Ben doğmasam, beni tanıyanlar da onları algılamadığım için bana göre doğmamış olacaktı. Onlar doğmamış olsa, benim varlığımı ve doğduğumu kanıtlayacak kimse de olmayacaktı. Doğum günleri, böylesine basit bir fikir nedeniyle kutlanıyor işte. Doğum günü olan kişi ‘varlığını’, onu kutlayanlar ise ‘algılanışlarını’ kutluyor. Artık insanlara garip gelmeyen, yalnızca bazen samimiyetsiz bulunan bu geleneğin temelinde “Evet, varsın ve bu harika bir şey!” sevinci yatıyor. Doğum gününde tutulan dilekler ise çoğunlukla algılanmanın farklı türleri üzerinden çeşitlenir zaten. Ömür boyu dileğinizin başında belirttiğiniz kişi tarafından sevilme ve onunla hayatı paylaşma talebiniz aslında, ömrü vefa ettikçe o kişinin sizi iyi yönlerinizle algılamaya devam etmesini dilemekten ibarettir…
Haruki Murakami, Doğum Günü Kızı isimli öyküsünün son sözünü Eylül 2017’de yazmış. Türkçe’ye Doğan Kitap tarafından kazandırılan eser, Ali Volkan Erdemir tarafından Japonca aslından çevrilmiş, Handan Erdemir tarafından yayına hazırlanmış. Doğum Günü Kızı, kıpkırmızı bir kapakla karşımızda ve daha önce de (Uyku, Tuhaf Kütüphane, Fırın Saldırısı) Murakami kitaplarının çizimlerini yapan Kat Menschik’in çizimleriyle süslenmiş. Öykü, bir genç hanımın yirminci yaş gününde başına gelen ilginç bir olayı baz alıyor. Çalıştığı restoranın patronuyla alt tarafı birkaç dakika geçiren genç hanım, ömrü boyu unutamayacağı bir şey yaşıyor. Zaten öyle olur, en az bir doğum gününüzde “Ölsem unutmayacağım” diyeceğiniz bir şey yaşarsınız.
Küçük hanımın ilk kez gördüğü patronu, başlangıçta sisler içinde yaşıyor izlenimi veren gizemli bir tipken, nedensizce göklerdeki yerinden genç hanımın seviyesine inip onu dinlemeye başlıyor. Murakami’nin her zaman başvurduğu, Uzakdoğu edebiyatında da sıklıkla karşımıza çıkan şu ‘geçişli’ üslup Doğum Günü Kızı’nın da belkemiği olduğu için biz bu ‘anıyı’ yine iki farklı şekilde dinliyoruz. Kamerayı seyirciye hissettirmeden yavaşça bir sağa, bir de sola çeviren Murakami, günümüz ile geçmş arasındaki teraziyi devirmeden, bağı da koparmadan yoluna devam ediyor öykü boyu.
Temelinde hem epey evrensel hem de epey eski bir konu bulunmasına rağmen klişeye düşmemeyi becerip ‘yeni bir yol açmayı’ öneren cinsten bir öykü Doğum Günü Kızı. Murakami’nin belki de en iyi yaptığı şey olan karakter derinliğinden biraz feragat ettiğini, fakat yine de öykünün akışını diyaloglarla kurmayı başarabildiğini görüyoruz. Derinlik az olsa da anlatılan karakterlerin tamamıyla el sıkışıp bir iki kez onlara hâl-hatır sorabildiğimizi de eklemem gerek. Hiç yoktan kimin neyi neden yaptığını az çok çıkarabiliyoruz. Zaten oldukça yalın bir fikre dayandığı için betimlemeye epey bir alan yaratabilmiş ve o alanda top koştururken de asla öyküyü anlatmayı kesmemiş Murakami… Saygı duyulan bir yazar olmayı işte bu şekilde başarabiliyor insan galiba.
Akşam yemeğini götürmek üzere yanına gittiği patronuyla yaptığı konuşmadan edindiği deneyim, hanımefendiyi büyütüyor. Aslında zaten yirmi yaşındaki bir genç hanıma göre epey akıllıca cevaplar verdiği için büyümüş kabul edebiliriz bile kendisini. Bir tür Külkedisi olduğu için doğum gününde izin alsa bile işler değişiyor ve çalıştığı restorana o gün de gidiyor. Sonra işler daha da değişiyor ve genç hanım kendisini daha önce yüzünü görmediği patronunun odasında buluveriyor. Külkedisi’nin hayatını ‘gece yarısına kadar’ değiştiren peri ile genç hanımın hayatını ‘ömür boyu sürecek bir dönüşümle’ değiştiren patronun benzerlikleri de epey dikkat çekici. Doğum günlerinin bir mitolojisi olsa, ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi o mitoloji.
Alışılageldik Murakami anlatıları kadar etkileyici, yalın, akışkan (akıcı değil, daha da dinamik) bir dile sahip olan Doğum Günü Kızı, şehir içi yolculuğunda bir çırpıda bitiverecek ve zihne güzel sorular yerleştirebilecek bir öykü…
Murakami’nin yazdığı sonsözün her bir satırını iyice sindirerek okumadan kapatmayın kitabı.
Sahi, doğum gününüzde gerçekleşeceği garantisi verilen bir dilek hakkınız olsa siz ne dilerdiniz?