Cinius Yayınları yeni kitaplarıyla okurların karşısında.
Ömer Yerlikaya’nın ‘Beyaz Ali’, Orhan Tez’in ‘Kuşku Duyulan Dünyalı: Ahtapot’ ve ‘Bilgi Kuş Gibidir Tutabilirsen’, Anıl Müminoğlu ve Mehmet Çetinçakmak’ın ‘Silsile’, İsmail Sönmez’in ‘Islak Cumartesi’, Janset Berkok Shami’nin ‘Abu Samra is Angry’, Mehmet Saraç’ın ‘Babiş’e Yemekler’, Mehmet Hisar’ın ‘Cevapsız Sorular’, Nalan Kamalı Babacan’ın ‘Kadın’ ve Nihat Solak’ın ‘Kapıda Bekleyen’ kitapları Cinius Yayınları logosuyla raflarda yerini aldı.
Beyaz Ali (Ömer Yerlikaya)
“Nasıl öylesine özgürce kahramanlar yaratılarak dönemsel evrelerde soluksuz betimlemelerle hayatlar yapılmış! Beyaz Ali’yi okurken mahcup oldum adeta…” —Hikmet Kavasoğlu
Dağ köylerinden birinde bir aileyi konu alan ve bir felaketler zinciri olarak gelişen olay örgüsü yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşanmış toplumsal sarsıntıyı da ele alır. Beyaz Ali roman dokusunda alışılagelmişin dışında bireysel öğeler ile birlikte ezber bozan o şaşırtıcı yanı ile öne çıkar. Giderek unutulmaya yüz tutmuş taşra romanlarına yeniden can suyu olmanın o engin dinamizmi ile yetinmez; mavi gökyüzü kadar engin ve güçlü kadın karakterleri ile de büyülü bir dünyanın kapısını sonuna kadar açar.
Ömer Yerlikaya yine akıcı üslubu ve zengin karakter şöleni ile okuyucusunu sarsmaya devam ediyor. Yazar bu kez önceki çalışmaları antoloji ve uzun soluklu biyografilerin aksine Beyaz Ali’de özgün ama yaşam ile örtüşen muazzam kurgusu ile çıkıyor karşımıza…
Kuşku Duyulan Dünyalı: Ahtapot (Orhan Tez)
Ahtapot başka dünyadan gelen bir canlı mıdır, ne yer, ne içer, nerede yaşar, nasıl ürer, düşmanları kimdir, hangi renklere dönüşebilir vb. gibi sorulara yanıt ararken; zekâsı, türleri, evrimi ve gözleri ile ilgili bilgilere de ulaşabilirsiniz.
Belki de, ahtapot üstüne Türkçe yayımlanan ilk kitap!
Bilgi Kuş Gibidir Tutabilirsen (Orhan Tez)
Günümüzde bilgi öyle hızlı ki, altımızdan üstümüzden, sağımızdan solumuzdan hızla gelip geçiyor. Hele sosyal medya devreye girdiğinden beri hepimiz birer bilgi ve haber kaynağına dönüştük! İşte bu kitapta bu bilgilerden küçük bir demet var.
Silsile (Mehmet Çetinçakmak, Anıl Müminoğlu)
“Var olan her şey, yuvarlak bir döngünün sonsuzluğundan ibarettir. Hareket eden her varlık, aynı yere ulaşmak için hareket eder, nitekim aynı yere de ulaşır. Metrolar, gürültülerinden ödün vermeden doğruları üzerinde ilerlemekte, evren hala kendi sonsuzluğu içinde dönmekte içindekilerle. Ben hala ölmekte, kimileri, birilerini bir yerlerde öldürmekte acımasızca, bu çürüme sürecinde dünya hala ölüyor. Hikayem bir metro istasyonunda elimden sızan kanı fark ettiğim an başladı. Öncesi yok, üzerimdeki kana bakacak olursam sonu da olmayacak. Bedenim yaşadığı kaçıncı hayatın sonunda veya ruhum kaçıncı hayata başlamakta…”
Islak Cumartesi (İsmail Sönmez)
Islak bir Cumartesi gecesiydi…
Ay ışığı yüzümüze vuruyordu
Polis bizi, biz polisi arıyorduk,
Ne vakit ay ışığının altında buluşsak,
Ay ışığı yüzümüze cop oluyordu…
Dost oluyordu kimsesizliğimize…
Islak bir cumartesinin gecesiydi,
Eyvahın ilk hecesiydi…
Kaçıyorduk deli taylar gibi,
Kaçıyorduk cihangir yangınından,
Anamızdan emdiğimiz gelmiş burnumuzdan…
Kaçıyorduk yüzümüze cop olan ay ışığından,
Ve Cihangir yangınından…
Bir polis, bir de bilmeceydi ardımızda kalan,
Bir bendim bir de bizdik Cihangir’e ağlayan…
Yanıyordu yamalı yürekler,
Yanıyordu yüzdeki ergenlikler…
Sonra çocuklar doldu sokaklara,
Onlar da ay ışığıyla merhaba dediler copa…
Kimi aslan, kimi korka korka…
Adımlarımız büyüdükçe büyüyordu her sokakta,
Yangından kaçırdığım umudun reçetesi vardı cebimde,
Bir de çocukların pervasız gülüşü…
Görmek istemiyordum Cihangir’in çöküşünü,
Görmek istemiyordum copun bizi öpüşünü…
Çıkmaz bir sokakta yakaladılar bizi,
Kan kardeş ettiler kelepçeyle…
Gizleyemedik düşlerimizi,
Gizleyemedik kimsesizliğimizi…
Artık geride kalan sadece sokakta yankılanan eyvahlar…
Yine de bekleyin çocuklar,
Gelecektir umutlu yarınlar!
Abu Samra is Angry (Janset Berkok Shami)
“My father was a dark man, a very dark man, Abu Samra. But as you see, I could pass for a Britisher, for a Norwegian. I could also be someone belonging to the Slavic race. Who peeled off my skin, Abu Samra? Who took the black passion from my eyes? Who turned me into a thoroughly modern man? Who? Why? Lesh?”
Babiş’e Yemekler (Mehmet Saraç)
Mehmet Saraç, Babiş’e Yemekler’de; kızlarını terk eden, onları babasız bırakanlara, kızıyla yaşadığı yirmi yılı anlatarak adeta ders veriyor. Saraç bu yıllar içinde kızına yaptığı yemekleri, aldığı övgüleri ve yergileri; aralarında geçen unutulmaz diyalogları, akıcı ve duru Türkçesiyle okurlarla buluşturuyor.
Cevapsız Sorular (Mehtap Hisar)
Çok soru var cevapsız, üzerine düşünülmesi, bir bir cevaplanması gereken…
Büyük sorumluluklarımız var kendimize karşı.
Heyecanlarımız, hayallerimiz, umutlarımız var hepimizin, herkes gibi ve herkes kadar. Ve ötelediklerimiz; ihmal ettiğimiz, görmezden geldiğimiz çocuksu hislerimiz…
Bu kitaptaki her bir soru, içindeki bir kapının anahtarı olacak, cevaplarını buldukça kapıların tek tek açılacak. Belki de yıllarca hiç temas etmediğin gerçeklerinle, en derinlere bastırdığın duygularınla buluşacaksın o kapılar ardında.
Ne güzeldir kişinin kendiyle buluşması, kendine yakınlaşması ve biraz daha kendini tanıması…
Bu kitap, hızla akan hayata inat; kendinle baş başa kaldığın bir mola, kendinde barındırdığın tüm senleri sana gösteren bir ayna olacak. Okudukça kendini daha iyi anlayacak, daha çok kabullenecek ve daha çok seveceksin.
‘Cevapsız Sorular’ın içinize doğru uzanan bir yol, yolunuza da ışık olması dileğiyle…
Sevgiyle…
Kadın (Nalan Kamalı Babacan)
Hayatının tam ortasında
Bir kadın
Unutmuş kadınlığını.
Gelgitler, keşmekeşler
Yorulmuş kadın.
İnsanlığı mı kadınlığının önünde,
Kadınlığı mı insan olmaktan öte,
Daha bunu anlayamadan anne oldu kadın.
Şimdi anneliği,
Kadınlığından da,
İnsanlığından da önde.
Kadın artık,
Her şeyden önce anne…
Kapıda Bekleyen Aşk (Nihat Solak)
Aşk neydi? Mecnun’un çölleri aşıp Leyla’ya kavuşması mı, Ferhat’ın dağları delmesi mi veya Nazım’ın Piraye’ye olan duyguları gibi mi?.. Acaba onların da midesinde kelebekler uçuştu mu, korktular mı, heyecanlandılar mı?.. Hep dillerde bir aşk… Öyle çok aradılar ki ama hep imkansızdı… Ben buldum. Ayak parmak uçlarından saç teline kadar sevda kokuyordu. Eğildim, kulağına bir şeyler fısıldayacaktım fakat kokusu resmen davet ediyordu, gel diyordu sanki, sevdaya gel… Kokusuna aldanıp gittim kilometrelerce. Yüzünü bulduğumda kırılgan ve kendinden emin bir bakışı vardı. Her şeyden kaçmayı başarmış, yüreği kan içinde kalmış gururlu bir yüz… Yaralı kuş gibi boynu büküktü. Çenesini avuçlarımın arasına aldım, başparmağımı yanağında gezdirdim, yüzüme öyle derin baktı ki gökyüzünü gözlerine sığdırmış gibiydi. İşte öyle derin öyle mavi… “Bekledik ve hiç bitmedi bekleyişimiz.” En güzel aşkları bulmanız dileğiyle…