TÜYAP tarafından organize edilen ve bu yıl 38’incisi düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı kapılarını açtı ancak bazı yayınevleri bu süreçte organizasyona katılmama kararı aldı. Geçtiğimiz yıl görüşme fırsatı bulduğum yayınevlerinden pek çok yetkili fuara dair eleştirilerini benimle paylaşmıştı. Fuarın etkinlik alanı yeni salonlarla birlikte genişlemesine rağmen bu eleştiriler arasında en sık dile getirilen konu stand alanlarının dağıtımı olmuştu. Geçtiğimiz hafta Maya Kitap, İstanbul Kitap Fuarı’na katılmayacağını açıklayınca Maya Kitap Yayın Yönetmeni Tahir Malkoç ile bir araya geldim ve fuara dair kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdim.
Kısa bir süre kala İstanbul Kitap Fuarı’na katılmayacağınızı açıkladınız. Neden böyle bir karar aldınız?
Bir yayınevi olduğumuzdan beri TÜYAP’ın içindeyiz. Aslında yayıncı olmadan da içindeydim çünkü başka yayıncıların standlarında çalışıyordum. Fuar Odakule’deyken bizim için farklı bir atmosfer vardı. Kitapla ilişkimizden dolayı fuara gidiyormuş gibi değil, kutsal bir yere gidiyormuş gibi hissediyorduk. Dolayısıyla Beylikdüzü’ne taşındıktan sonra havası bozuldu ama hem işimiz gereği hem de kitaplara olan ilgimizden dolayı gitmeye devam ettik.
Yayınevinin kuruluşunun ardından ilk beş yıl fuara katılamadık. İlk üç yıl yeterli yayınımız yoktu, gücümüz de yoktu. Sonrasında yer bulamadık. Yer vermediler bir kaç sene. Sonra bir yer önerdiler ancak verilen yeri beğenmedik. “Böyle başlayın. Bir sürü yayınevi böyle yerleri bile bulamıyor. Birkaç sene sonra istediğiniz yere geçebilirsiniz” dediler. İstediğim yerden kastım, fiziki olarak uygun olması lazım standın. Sizin içinde bir hafta on gün geçirebileceğiniz kadar geniş, okurların sizinle iletişim kurup sohbet edebileceği hatta misafir ağırlayabileceğiniz kadar bir alan.
Sonuçta orada bir yaşam alanı yaratıyorsunuz değil mi?
On gün boyunca bir yaşam alanı yaratıyorsunuz. Kitaplarınızı sergileyeceğiniz kadar bir alanınızın olması lazım. Çok fazla emek isteyen bir kitabı yayımlıyorsunuz. Kitabı da çok seviyorsunuz, yayımlarken çok mutlusunuz ancak o kitabı hiç bir şekilde okura ulaştıramıyorsunuz. Belki tek önemli fırsat fuar diyorsunuz ancak orada da bunu yapamıyorsunuz.
İlk günden bu yıla kadar iletişim kanallarını açık tuttuk. Tüm iyi niyetli girişimlerimiz, çok nazikçe söyleyeyim, tırnak içinde nazikçe, profesyonelce reddedildi. Bizim orada çalışan, bizimle iletişim kuran arkadaşlarla bir sorunumuz yok, olamaz da zaten. Onlar görevlerini yapıyorlar. Sonuçta maaşlı elemanlar. Her seferinde söylenen cümle ve en çok rahatsız eden cümle şu oldu; “Yer yok.”
Uygun yer yok, yer boşalmıyor ancak gözünüzün önünde birçok yayınevi, yeni yayınevi, hatta yayınevi olmayan yerler, tuhaf tuhaf kurumlar devasa yerlere geliyor. Bunu söylememize rağmen de anlamsız açıklamalar yapılıyor. “Biz ne yapmalıyız ki sizin gözünüzde bir yayınevi olabilelim ya da uygun bir yayınevi olabilelim” diye soruyoruz en son. Ne istiyorsunuz yani? Bizim tek istediğimiz fiziken uygun bir stand vermeleri. Baktık ki olmayacak, aldığımız cevaplar aynı tarz mekanik, klişe cevaplara dönüştü. Yani çözüme yönelik değil de geçiştirmeye yönelik. Elde kalan, kimsenin gitmek istemediği standları satmaya yönelik bir hareket olduğunu fark ettik. Bu şekilde katılmamızın hem bizim hem de okurumuz için daha sağlıklı olacağını düşündük ve katılmadık.
Kendinizi tam anlamıyla bir yayınevi olarak ifade ettiğinizden bu yana fuarın içinde olduğunuzu söylediniz. Peki bu süreçte fuara katılmak için verdiğiniz emeğin karşılığını alabildiniz mi?
Kesinlikle hayır! Bizim açımızdan ya da bizim gibi standlar için söyleyebilirim bunu. Bu konu stand yerleri ile ilgili aslında. Herkesin anlayabileceği bir örnek verelim. Bu benim çok hoşlandığım bir örnek değil aslında ama anlaşılsın diye söylüyorum. Köşe başı dükkan ile pasaj içindeki dükkan aynı olabilir mi?
Mümkün değil.
Tam olarak durum bu. Dolayısıyla bizim konumumuzdakiler standlar için verilen emeğin, harcanan paranın asla bir karşılığını alamıyorsunuz. Tam tersi her seferinde oradan negatif sonuçlarla geri dönüyorsunuz. Hem maddi hem de manevi anlamda. Bizim için manevi tarafı çok önemli. Açık söyleyeyim, stand yeri bir yayınevinin imajını belirliyor. Bu çok açık. Bu benim bildiğim bir şeydi ancak yine de kitapla ilgili pek çok kişiye bunu sordum. “Tek cepheli, arada kalmış yayınevlerinin standları size nasıl bir imaj veriyor” diye. Herkes aynı şekilde, “Kenarda kalmış, önemsiz, basit, tırnak içinde “ezik” yayınevleri” diyor.
Okurun gözünde de bu böyle mi? Onlarla da konuştunuz mu?
Okur gözünden veya kitapla ilgili kişiler gözünden de aynı. Biz bunu zaten bildiğimiz için, oraya bir sürü para ya da emek harcayıp itibarımızı zedelemek istemedik daha fazla. Bir sefer daha aynı sebeplerden ötürü katılamadık. Para kelimesini çok kullanmak istemiyorum ancak bir para harcanıyor ve çok ciddi paralar olduğunu söyleyeyim. Karşılığını hiçbir şekilde alamadık.
İstediğinizi alamadığınızı söylüyorsunuz. O halde bir bakıma okur da istediğini alamıyor. Çünkü yayıncı okuruyla buluşamıyorsa okur da yayıncısıyla buluşamıyor.
Aynen, bunu öğrendik işte, sosyal medyadan konuyla ilgili yaptığımız açıklamadan sonra bize gelen yorumlardan. Okurlarımızın inanılmaz desteği var. Hiç bu kadarını beklemiyorduk açıkçası. Hakikaten yalnız hissediyorduk kendimizi ancak olmadığımız çok açık. Okurların da bunun farkında olması sevindirici. Aynı sıkıntılar onlar için de geçerli. Okur da istediği yayıncıyla buluşmakta zorlanıyor.
Bakın lafı dolandırmadan, çok açık şekilde söylüyorum; TÜYAP bir fuar organizasyon şirketi. Kitap ise onun yaptığı fuarlardan bir tanesi. Tamamen ticari saiklerle kurulmuş, maksimum kar amacı güden bir şirket. Fakat yayıncılık öyle bir sektör değil, olmamalı. Onlar her düzenlediği fuarda böyle hareket edebilir ama kitapta etmemeliydi. Fakat orada da aynı şekilde devam ediyor. Dolayısıyla kriteri, “Bizim her fuarımıza gelen, her verdiğimiz standı alan, bize para kazandıran yayınevi ya da kurumlara öncelik veriyoruz” şeklinde.
Tamamen maddi yani.
Tamamen maddi, tamamen duygusal. 🙂
Odakule’deyken çok büyük heyecanla katıldığınızı söylediniz. Beylikdüzü’ne taşınmasının ardından ne değişti. Odakule’nin şehir merkezinde olması mıydı tek sebep.
Bu çok açık aslında. Kültür-sanat faaliyetleri şehrin merkezinde yapılır. Niye bütün sinema, tiyatro salonları merkezde. Onları da alıp Beylikdüzü’ne götürelim. Kimse gider mi? Gitmez. Tamam, fiziki olarak merkezde öyle bir fuar alanı bulamadık dediler. Bana göre birazcık o da şaibeli. Bulunabilirdi. Burada niyet önemli ama şirket merkezini Beylikdüzü’ne taşıdı, oraya ciddi bir yatırım yaptı. Bu yönüyle itiraz edilecek bir şey değil. Yaptıkları faaliyeti kendi tarzlarında gayet iyi yapıyorlar. Benim itirazım onların ticari faaliyetlerine değil. Dolayısıyla biz de Beylikdüzü’ne gitmek zorunda kaldık.
Beyoğlu’nu biliyorsunuz, geçmişten beri İstanbul’un kültür merkezi. Kitabın da orada olması, oradayken bir sürü bileşenin etkinliğe çok daha kolay dahil olabilmesi, yazarların, çizerlerin, okurların, oraya değer katacak herkesin çok kolay bir araya geliyor olması orayı çok güzel, keyifli, sıcak ve çok kültürlü bir ortam yapıyordu.
Şu önemli sanırım, Beylikdüzü’ndeki fuara gitmek için insanlar genellikle hafta sonlarını bekliyor. O yığılmaları siz çok daha iyi biliyorsunuz. Aynı kalabalığı hafta içinde göremiyorsunuz. Bu muhtemelen ulaşımın zor olmasından kaynaklı. İnsanlar işten çıktığında oraya dahil olamıyor, bir etkinliğe katılamıyor.
İstanbul’da fiziki uzaklık çok önemli bir şey. Tek ulaşım kanalı metrobüs oldu, tıklım tıkış. Buna katlanamayacak insan çok açıkçası. Mesela ben sadece bir okur olsaydım, gerçekten bir kere gidebilirdim. Odakule’deyken ise dokuz günün beş günü gidiyorduk. Ama Beylikdüzü’ne gittiği zaman gidip gitmemeyi düşündüğüm anlar oldu. Arabayla gitseniz dert, toplu taşımayla gitseniz dert. Fiziki uzaklık çok ciddi bir problem. Ona rağmen okurlar inanılmaz bir gayretkeş göstererek geliyorlar. Onları da ayrıyeten takdir etmek lazım.
TÜYAP farklı kentlerde de kitap fuarı yapıyor. Peki İstanbul’da yaşanan sorunlar diğer kentlerde de yaşanıyor mu? Yoksa sadece İstanbul’a has sorunlar mı bunlar?
Biz farklı şehirlere gidemedik. Oralarda da yer problemi var. Talep ettik. İlk başlarda böyle bir talepte bulunmadık ancak yeni yeni talep ettik. Bunlar hep ekonomik güçle ilgili. Farklı kentlerde fuara katılmak çok ciddi maliyetlet gerektiriyor. Yayıncılık sektörü ticari olarak çok başarılı bir sektör değil. Dolayısıyla yayıncıların bir çoğunun ciddi ekonomik sıkıntıları var. Bazı yayınevleri hariç pek çoğunun ekonomik sıkıntıları olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla şehir dışına gitmek kolay değil. Birkaç senedir talep ediyoruz, “Yer yok” diyorlar. Ama gidenlerden öğrendiğim kadarıyla İstanbul’daki bizim şu an gündeme getirdiğimiz standların dengesizliği ve eşitsizliği sorunu var. Bunun dışında daha büyük sorunların olduğu söyleniyor.
Ne gibi sorunlar?
Başka şehirde lojistik destek, barınma, kalacak yer, maliyetlerin çok yüksek olması gibi sıkıntılar meydana geliyor. Şöyle bir talep olduğunu biliyorum. TÜYAP şehirdışında bir organizasyon yaptığında barınma ve diğer ihtiyaçlar konusunda ön ayak olup kolaylık sağlamalı. Belediyelerle iş birliği yapmalı mesela. Aksi takdirde hakikaten astarı yüzünü geçen bir durum oluyor diye duydum.
Siz Türkiye Yayıncılar Birliği’ne üyesiniz. TÜYAP da bu işi Yayıncılar Birliği ile birlikte yapıyor. Peki Türkiye Yayıncılar Birliği, İstanbul’da düzenlenen ya da TÜYAP tarafından düzenlenen kitap fuarlarının neresinde kalıyor. Ne kadar dahil olabiliyor? Nasıl bir duruş sergiliyor?
Ben aslında Türkiye Yayıncılar Birliği’ne son iki senedir üyeyim. Yönetim değiştikten sonra üye olmaya karar verdim. Önceki yönetimlerin pasif olmalarından dolayı gerek görmedim. Şimdiki yönetim çok aktif. Elinden gelen her şeyi yapıyor. Bir şeyleri değiştirmeye, düzeltmeye çalışıyorlar. Sorunlarla ilgileniyorlar. Yayıncılar Birliği’nin çok büyük bir gücü yok. O güçleri oranında, en azından girişimlerde bulunuyorlar. Bu bir kere takdire şâyan bir durum. Ben de şu anda içindeyim, görüyorum, takip ediyorum. Şu an yaptıklarından dolayı tam destek veriyorum. Bir kere bu bir. İkincisi, evet, birlikte bir organizasyon yaptıkları çok açık. Yayıncılar Birliği organizasyonu üstlenmiyor ama ona destek veriyor. Birlikte yapıyor olması TÜYAP için işi çok kolaylaştırıyor. Fakat bu tür sorunları uzun bir zamandır konuştuklarını da biliyorum. Neden çözülemediğini, niye yol almadığını bilmiyorum. Yani Yayıncılar Birliği’nin elinden geleni yaptığından eminim ama herhalde TÜYAP bu konuda direniyor gibi geliyor.
Yani Türkiye Yayıncılar Birliği, TÜYAP’a sorunların giderilmesi için baskı yapıyor, doğru mu?
Evet, girişim var. Çok net bir girişim var fakat bu herhalde güç dengesiyle ilgili bir şey. Öyle tahmin ediyorum. Yayıncılar Birliği’nin gücü oranında bir faaliyet gösterdiğini biliyorum. Bu konuyla ilgili şöyle bir eleştiri yapabilirim; fuara katılan çok çok iyi yayıncılar var, belki de fuarı anlamlı kılan yayıncıların hepsi Yayıncılar Birliği’nin üyesi. Hakikaten çözülmek istense bu açıdan bakılarak çözülebilir. Yayıncılar Birliği’nin bu konuda bir girişimi olduğunu söyleyebilirim. Elinden geleni yaptığını görüyorum. Ya da elinden geldiğini düşündüğü şeyi yaptığını… Belki daha fazlası geliyordur, onu göremiyor olabilir. Bundan sonra ben de bu konuda biraz daha aktif olabilirim.
Bu sıkıntılar aslında sadece sizin sıkıntınız değil. Geçen yıl fuarda yayıncılarla sohbet etme fırsatı bulmuştum. Özellikle belirli bir alanın dışında kalan yayıncıların birçoğu benzer durumlardan bahsetti. Diğer yandan TÜYAP yeni salonlarla fuar alanını genişletti. Peki size göre bu salonlar yayıncıların sorunlarına bir çözüm oldu mu?
Elbette olmadı. Sonuç itibariyle TÜYAP, ticari kazancını biraz daha artırdı diyebiliriz. Başka da bir faydası olduğunu ben sanmıyorum. Şöyle tarif edeyim; TÜYAP’a giden herkes bilir, 2. ve 3. salonlar aslında ana salonlar. İlk başta var olan salonlar ve okurlar da hala oralarda dolaşıyor. O kalabalıktan bunalanlar arkaya kaçıyor, arkaya kaçanlar 10. salona yani bizimde şimdiye kadar hep katıldığımız salona geliyorlar. Bizim de arkamıza, üstelik orada bir koridor var, 12. salonu açtılar. Bu üçüncü senesi olacak galiba, oranın da daha aktif olmasını bekliyoruz. Peki oralar daha aktif olana kadar geçen sürenin bedelini niye yayıncılar ödüyor? O zaman orada şöyle yapabilirlerdi. Çok basit; önemli büyük yayınevlerini oraya alabilirlerdi, zaten okur ister istemez oraya gidecekti, çekim merkezi yapacaklardı. 2. ve 3. salonu biraz rahatlatıp diğer katılamayan, katılması gereken çok kaliteli, çok iyi kitap üreten yayınevlerini koyacaklardı. Dolayısıyla okurlar da hem onları hem yayınlarını görmüş olacak hem de diğer salona geçmek için o standları gezmiş olacakdı. Böylece 12. salon da daha aktif olacaktı. Ne oldu? Aynen şöyle oldu. Yeni açılan salonda her zamanki gibi bazı yayınevleri yer kapmak adına, ön kapmak adına oralardan da büyük standlar aldılar. Ekonomik güçleri var. Kalan yerleri de bizim gibi yayınevlerine verdiler. Ben oradaki yeri kabul etmedim. Zaten dört-beş sene kaybetmiş durumdayım okurumla buluşmak için. Dört-beş sene de o salonlar aktif olana kadar kaybedecek durumum yoktu.
O halde stand dağıtımı konusunun çözümü basit diyebilir miyiz? Geçen yıl Kadıköy Kitap Günleri’ne katılan yayınevleri ile görüşmüştük ve onlar da benzer sıkıntılardan dolayı katılmama kararı aldıklarını ifade etmişlerdi. Bu adaletsizliğin giderilmesi bu kadar basit ise çözüm neden uygulanmıyor?
Uygulanmıyor işte. Dediğim gibi sadece ticari olarak bakarsanız bu işin içinden çıkamazsınız.
Peki bu durumdan sadece TÜYAP mı sorumlu yoksa yayınevleri de mevcut düzenin korunmasını mı istiyor?
Evet evet. Biz de haksızlık da yapmayalım. Bir de konuyu açalım mı biraz. Şimdi, aslında bir kaç önemli şeyi de unutmak istemiyorum, bunu da söylemem lazım. Türkiye okuma alışkanlığında 86. sırada, kitap üretme çeşitliliğine bakıldığında 6. sırada. Bu ne demek biliyor musunuz? Okuyan yok, kitap çok. Ya da okuyan çok az, 86. sıradayız ama çeşitlilik bakımından 6. sıradayız. Bir sürü kitap üretiliyor ama alan yok. Bu da yayıncıları, yayıncılık sektöründeki rekabeti saldırgan hale getiriyor bence. Etik olmayan yöntemlere itiyor. Haksız rekabete, ahlaksız rekabete itiyor. Özellikle elindeki fazla üretilen kitapları satmak isteyen yayıncılar… Ben yıllardır söylüyorum, “Bu kadar kitabı niye üretiyorsunuz? Depolarda milyonlarca kitap ne olacak?” diye. Kendi başımıza söylüyoruz, bir anlamı yok. Dolayısıyla bunları satacak alanlarda kavga başlıyor. Daha doğrusu güçlüler alan kapıyorlar. Bazı yayınevleri var, çok büyük standlar açıyorlar fakat hiç bir yayıncılık faaliyeti göstermiyorlar bana göre. Ama o butik yayınevi veya kaliteli yayın üretip tek işi bu olan ama pazarlama, satış veya bu tür şeylere fazla ilgi göstermeyenler geri planda kalıyor. TÜYAP gibi organizatörler, perakende sektörü veya dağıtım sektörü bundan yararlanıyor. Çok açıkça diyor ki, “Ürün çok. Sen olmazsan bir başkası var. Sen almazsan ben ona satacağım.” Onların elini çok güçlendirmiş yayıncılar. Dolayısıyla TÜYAP da haklı olarak, ticari düşündüğü için çok kolay satabileceği, para kazanabileceği kişiler varken neden seninle uğraşsın? Ama bizim derdimiz o değil tabii ki. Biz de diyoruz ki; “Kitap fuarı ticari olarak düşünülemez”. Bu bir sorumluluk. Niye belediyelerin tamamı bedava kitap fuarı düzenlemeye çalışıyor. Dertleri ne? Çünkü bu bir sorumluluk. Kitap okuma alışkanlığını artırmamız her bakımdan, ülke için, toplum için her bakımdan yararlı bir şey. Bunu herkes biliyor. Üretilen kitapların da bu sorumlulukla üretilmesi, bu sorumlulukla satılması gerekiyor. Dolayısıyla fuar alanlarında kültürel çeşitliliği sağlama zorunluluğumuz var. Hatta kanun olması lazım. Yani TÜYAP gibi şirketlere diyebilecek ki bir otorite, “Hayır, bu şekilde yapamazsın. Bu yayıncı da buraya gelecek, bu yayıncının da okuru onu görecek. Hatta onun okuru olmayan okurlar da görecek. Belki orada hakikaten çok güzel kitaplar var. Okunması gereken, topluma çok faydalı olacağını düşündüğümüz kitaplar var. Sen buna izin vermezsen nasıl buluşacaka bu okurla bu kitap?” Dolayısıyla bu konunun organizatörlere bırakılmaması gerekiyor. Belli prensipler, belli kurallar üzerinden hareket edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla bu sadece TÜYAP’ın, daha doğrusu TÜYAP, Eylül Fuarcılık’ın ya da diğer fuar organizatörlerinin inisiyatifine bırakılamayacak bir konu.
Fuar alanını görüyorsunuz değil mi? Çarşı pazara dönmüş durumda. Hiçbir düzen, hiç bir mantık, hiç bir estetik var mı? Koca koca standlar, flamalar… 2 katlı 3 katlı standlar var yahu! Bunun etrafında, arkasında kalanlar ne olacak? Böyle bir şey olabilir mi? İsteyenin istediğini yapabilme durumu olabilir mi?
Bunda belli bir standart uygulanmıyor mu?
Kakafoniye dönmüş durumda. Bir pazar yeri gibi herkes ürününü satmaya çalışıyor. Fuarın amacının bu olmadığını zaten konuşuruz.
Diyelim ki bir ara verdiniz. Daha önce de bir ara vermiştiniz.
O sessiz bir araydı, bu daha sesli bir ara olacak.
Gelecek yıl ya da daha ileride bir tarihte yeniden katılmak istediğinizde, tekrar sizin bugüne kadar faaliyette olduğunuz stand size tahsis ediliyor mu ya da muadili bir stand? Yoksa bu sefer ilk kez katılacak yayıncı gibi en baştan mı başlamanız gerekiyor?
Zaten bize ilk kez katılacak yayıncı gibi muamele yaptıkları için, şu anki standlar zaten en kötüleri oldukları için yine onu önereceklerdir. Bakın iddia ediyorum, bize verdikleri stand fuar alanındaki 600 tane standtan en kötü 20 taneden biri. 5 yıldır ısrarla bunu yapıyorlar. Ve ben yakın zamanda öğrendim ki, bana “Yer yok” demelerine rağmen iki yan komşuma yeni yerler önermişler. Üstelik son bir hafta içerisinde. Israrla istememize ve onlar da ısrarla “Yer yok” demelerine rağmen, yan komşum olan iki tane yayınevine yeni yerler verildiğini duydum mesela. Yani bu hakikaten çok rahatsız edici. Bu ayrımcılığın, çifte standardın sebebini de bilmiyoruz. Aynı parayı ödüyoruz. Fuar alanındaki en güzel stand yerinin ücretiyle en kötü stand yerinin ücreti aynı. Hiçbir fark yok. Zaten bu da bir dengesizlik. En azından burada bir farklılık yapsalar kısmen çözmüş oluyorlar. Bu bir çözüm değil ama kısmen çözülmüş oluyor. Ben bir daha söylüyorum, fuara katılmak istiyoruz kesinlikle. Yani, belki fuarın eski havası ve amacı kalmadı onu da söyleyeyim ama katılmak istiyoruz. Ziyaretçilerle, okurlarla bir araya gelmek hala heyecanlandırıyor bizi. Bize birisi geldidği zaman, “Sizi arıyorduk” dediği zaman çok mutlu oluyoruz. “Maya Kitap siz miydiniz?” Canlı kanlı görüyorlar ya bizi, biz de onları canlı kanlı görüyoruz ya, bu hakikaten çok hoş bir şey. Biz eski kafadan kitapçılar, yayıncılar olabiliriz. Yayıncılığa yeni bulaşmış olabiliriz, 11 yıllık yayıncı olabiliriz ama kitapla ilişkimiz çok eski olduğu için hala bu bizim çok hoşumuza gidiyor bu ilişki. Ben yayıncı olmadan önce fuarlara gidiyordum. Bir yazarı görmek ne kadar mutlu ediyordu bizi… İmza kuyruklarına giriyorduk, vesaire. Şimdi aynı şey şu anki okur için de geçerli. Biz dolayıısıyla hala katılmak istiyoruz. Fiziki olarak yerimiz düzenlenmiş olsaydı, bir yer tahsis edilmiş olsaydı, duyduğum stand yerlerinden birini bize vermiş olsalardı, biz zaten böyle bir karar almayacaktık. Ya da ben böyle bir şey konuşmayacaktım. Bu saatten sonra al sana yer deseler de bu beni tatmin etmeyecek, ben bunun toptan düzelmesini istiyorum. Yani bana seneye gel sana şöyle bir yer verelim dediklerinde buna itiraz eder miyim, etmez miyim bilmiyorum ama aslında bunun toptan düzelmesini istiyorum. Bireysel çözümün çok anlamlı olmadığını biliyorum. Fakat yayıncılar ya da Türkiye Yayıncılar Birliği bu konuda ortak hareket ederse ben tabii ki içinde olacağım. Fakat etmezseler belki bireysel çözüm bulmaya çalışacağım. Yani orada olmak istiyoruz ama aynı yere bir daha girmeyeceğiz. Bu konuda kararlıyız.
Peki diğer yayınevleriyle bu konuyu konuştunuz mu? Stand yerlerinin dağıtımı üzerine, fuara katılıp katılmamak ya da bir alternatif üretmek üzerine?
Evet, her yıl. Her yıl konuşuruz tabi. Gündem konusu fuar yeri olmuyor ama bir araya geldiğimizde kesinlikle konu açılıyor. Ama şunu da söyleyebilirim, birçok yayıncı az önce söylediğim sebeplerden dolayı, rekabetteki tutumlarından dolayı çok samimi değiller. Herkes burada bireysel çözüm peşinde. Belki de ortam onu gerektiriyor. Kendilerine göre iyi yer bulanlar, bu konuyu tabii açmıyorlar ama hep şikayet var.
Bu samimiyetsizlik konusu açılmışken şöyle bir soru sorayım. Yayıncılık dışardan bakıldığında herkesin mutlu, keyfinin yerinde olduğu, sevdiği işi yaptığı, kitaplarla haşır neşir olduğu, ticari kaygılardan uzak olarak görülüyor. En azından salt okur olan ve sektörün içerisinde yaşananları bilmeyenler tarafından. Peki işler gerçekten güllük gülistanlık mı?
Bununla ilgili aslında ben yıllar önce bir yazı da yazmıştım. Bu konuyla ilgili en çok konuşabileceklerden birisi de benim. Yetkin olduğumu söylemiyorum ama bu konuda dolu olduğumu söyleyeyim. Ben bunu ikiye ayırıyorum, 2000’e kadar olan süreç ve sonrası. Beylikdüzü’ne taşındıktan sonra sanki bir milat oldu. 2000’den önce yayıncılık faaliyeti az önce sizin söylediğiniz gibi bir faaliyetti. Hakikaten, tabii ki ticariydi yine. Murathan Mungan söyledi bir toplantıda, bunun arkasına (kitabı gösteriyor) fiyatı koyup, barkodu koyduğunda bu artık bir üründür. Aslında doğru. Bu bir ticari faaliyet fakat yayıncılık faaliyetinin içerisine giren insanlar oraya yakışan, orayı seven, orayla ilişkisi olan, kitabı seven, iyi şeyler üretmeye çalışan insanlardı. En büyük derdi para kazanmak olmayan, çok ciddi sıkıntıları olmayan, kitap basalım, çok kazanalım rekabet edelim, stand alalım, böyle dertleri olmayan, bu ilişkilere girmeyen, tam da az önce bahsettiğin gibi bir ortamdı. 2000’den sonra, bu arada Türkiye’nin de yönüyle ilgili bir şey… Hani biz 80’lerde piyasa ekonomisine geçmiş gibi görünsek de, 2000’lerden sonra piyasa ekonomisine tam anlamıyla geçtik. 80’de geçtik de 2000’den sonra bu tam anlamıyla bir seviye atladı. Dolayısıyla bu piyasaya da sadece ticari kafayla giren bir sürü yayınevi oldu.
O zaman şöyle diyebilir miyiz? Para araçtı, sonra amaca döndü.
Evet ama herkes için değil. Yine çok iyi yayıncılık yapan, çok kaliteli yayınlar üreten yayınevleri var. Hatta, 2000’lerden sonra kurulan yayınevlerinden yüzde yetmişi ticari, otuzu da çok iyi yayıncılar. Çok basit bir oran. Ben tahminen söylüyorum ama çok isabetsiz olduğunu sanmıyorum. Bu otuzu çok iyi yayıncılar. Benim de hayran olduğum, kitaplarını takip ettiğim yayıncılar. Biz de iyi yayıncılık yapmaya çalışanlardanız. Birinci plana hiç bir zaman ticari şeyleri koymak istemedik. Ama elbetteki hayatta kalmak için hesap kitap yapmak zorundasınız, o ayrı bir şey. Ama 2000’den sonra kurulan yayınevlerinin birçoğu ticari kafayla kuruldu. Onlar kesinlikle sektörü domine ettiler. Alt üst ettiler, bütün paradigmaları mahvettiler. Bütün o yayıncılığın dışardan bakılınca çok itibarlı, nezih görülen, herkesin içinde olmak istediği bütün o değerleri tahrip ettiler. Bakın çok açık söylüyorum. Çok açık ve net tahrip ettiler. Kitabı ürün yaptılar, mal dediler. Efendime söyleyeyim, rekabette gittiler bir sürü dağıtımcıyı, perakendeciyi baştan çıkardılar. Dolayısıyla sektör ne yazık ki rotasından çıkarılmış durumda.
Kitap fuarının amacı neydi? Kuruluştaki amacı neydi, bugün gelinen noktada ne oldu? Amaç değişti mi?
Gelişmiş ülkeler olarak ifade edilen ülkelerden farklı olarak bizim gibi ülkelerde örneğin tişört üretirsin, yüz bin tane satış noktası vardır. Teknolojik alet üretirsin, hemen hemen yer yerde, her adım başı bir tane satış noktası vardır. Hemen hemen tüm ürünleri tüketicilerin alabilecekleri pek çok alternatif yer vardır ama kitap için öyle bir şey var mı? Kitabevi sayısı sınırlıdır, İstanbul’un bazı semtlerinde hiç kitabevi yok. Yüzlerce semtte hiç kitabevi yok. Kitabevi yok diyorum bakın, bakkal yok demiyorum. Telefoncuydu manavdı hepsinden yüzer tane var. Hepsinden fazla fazla var. Her yerde, her semtte AVM var ama kitabevi yok. Kitaplar çok zor üretiliyor, hele ki bu çeviri kitaplar. Alma, çevirme, hazırlama, kapak derken iki yılı buluyor. Yayınevleri ürettikleri, ortaya çıkardıkları, yayımladıkları kitapları okura nasıl ulaştıracaklar? Nasıl gösterecekler o kitabı? “Biz böyle bir kitap çıkardık. Çok güzel bir edebiyat yahut kurgu dışı… Bunu görmeni isteriz, bunu okumanı isteriz” diyebilecekleri neresi kalıyor? Fuarlar kalıyor. Fuarlar kitapla okuru, yayıncıyla okurunu buluşturma alanları olmak zorunda. Tek amacı buydu.
Çok ilginç bir şey söyleyeyim size. Sektördeki bu ticari sıkıntılardan dolayı, yani satış alanlarının çok az olmasından dolayı devletin fuarda tek satış izni verildiği sektör kitap sektörüdür. Fuarda satış, sıcak satış izni verilen tek sektör kitap sektörü. Satış da yapmamıza izin vermiş yani. Hem kitabı okura tanıtmamıza hem de satış yapmamıza izin vermiş. Çünkü kanal çok az. Gelelim şimdiki zamana. Ne oldu? Büyük yayınevleri her yerde alan kaptıkları gibi fuarlarda da alan kaptıklar. O zaman okuruna ulaşamayan yayıncı fuarda da ulaşamama noktasına geldi. E zaten ulaşamıyordu bu, diğer de zaten ulaşıyordu… Her yerde ulaşan o, fuarda da kap o yeri, engelle. Butik yayıncılar nasıl ulaşacak okuruna? Yani fuarın amacı her türde, her çeşitte yayınevinin okuruyla buluşmasını sağlamak, eşit şartlarda sağlamak olmalıydı. Öyleydi de. Odakule’de öyle değil miydi? Standlar birbirine ne kadar benzer ve yakındı. Herkes herkesi görebiliyordu. Buydu yani, istenen bu kadar. Başka bir şey istemiyoruz.
İstanbul’daki hatta Türkiye’deki en önemli organizasyon aslında TÜYAP. Hemen her yayıncı TÜYAP’ın İstanbul Kitap Fuarı’nı fuar takviminin başlangıcı olarak görüyor. Alternatif fuarlar düzenlense de bunların gerçek anlamda bir alternatif yarattığını da söyleyemiyoruz. Diğer yandan TÜYAP bir aracı. Peki yayıncılar TÜYAP’a nasıl bir değer katıyor sizce?
Harika bir soru. Çünkü çok önemli bir şey var burada. Bunu da söylememiz lazım, umarım bu konu konuşulur. Biz hata yapıyorsak bize herkesin içerisinde söylesinler hata yapıyorsunuz diye, söylediklerimizden dolayı. TÜYAP bir fuar şirketi değil mi? Türkiye’de kaç tane fuar şirketi var? Bilmiyoruz bile. Bir sürü vardır. Biz niye TÜYAP’ı biliyoruz? Kitap fuarı yaptığı için. Kitap fuarı yaptığı için herkesin gördüğü, fark ettiği bir şirket haline geldi. Bunun ona nasıl bir marka değeri kazandırdığını, neler kattığını tahmin bile edemeyiz. Artı, fuar olduğu sürece neredeyse dokuz gün boyunca her kanalda, reklamı yapıyor mu? Gerçi reklam demeyelim, haberi yapılıyor mu, yapılmıyor mu?
Yapılıyor.
Bu reklam anlamına gelmiyor mu bu şirket için. Bunun maddi karşılığını hesaplamak bile güç. Bizim mesela bir yayınevi olarak fuar süresince, TÜYAP’ın adının geçtiğinin yüzde biri kadar adımız geçse kim bilir ne hale geleceğiz. Dolayısıyla kitap ve yayıncılar üzerinden böyle bir itibar elde edip, hatta böyle bir kazanç elde edip sonra da yayıncıların bir çoğunu yok saymak, ötekileştirmek, ayrımcılık yapmak hiç doğru değil. Yani Yayıncılar Birliği’ne de buradan söylüyorum, bizim başkana da söylüyorum buradan, “TÜYAP bütün bu gücünü, bütün bu kazancını yayıncılar üzerinden elde etti. Şimdi onları bu kadar dışlayamaz, bu kadar yok sayamaz. Hepsine hak ettiği değeri, itibarı vermek zorunda. Bilmiyorum tabii ki fuarcılık nedir falan. Diğer fuarlarda stand ücretleri nedir bilmiyorum ama 600 yayınevi katılıyor ve burada stand ücretleri gerçekten çok yüksek. Bir de giriş parasını, ücretli olduğunu düşünürsek hakikaten çok ciddi ticari kazanç da var yani. Diğer yanda ise ben bir çok yayınevinin oradan üstüne para vererek ayrıldığını biliyorum. O stand ücretini çıkaracaksın, eleman ücretini çıkaracaksın, kitap maliyetlerini, yeme-içmeyi, kargo parasını çıkaracaksın… Mümkün değil. Yani belki 600 tane yayınevinden 60 tanesi bunu yapabiliyordur.
Özellikle yeni açılan salonlarda, “Biz zarar edeceğiz ama insanlar geliyor ve biz okurumuzla buluşalım istiyoruz” düşüncesiyle hareket eden pek çok yayınevi var.
Evet, bile bile. Yani madem bunu ortak yapıyoruz, Yayıncılar Birliği ile ortak yapıyor, niye sadece biz zarar ediyoruz? Zararı paylaşalım. Madem bu salonu bir yere getirmek istiyoruz, tek başımıza niye sırtlanıyoruz bunu. 12. Salonu, şu salonu, bu salonu kıvama getirmek için tüm çabayı niye yayıncılar versin? Niçin bütün bedelini yayıncılar ödesin. Orayı yarı ücretli yap o zaman belli bir zamana kadar. Ziyaretçi sayısı artana kadar yüzde elli indirimli yap. Niye yapmıyorsun? Sen sadece kendini korursan nasıl olacak bu iş? Olmaz. Hiçbir eşitlik, hiçbir adalet, hiçbir mantık bunu kabul etmez. Ama dediğim gibi yayıncıların her boşalan alanı doldurma çabası, her yerden ön kapma, yer kapma çabası fuar organizatörlerini de, dağıtımcıları da, perakendecileri de yayıncılar karşısında çok güçlü yapacaktır. Önce yayıncıların bu saldırgan tavrından kurtulmaları gerekiyor. Satış pazarlama anlamındaki saldırgan tavırdan kurtulmaları gerekiyor. Ve belki buradan bilmiyorum, bu konu konuşulur mu, tartışılır mı ama şu inanılmaz kitap üretiminden vazgeçmeleri gerekiyor. Yazık, kağıda yazık. Depolar milyonlarca kitapla dolu. Kimse okumuyor. ISBN verileri var, şu kadar kitap üretildi diye. Üretildi de ne oldu? Alındı mı, okundu mu? Ne oluyor ki üretilince. Türkiye’de araştırılsın en çok kitapçı deposu vardır. İddia ediyorum. Her yayınevinin ikinci üçüncü deposu olmaya başladı. Ne yapacak? Kelepirciler bile kitap almıyor artık.
Burada bir şeyi eleştiriyorsunuz. Peki buna nasıl bir çözüm üretilebilir. Tamam bir fuarcı değilsiniz ancak nasıl olabilir içerideki planlama, yerleşim?
Ben Türkiye Yayıncılar Birliği’nde Kültür Komisyonu üyesiyim ve biz ayda bir defa bir araya gelip yayıncıların sorunlarını konuşuyoruz. Konuşmak aslında benim çok sevdiğim bir şey değil, ben eylemi daha çok seven bir insanım. Eskiden de giderdik bir şeyler yapmak isterdik. Sonra konuş konuş sıkılırdım, bırakırdım. Bir şey yapmayacaksak niye konuşuyoruz. Fakat bu yaptığımız iş hakikaten çok konuşma gerektiriyor ancak çözüm üretip sunabilme gücümüz olan bir yerdeyiz. Biz konuşacağız, çözüm önerileri bulacağız, bunu ancak sunabiliyoruz. Ötesinde bir şey vermiyorlar, elimizde bir yetki yok. Zaten bizim her zaman yaptığımız gibi Avrupa’dan kopyala yapıştır yöntemiyle her şeyin bir çözümü var. İşte fuarla ilgili Fransa’nın yaptığı bir takım uygulamalar var, gidilmiş görülmüş. Gayet başarılı olmuş. Yani yapılması gereken şu; yıkmak yapıcı bir eylemdir. Böyle bir aforizma da geçsin bu arada 🙂 Yıkacağız bütün fuar alanındaki stand yerleşim alanları, komple kaldıracağız, örnek şablonlardan bir tanesini alıp Türkiye’ye uygulayacağız, hepsi bu. Bu niyetle ilgili bir şey. Aslında bir çok şey niyetle ilgili ülkeyi de başka bir noktaya getirirseniz niyetinizle ilgili bir durum bu.
Türkiye Yayıncılar Birliği bir çok yayıncının birlikte hareket edebileceği bir organizasyon. Bu birlikte pek sağlanamıyor sanırım.
Yayıncıların bireysel çözümden vazgeçmeleri gerekiyor. Birlik olmanın amacı bu. Taksiciler Uber’i kovdu. Baktığınızda çok da ciddi bir şey gibi görünmüyor ama çok önemli bir şey yaptılar. Ben bu arada tırnak içerisinde Uber’in kalması taraftarıydım. ama birlik olmanın gücünü atlamak için örnek olarak veriyorum. Uber’i kovdular bu ülkeden. Göndermediler, bildiğin kovdular. Kovdular diyorum, çok şık olmayan bir şekilde, tasvip etmediğimiz bir yöntemle. Bir olmak bu işte. Bir olacaksın, birlikte hareket edeceksin. Bir de bu yayıncıların bir çoğu birlik olmanın felsefesini bildiklerini söylediler yıllarca. Yayıncılıkları, dünya görüşleri de buna göre aslında. Ancak birlikteyken bir şeyler düzeltilebiliri iddia edip her şeyi bireysel olarak çözmeye çalışıp ve kendimi kurtarayım gerisi umrumda değil mantığıyla hareket ettikleri için, az önce söylediğim gibi rekabette hiç hoş olmayan yöntemleri denedikleri için çözüm olmuyor ama birlik olarak çok kolay çözülebilir bir şey.
Peki diğer yayıncılara bir mesajınız var mı? Bir çözüm üretmen konusunda.
Evet, Maya Kitap olarak biz 11 yıldır varız ancak yayıncıların çoğu bilmiyor bile olabilirler. Haklılar da. Çünkü sektör toz duman halde. Bir sürü yayınevi açılıyor, bir sürü kitap çıkıyor. Kimse kimseyi takip etmiyor. Doğru düzgün gazete, dergi de kalmadı, kitap eki de kalmadı. Ne diyelim, fenomen olmuş kitap ekleri yok. Hepsi kapandı gitti ya da içeriği bomboş oldu. Ben de artık almıyorum açıkçası. Devamlı aldığım, ilk günden beri aldığım ekler vardı. Son bir senedir hiç birini almıyorum, onu da söyleyeyim. Dolayısıyla Maya Kitap’ı bilmiyor olabilirler. Ama biz içerik olarak 80’lerde kurulmuş efsane yayınevlerini örnek almış bir yayıneviyiz. İçerik olarak kaliteli, iyi kitaplar üretmeye çalışıyoruz. Onlar kadar olamadık. İstediğimiz noktada değiliz. Bizden iyi, takdir ettiğimiz bir çok yayınevi var ama konuyu biliyoruz. Ne yapılması gerektiğini de biliyoruz. Bire bir konuştuğumuzda hem fikir olduğumuz arkadaşlar da var. Başta TÜYAP sorunu olmak üzere her konu birlikte hareket edilerek rahatlıkla çözülür. Herhangi bir fuara katılmamak ne bir son ne de bir bitiştir. Bazen bir süreci atlatmak biraz zor olabilir, sıkıntı da yaratabilir ama o zorluğu aştıktan sonra yaşayacağın şeylerin senin için çok büyük bir anlamı, değeri var. Dolayısıyla böyle sorunları sürekli ertelemenin, görmezden gelmenin bir anlamı yok. Bu ciddi bir sorun ve seneye daha da büyük bir sorun olacak. Artarak devam edecek. Bunu çözmek için irade göstermek lazım. Hatta gerekirse alternatif fuar bile düzenlenebilir. Çok açık şekilde söylüyorum, hiçbir şekilde amacım bağcıyı dövmek değil. TÜYAP’ı bugün çok andık. Çok olumsuzlukları, yaptığı yanlışları olduğu için çok olumsuz andık. Ama o bir organizasyon şirketi, tek amacı bu. Bizim amacımız ise bu olmayacak. İki amaç birleşecek ve ortaya dengeli bir şey çıkacak. O ticari bir şirket, organizatör. Bir ise yayıncıyız, Yayıncılar Birliği’yiz. Geleceğiz, diyeceğiz ki, “Sen bu organizasyondan paranı kazan ama bu şekilde yap.” Şeklimizi belirleyeceğiz. Onlar organizasyonu yapacak, biz de gideceğiz okurumuzla buluşacağız. Keyifli, kaliteli, estetik –stand yerleri anlamında- tertemiz, örnek bir fuar düzenleyeceğiz. Onun dışındaki sorunlarımızda da, dağıtım, perakende gibi sorunlarımızda bu şekilde hareket edersek, mümkün değil çözülmemesi. Mümkün değil. Ama bu iradeyi göstermezsek böyle debelenip dururuz.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Şunu da söyleyeyim, Maya Kitap olarak biz yolumuza devam ediyoruz. Bu bizim için bir engel değil. TÜYAP’a katılamamak bizi okurlarla buluşamadığımız için üzüyor, onun dışında hiç bir üzüntümüz yok. Ticari bir kaygımız yok çünkü üstüne para veriyorduk. Ama okurlarla buluşmak çok keyifliydi. İstiyoruz katılalım. Dediğim gibi amacımız bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek. Hep beraber yemek. Bir salkımdan hep beraber yemek diyeyim, o kadar ileriye gideyim. 🙂 İşi birazcık romantikleştirelim. 🙂 Yani bu iş düzgün bir şekilde çözülebilir, çözemiyorlarsa versinler ben çözeyim. Bu kadar da iddialıyım. Böyle bir şeyimiz var, çözecek arkadaşlar da çok. Amaç irade göstermek, umarım olur. Olmazsa da herkesin canı sağ olsun.