Bob Honey’i bir ‘şey’e benzetecek olsam bu kesinlikle bir tren olurdu. Raylarının acı demirlerinde inleyen, sürekli devinen, istasyon istasyon gezip gördüklerini sorgulayan, melankolik ama bir o kadar da hırçın bir tren. Geride bıraktığı istasyonların izlerini üzerinde taşıyan, bu izlerle arkadaş olan, bir yere ulaşmayı değil sadece gitmeyi amaçlayan bir tren. Günümüz Amerikalısının belleğinde yolculuk eden -ki şüphesiz bu yolculuk Orta Doğu’dan da geçer –, bu süreçte kendisini anlamaya çalışan, çocukluğuna, boşandığı eşine, yeni aşklara, komşularına, ülkesine, insana, adalete erişmeye çalışan bir tren. Belki de bu yüzden kitabın ‘bölümleri’ yerine ‘istasyonları’ var.
Hollywood’un önde gelen aktörlerinden Sean Penn’in ilk roman denemesi Türlü İşlerin Adamı Bob Honey (Bob Honey Who Just Do Stuff, 2018), alışılageldik o ‘ünlülerin yazdığı romanlar’ gibi kolay üretilen, çabuk tüketilen, edebi değeri pek olmayan – kimsenin böyle bir beklentiye de girmediği – sırf hâli hazırda yazarı ünlü diye kendini sattıran bir kitap değil. Penn, romanının tanıtımını yaparken artık filmlerin kendisini heyecanlandırmadığını, bundan böyle kitaplar yazacağını belirtiyor. Konuya bu çerçeveden bakıldığında Bob Honey’nin, yazarın kendisini sınamasının, yıllarca içinde biriktirdiklerini kaleme dökmesinin kitabı olduğunu söylemek mümkün. Penn ciddiye alıyor. Oynadığı veya yönettiği filmlerin kendisine getirdiği üne, kazandığı Oscar’lara, kitleler üzerinde oluşturduğu olumlu izlenime güvenmek yerine yeni bir kimlik arayışına girmeyi, cesur bir şekilde eleştirip sorgulamayı seçiyor.
Bob Honey, komşuları tarafından tuhaf görülen, onları gariplikleriyle tedirgin eden bir adamın hikâyesini anlatıyor. Dışarıdan bakıldığında tamamen gizemden ibaret birisi. Kitabın bir diğer karakteri gazeteci Spurley’nin açıklamasını burada alıntılamak daha yerinde olacaktır; “Çalıştığım insanlar benden, kendi mahallesine yabancı bir Amerikan erkeğinin belirgin karakteristik özellikleri odaklı bir çalışma için yakın çevremden rastgele bir örnek seçmemi istediler, evet, bu sokakta kapı kapı dolaştım ve seni tanıyan tek bir insanoğlu bile yok” (Sayfa 78).
Herkesin mahallede gördüğü ama kimsenin tanımadığı bu adam, kitabın alt başlığında da belirtildiği üzere, belirli bir mesleğe sahip değil. Türlü türlü işlere girişiyor. Ancak bu işler pek de tekin değiller.
Kitabın ilk sayfalarında havai fişek organizasyonu yapmaya niyetlendiğini okuduğumda aklıma Tom Waits’in swordfishtrombone şarkısı geldi. Şarkıdaki anlatıcı da isimsiz karakterinin savaştan evine döndüğünü, kafasında da bir havai fişek organizasyon fikrini olduğunu söyler. Yine Bob’un ayrıldığı eşiyle yaşadıklarını imleyen dondurmacı arabası, Waits’in Ice Cream Man şarkısını ya da kitapta ara ara telafuz edilen Chihuahua cinsi köpek de Frank’s Wild Years (Frank’in Asi Yılları) şarkısını anımsatıyor. Penn’le Waits’in benzerlikleri bu küçük referanslarla sınırlı değil elbette. Waits gibi Penn de dünyayı gezen, tanımaya değil ‘anlamaya’ çalışan, ancak en çok da kendisini bulmak için çırpınan birisini öykülemeye çalışıyor. Bob Honey’nin kimlik bulma mücadelesini, bir dünya bunalımının önüne koyuyor.
Bob Honey, dur durak bilmiyor. Foseptik tanklarıyla ilgili projesini hayata geçirmek için doğruca Orta Doğu’ya, Bağdat’a gidiyor. Terör çatışmalarının içine düşüyor. Canını zor kurtarıyor. Geri ülkesine dönüyor. Yeni fikirlerle yeniden mücadeleye girişiyor. “Jeolojist olmayı hayal ederken bir çocuk bombacı olan Bob, her zaman yapacak doğru, erdemli ya da bir şekilde çabucak kendisini iyi hissetmesini sağlayacak bir şeyler bulmayı ve bu alışkanlığını yetişkinliğine taşımay başardı” (Sayfa 29). Yavaş yavaş bir suikastçi olup çıkıyor.
Penn, sürekli ürünlerin, araçların, eşyaların markalarını, tiplerini, biçimlerini tarif ediyor; “kırmızı Schwinn Stingray marka bir bisiklete sahipti”, “ilk kez English Ovals sigaralarını tüttürmeyi öğrendiğinde…”, “salonun büyük penceresinden, Pontiac marka arabasını dikkatle inceledikten sonra onun bir Toyota Prius’a binerek…”, “Yanında silah olarak Oscar Mayer marka sosisleri, beyaz yaş günü mumları ve bir X-Acto marka maket bıçağı…”, “eski Wallabe ayakkabılarını…” Örnekleri çoğaltmak mümkün. Neden bu kadar marka telafuzu var diye soranlara Penn bizzat kendisi cevap veriyor; “MARKALAŞMAK VAR OLMAKTIR” (Sayfa 59).
Elbette kitabın tamamında olduğu gibi burada da bir ironi var. Penn, var olmanın eşyalara tabii olmakla ilgili olmadığını zaten okura hissettiriyor. Nesnelerin, ürünlerin ya da eşyaların tüketim için oluşturuldukları, görevlerini tamamladıktan sonra çöpe atılacakları ortada iken Penn, karakterlerin iç dünyalarını, hislerini, düşüncelerini, durumlarını sürekli bu nesnelerin tasvirleri ile okura sezdirmeye çalışıyor.
Nesnelerin tasvirleri Penn’in sinemacı kimliğinden ileri gelen bir durum olduğunu da iddia etmek mümkün. ‘Görselciliği’ anlatımına etki ediyor. Tasvirlerinin çoğunluğunu da görüntüler – göstergeler aracılığıyla iletmesi bu anlamda şaşırtıcı değil. Özellikle romanın açılış bölümünün Bob Honey’nin komşularınca gözlenmesi, polise ihbar edilmesi de bu durumun en güzel örneklerinden. Bu karakterin serüvenine girecek olan okurun, öncelikle Bob Honey’e dışardan bakmasını, dış realitenin perspektifinden / kamerasından onun ‘yabancılığını’ – ‘tuhaflığını’ görmesini istiyor Penn.
Ancak Penn’in yazarken sinemacılığından yararlandığı kadar gazetecilik deneyimlerini de devreye soktuğunu düşünüyorum. Öyle ki Penn’in bu yönü sinemacılığından daha da ağır basıyor denebilir. Penn’in bir aktivits, duyarlı, mücadeleci bir insan hakları savunucusu olması Bob Honey’e o eleştirel – satirik ruhu veriyor. Dipnotlarda açıklanan, inceden inceden ima edilen, atıf yapılan olaylar ancak bir gazeteci hassaslığı gerektiriyor.
Kitap yayımlandığında Penn’e yöneltilen eleştirilerin başında ‘dağınık’ bir kurguya sahip olduğu geliyordu. Evet, Bob Honey, belki biraz dağınık. Ancak bunun sebebinin Penn’in klasik bir roman kurgusu çatmak yerine bir gazetenin sayfalarında gezinme hissini inşa etmeyi seçmesinden ileri geliyor. Birbirinden bağımsız gibi duran, kendi başlarına var oluyormuş gibi görünen ancak sadece bir bütün olarak bakıldığında anlamlanan olaylar dizgesi. Üstelik Penn tasarladığı bu gazeteyi tren metaforuna da çevirmeyi ustaca başarıyor.
Günümüzde bireyi kuran, oluşturan, değiştiren, dönüştüren, yozlaştıran, tüketen… o kadar çok etmen var ki. Kitabın karakteri de bu etkenlere eşzamanlı olarak maruz kalan, onlarla irtibata geçmeye çalışan birisi. Bob Honey: Türlü İşlerin Adamı, Penn’in inşa etmeye başladığı bu yazarlık serüveninin nereye doğru evrileceğini merak ettiren başarılı bir ilk kitap.