’ün Ateş adlı romanıdır. Kendi görüşleri ve peşin hükümleri tarafından tamamıyla ezilmiş, tamamıyla cahil bir küçük burjuvanın, tamamıyla cahil kalmış bir sokak adamının, en çok da savaşın etkisiyle, bir inkılapçı haline gelmesi, sonsuz bir hakikatle, ustalıkla gösterilmiştir.” —Lenin
“Barbusse Ateş adlı eseriyle 1914-18 (emperyalist savaş) cinayetini parlak bir şekilde aydınlatanlardan biri oldu.” —Maksim Gorki
“Henri Barbusse’ün Ateş’ini okumayan bir işçinin, bir emekçinin ve hakiki aydının kafası bir parça yarımdı. Ve bu kitabı çevirerek kütüphanesine sokmayan bir dil, insan kafası ve yüreğinin en büyük değerlerinden birinden mahrum kalmış demektir. Bence bugün Henri Barbusse için yapılacak ilk iş Ateş’in Türkçeye çevrilmesi olmalıdır.” —Nâzım Hikmet
“Harbin en ateşli zamanlarında, emperyalistlerin suratında bir tokat gibi şaklayan Ateş’i ve Cellad’ı yazan… Bu genç ihtiyarın ölümü bu kavgada her boşalan yerin beş on misli kuvvetle dolduğunu bilmesek, bizi yeise bile düşürebilirdi.” —Sabahattin Ali
2. Marx’ın İşçi Anketi Üzerine Bir İnceleme (Onur Bütün / Ayrıntı Yayınları)
Karl Marx’ın, 1880 yılında Revue Socialiste dergisine Fransa’da yaklaşan genel seçimler için hazırladığı 101 soruluk “İşçi Anketi”, Türkiye’de 1970 yılında Devrimci Sinema Dergisi tarafından basılmıştı. Aradan geçen yarım yüzyıl bize, “İşçi Anketi”nin hâlâ koruduğu güncelliği anlatırken, “işçi sınıfının nasıl bir özne olduğu” sorusunu bugün de sorduruyor.
Karl Marx’ın ölümünden üç yıl önce hazırladığı 101 soruluk anket çalışması; dünya çapında kabul gören, kapitalist üretimin eleştirel bir tahlilini yaptığı Kapital isimli kitabında geçen kavramların, pratik bir çalışmada nasıl işlendiğinin ve Marx’ın ölümüne kadar işçi sınıfı örgütleri, kurumları ve yayınları ile ilişkisini kesmediğinin de bir göstergesidir.
Elinizdeki kitap; Karl Marx ve Friedrich Engels’in karşılaşmalarıyla başlayıp, tüm dünyaya yayılacak bir gerçekliğin ve hakikatin anlatısında, Türkiye’de ve dünyada unutulmuş olanı açığa çıkarmayı, üzerine düşünmeyi amaçlıyor…
3. Gücümüzün Doğuşu (Victor Serge / Ayrıntı Yayınları)
Victor Serge’in Gücümüzün Doğuşu adlı epik romanı esas olarak İspanya ve Rusya’da; 1917-1919 yıllarının çalkantılı devrimci ayaklanma yıllarında geçmektedir. Serge’in muntazam anlatısı tarihsel bir dönüm noktası olarak Birinci Dünya Savaşı’nın hendeklerinde gerçekleştirilen kanlı kitle kıyımlarının üçüncü yılıyla; yani 1917 yılı ile açılır. 1917 baharı aynı zamanda Rusya ve İspanya’da birdenbire ortaya çıkan devrimci kabarmalar dönemidir de. Her ne kadar İspanya’daki ayaklanma fiyaskoyla sonuçlanmış olsa da, Rusya’da işçiler, köylüler ve askerlerin oluşturduğu devrimci örgütlülük iktidarı ele geçirebilmiştir. Victor Serge’in resmettiği “iki şehrin hikâyesi” devrimcilerin iktidarı almakta başarısız oldukları Barcelona ile karşı-devrimci Beyaz Ordu tarafından kuşatılmış, açlıktan kıralan, türlü sorunlarla boğuşan, Rus Devrimi’nin başkenti olan Petrograd arasındaki tezatlık üzerine kurulmuştur. Yazarının Stalin’in devrimi boğmaya varan diktatörlük uygulamalarına açıkça karşı çıktığı için yarı-tutuklu bulunduğu bir dönemde, Leningrad’ta kaleme aldığı bu romanda birbirleriyle bağlantılı iki tablo ustaca sunulur: Bir yanda bol güneşli İspanyol başkentindeki radikalleşmiş işçilerin kendi iktidarlarını kurmak üzere kalkıştıkları devrimci eylemlerin “romantik” tablosu; diğer yanda ise Rusya’nın soğuk ve karanlık devrimci süreçlerinin anlatıldığı katı ve acımasız bir “gerçekçi” tablo vardır…
4. Perdeler (Ayşen Bayazıt Melik / Can Yayınları)
Siyah gözlü kız kendi gökkuşağını ne yaptı bilmiyordum, yutmuştur belki diye geçirdim aklımdan, zamanı gelince çıkaracaktır da dedim, kimselere söylemeden umut ettim. Kızların neler yutabileceğini o zamanlar tam bilmiyordum ama benim kızımın o kızlardan olmadığını da bilmiyordum. O kendi gökkuşaklarını toplamak yerine başkalarınınkini toplamakla meşgul bir kızdı. Başka dünyadandı.
Ayşen Bayazıt Melik bu sıkı örgülü romanında anlatıcı kahramanını hep aynı yerde tutuyor: hasta yatağında. Yaşamını zihninin “sinema”sında izleyen Doktor Osman için gençlik günlerinde yaşanan tutkulu aşkın da, meslek ve aile hayatının da açılıp kapanan perdeler gibi yanıltıcı bir yanı vardır: Sahnede hep aynı dekoru, hep aynı oyuncuları gördüğümüzü düşünürüz. Ama onlar her seferinde değişen suretlerdir… Perdeler’in savrulan kahramanları, Türkiye’nin son otuz yılda değişen ruh halini hikâye ediyor.
5. Sivil İtaatsizlik ve Anarşizm (Selçuk Aydın, Atıl Cem Çiçek / Doruk Yayınları)
Bireysel tepkilerden, ideolojilere, insanoğlunun geliştirmiş olduğu geniş eylem ve söylem alanı haksızlığa uğradığını düşünen bireylerin ya da kitlelerin çözüm arayışlarını yansıtır.
Haksızlık olarak algılanan durumlara karşı geliştirilen tepkilerin en dikkat çekicilerinden birisi sivil itaatsizliktir. Sivil itaatsizlik teorisyenlerin gözünde bir takım haksız uygulamalar karşısında, kamuoyunun ve yasal otoritelerin dikkatini çekmek adına söz konusu haksızlığı ortadan kaldırmak amacıyla, bütün yasal yollar denendikten sonra, şiddete başvurmadan, kamuya açık bir şekilde yapılan, yasal olmayan, en az bir hukuk normunu ihlal eden, ihlalin sonucunda ortaya konacak yaptırıma katlanmaya hazır olmayı gerektiren, ahlaki bir takım motivasyonlarla gerçekleştirilen pasif bir direniş yöntemidir.
Bu kitap, sivil itaatsizlik ve anarşizm arasındaki olası ilişkilerin farklı bir bakış açısıyla değerlendirilmesi amacıyla hazırlanmıştır. Sivil itaatsizlik olgusuna yüklenen klasik anlam ve bu bağlamda söz konusu olan tanımlamalara karşı sivil itaatsizliğin bünyesinde barındırdığı itaatsizlik olgusunun, anarşizmin öngördüğü bütünsel değişimi tetikleyecek bir mekanizmaya sahip olup olmadığı sorgulanmaya çalışılmıştır.
6. Gevişgetirenler Zamanı (José J. Veiga / DeliDolu)
İnsan kendisini ancak insanda sınar!
Delidolu Yayınları, Brezilyalı usta yazar José J. Veiga’yı ilk kez Türkiyeli okurlarla buluşturuyor.
Gevişgetirenler Zamanı, tahakküm edenle tahakküm altında kalanın ilişkisini sorgulayan tekinsiz bir öykü anlatıyor.
Gerçekçi anlatımında sembolizmden beslenen Gevişgetirenler Zamanı, küçük kasaba yaşamının evrenselliğini ortaya koyan, gizemli ve karanlık bir roman.
José J. Veiga, daha ilk satırlarından itibaren okuru ele geçirmeyi başaran romanı Gevişgetirenler Zamanı’nda, çok katmanlı ve derinlikli bir metne imza atıyor.
Hayatları iç içe geçmiş, neredeyse bir bütün haline gelmiş Manarairemalılar, bir gün, nehrin öte yanındaki çayıra yerleşen gizemli adamlarla güne uyanır. Kim oldukları ve nereden geldikleri bilinmeyen bu esrarengiz adamlar, yarattıkları korku, endişe ve öfke ile kasabanın toplumsal hafızasında derin izler bırakacaktır.
“Küçük kasaba sıkışmışlığını” tekinsizce anlatan Gevişgetirenler Zamanı, belirsizliklerle dolu bir atmosferde, tedirginliğin iktidarıyla başa çıkmaya çalışan bir avuç kasabalının mücadelesini konu edinen, çarpıcı bir roman.
Her şehrin, her kasabanın, halkı aklın yoluna davet eden bir deliye ihtiyacı vardır.
“Gerçekçi anlatımının ardında José J. Veiga’nın hikâyesi, Dante’nin İlahi Komedya’sına, Kafka’nın Şato’suna, Borges’in ve Donald Barthelme’nin öykülerine kadar uzanıyor, onlarla aynı kökü paylaşıyor…” —The New York Times
7. Chocky (John Wyndham / DeliDolu)
Zihninizin dehlizlerini yabancı seslerle dolduracak sarsıcı bir kitap!
Delidolu okurlarının Krizalitler ve Triffidlerin Günü adlı distopik romanlarından tanıdığı kült yazar John Wyndham’ın klasikleşmiş bilimkurgu eseri: Chocky
Chocky, on bir yaşındaki Matthew’nun, zihninde duyduğu sesle kurduğu sıradışı ilişkiyi merkezine taşıyan, gizemli ve tedirgin edici bir roman.
Televizyona da uyarlanan Chocky, okurla ilk buluşmasının üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen dünya ve insanlık üzerine yaptığı isabetli tespitlerle güncelliğini yitirmiyor.
Matthew bir gün zihninde, nereden geldiğini bilmediği bir ses duymaya başlar. Durmaksızın kendisiyle konuşan bu sesin adı Chocky’dir. Ailesi bu durumu başlarda pek önemsemez ve sıradan bir “hayali arkadaş” olarak nitelendirir; ancak zamanla işin rengi değişir. Matthew kendisinden beklenmeyecek üstün davranışlar sergiler, zorlu matematik ve fizik kuramlarından bahseder, harika resimler çizmeye başlar. Hatta yüzme bilmemesine rağmen hem kendini hem de kız kardeşini boğulmaktan kurtarır. Bu olağanüstü olayın ardından gazetelere de konu olan Matthew’nun hayatı bambaşka bir yöne evrilir. Artık herkes, Chocky’nin ne kadar “hayali” olduğunu sorgulamaya başlamıştır…
Sosyopolitik meseleleri bilimkurgu türüne başarıyla yerleştiren John Wyndham, teknoloji, uzay, evrim ve gelişim üzerine kaleme aldığı Chocky’de, büyüme çağındaki bir çocuğun gözünden dünyayı ve insanlığı irdeliyor.
Bazı korkular vardır; onlara artık inanmayacak kadar ilerlediğimizi ısrarla, inançla savunuruz. Ama yine de bu korkular hepimizin içinde uyumaktadır ve kritik bir anda, dikkatsiz ve beklenmedik bir sözle uyanabilirler.
“Hâlâ güncel, hâlâ rahatsız edici.” —Guardian
8. Sır (Mehtap Erel / Yitik Ülke Yayınları)
Mehtap Erel’den “Yatır”dan sonra gerilim türünde yeni bir roman: “Sır”
Şehirde yaşayan insanlar garip olaylar yaşamaz, okumuş insanlar doğaüstü güçlere inanmaz mı sanıyorsunuz? Çok yanılıyorsunuz. Mehtap ve Sinan’ın oğulları Berk’in, yaz okulu için Viyana’ya gitmesinin ardından ürkütücü olaylar birbirini kovalıyor. Tanıklık ettikleri hayatların dehşetinin onların da hayatını karartmasına engel olabilecekler mi? Çocukları eve dönmeden üzerlerine çöken sır perdesinden kurtulup normal yaşamlarına geri dönebilecekler mi? Sır, kimi zaman ürkerek, kimi zaman gülümseyerek okuyacağınız farklı bir hikâyeyi okura sunarken, toplumsal bir meseleyi de yeniden hatırlatıyor… Yatır’ın yazarı Mehtap Erel’den sürükleyici bir roman daha…
9. Yüz Yıllık İtiraf (Paul Sussman / Martı Yayınları)
“Adım Raphael Ignatius Phoenix. Yüz yaşındayım.
Daha doğrusu yüzüncü yaşımı on gün sonra, yeni yılın ilk saatlerinde hayatıma son vererek kutlayacağım.”
Raphael Ignatius Phoenix yeterince yaşamıştı. 20. yüzyılın başında doğmuştu ve yüz yaşına gireceği gece intihar etmeye kararlıydı. Ancak bunu yapmadan önce bütün ilişkilerini gözden geçirip asırlık tarihçesini kayda geçirmek istiyordu. Kâğıt kalemin aşina yöntemi yerine, hayatını son ikametgâhı olan terk edilmiş kalenin duvarlarına yazacaktı. Hayat arkadaşı da olacak çocukluk arkadaşı Emily’yle kaderini belirleyecek ilk tanışmalarından başlayarak Raphael başından geçen sayısız olayı, hayatına giren insanları ve tabii ki işlediği on cinayeti kalenin duvarlarına itiraf etmeye koyuldu.
İntihar edeceği gün gelip çattığında ise…
Bu kitapta, 20. yüzyılın şartlarında son derece isyankâr, genellikle öfkeli ve dengesiz sayılabilecek ama zamanının ötesinde yaşayan yüz yaşında bir adamın tuhaflıklarla dolu hayat hikâyesini kendi yorumuyla okuyacaksınız.
“Paul Sussman bu kez tarzının oldukça dışında fakat yine mükemmel kurgulanmış, ilginç ve sıra dışı bir hikâyeye imza atmış.” —New York Times
“Kelimelerden bir anıt inşa etmeyi ve intihar etmeden önce itiraflarını kale duvarlarına yazmayı kafa koymuş bir seri katil düşünün. İlgi çekici bir hikâye değil de nedir?” —The Northern Echo
“Dramatik ve bir o kadar eğlenceli. Bu roman adeta bir gerçeküstü kara mizah örneği.” —Goodreads
10. Rakamlar Oyunu (David Sally, Chris Anderson / İthaki Yayınları)
Futbol her geçen gün kendini yeniliyor ve bu yenilenmenin merkezinde de rakamlar bulunuyor. Rakamlara doğru şekilde bakıldığında ilk akla gelen favoriler bile artık göz ardı edilebiliyor.
Rakamlar Oyunu’nda eski bir kaleci olan ardından da futbol istatistikleri uzmanına dönüşen Chris Anderson ve davranış analisti David Sally bir araya gelip müsabakanın galibini öngörmek adına rakamların aslında ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Kitap, kornerlerin ne ölçüde değerli olduğu, en çok kaçıncı golün önem arz ettiği, topa sahip olmanın futbolda galibiyete gerçekten de onda dokuz oranında yardım edip etmediği, bir oyuncunun değerinin nasıl ölçülmesi gerektiği gibi soru ve sorunlara isabetli, devrim niteliğinde yanıtlar verip futbolu izlemek ve anlamak için yepyeni bir yol gösteriyor.
Önder Özen’in sunumuyla
11. Empeyalizmlerin Sosyolojisi (Joseph Schumpeter / Dipnot)
“Emperyalist fenomenler, her dönemin ekonomik sınıf çıkarlarına indirgenmeye çalışılabilir. Neo-Marksist kuramın yaptığı budur. Emperyalizmde, kısacası, yalnızca kapitalist üst katmanın kapitalist gelişmenin belli bir aşamasındaki çıkarlarının yansımasını görür. Şüphesiz ki bu, meselemizin çözümüne dair elimizde olan açık ara en ciddi katkı. Ancak bu düşüncenin, tarihin ekonomik yorumunun mantıksal olarak zorunlu bir sonucu olmadığını vurgulayalım. Bu düşünce, tarihin ekonomik yorumuyla çelişmeden, hatta onun sunduğu çerçevede kalarak da reddedilebilir.
Emperyalizm geçmiş devirlerin kalıntıları diyebileceğimiz büyük gruba girer. Bunlar tüm somut toplumsal durumlarda, her toplumsal durumun o günkü yaşamsal koşullarıyla değil de o günün geçmişinin yaşamsal koşullarıyla, yani iktisat tarihi bakış açısından o anın değil de geçmiş zamanın üretim ilişkileriyle açıklanabilecek unsurları üzerinde büyük bir rol oynarlar. Emperyalizmi ortaya çıkaran yaşamsal zorunluluklar kaybolup gittiğinden onun da zamanla ortadan kalkması gerekiyor. Yapısal unsur olarak ortadan kalkması gerekiyor zira, taşıyıcısı olan yapı çöküyor ve toplumsal gelişme sürecinde ona alan bırakmayan ve onu destekleyen iktidar unsurlarını elemine eden başka yapılarca çözülüyor.” —Joseph Schumpeter
12. Adil Bir Akşam (Hasan Bozdaş / Hece Yayınları)
Ben doğduğumda
çocukları delirmesin diye anneler
hasan dağıttılar.
o kadar çok baktım ki uzağa
öldüğüme inanmadılar.
bir gün dünyanın sonunda oturdum
aklım bir kuş kadar hafifti seni uçurdum
tahtadan bir at geldi
penceredeki henüz sevilmiş bir ağaçtan
kanser aklıma da yayıldı
kaçtım, cennetten de böyle kaçmıştım.
13. Ucuz Ölüm (Rıza Kıraç / Doğan Kitap)
Ölümün ucuz olduğu çağda yaşamı kutsayan kahramanlara ihtiyacımız var.
Ucuz Ölüm, emniyette üst düzey görevlerde bulunmuş, kumpaslardan beraat etmiş Fırat Azad ve arkadaşlarının olağanüstü mücadelesini soluk soluğa anlatıyor.İntihar saldırısında iki kız kardeşini kaybeden Azad, bombalamanın faillerini ararken hiç hesapta olmayan kayıp bir avukat vakasının da sırrını çözmek zorunda kalacaktır. At izinin it izine karıştığını bir dönemde Fırat Azad kendi yöntemleriyle suçluların izini sürerken iki eski polis arkadaşı Oktay ve Yakup her zaman onun bir adım arkasında duracaktır.Fırat Azad’ın önündeki en büyük engel kirli işlere bulaşmış iki işadamı ve babasıdır.
14. İş Cinayetleri Almanağı 2017 (Kolektif / 1 Umut Yayınları)
2017’de basına yansıyan haberlerden derleyebildiğimiz kadarıyla en az 1947 işçi çalışırken hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden işçilerin en az 51’i çocuktu.
Her gün onlarca işçi akut iş cinayetleri ya da meslek hastalıkları nedeniyle çalışırken hayatını kaybediyor. Gerçekleşen iş cinayetlerinin “olay” düzeyinde konuşulması ise, hayatını kaybedenlerin sayısının gizlenemeyecek denli fazla olmasına ve olayın “yeterince” trajik olup olmamasına bağlı. İster hükümet edenler nezdinde olsun, ister siyasi partiler, sendikalar, barolar, meslek odaları olsun iş cinayetleri karşısında takınılan tavır, basın açıklaması yapmak, kınama cümleleri kurmak ve taziye belirtmekten öteye geçmiyor.
Bu yıl altıncısını elinizde tuttuğunuz İş Cinayetleri Almanağı’nı hazırlayarak hayatını kaybeden işçilerin unutulmamasını sağlamaya çalışıyoruz.
Hayatını emeğiyle, alınteriyle kazanan o büyük çoğunluğun yaşam hakkına ve ruh / beden sağlığına yönelik devam eden bu tehdide dur diyebilmek, tehdit gerçekleştiğinde adalet isteğiyle mücadele eden ailelere destek olabilmek, bütün görünmez kılma ve yok sayma gayretlerine rağmen, ihlal ve ihmali de, adalet mücadelesini de, yapılması gerekenleri de unutturmamak için devam ediyoruz.
Bilinsin, paylaşılsın, anlaşılsın ve insanlık ülküsü güçlensin diye, takdirlerinize…