Gürsen Özen son kitabı Lokumlu Masa’da, öyküleriyle okurları çocukların dünyasına götürüyor. Birbirinden keyifle okuyacağınız 9 öyküde büyükleri çocukluk yıllarında bir yolculuğa çıkarırken, çocukları ise kendi dünyalarına davet ediyor. Biz de bu birbirinden güzel öykülerin yazarı Gürsen Özen ile Lokumlu Masa üzerine Lokumlu Masa üzerinde bir söyleşi gerçekleştirdik.
Öğretmenliğiniz yazarlığınızı nasıl etkiliyor?
Yıllar boyu gençlerle çocuklarla birlikte olma, onların türlü hallerine tanıklık etme şansım oldu. Onları sadece sıralarına dizilmiş, attığımız bilgi haplarını tutmaya, yutmaya çalışan varlıklar olarak görmedim hiç. Ders içi ve ders dışı izlediğiniz bu çocuklar size bir yığın anekdot sunuyor. Teneffüsler özellikle çocuk kimliklerinin en doğal ortamları. Servisler, aile iletişimleri, sosyal etkinlikler; onları derslerin sınırlı değerlendirmeleri dışına taşırıyor ve bu ortamlarda eğer iyi bir gözlemciyseniz onları yeniden yeniden keşfediyorsunuz. Çoğu zaman derslerdeki çekiniklikleri arkadaşları arasında, bir sosyal etkinlikte kaybolup gidiyor. O silik çocuk yerine, özgüvenli, lider bir çocuk çıkıyor karşınıza. Parmak kaldırmada zorlanan öğrencilerimi sahneyle, mikrofonla, okul gazete ve dergileriyle tanıştırdığımda bunun olumlu dönüşleri öğretmenliğime ruh ve heyecan kattı hep.
Yaradılıştan çocuk yanıyla sözleşmesini imzalamış biri olarak öğretmenliğimi bu ruh halinden hiç kopmadan yaptığımı düşünüyorum. Okula her gün arkadaşlarımla öğrencilerimle bir oyun kuracakmışçasına koşa koşa gittim. Bu nedenle renkli, eğlenceli, oyunlu bir meslek yaşamım oldu. O günleri böyle anımsamak ne hoş değil mi? Evet, yazarlık ve çocuklar için yazmak doğal olarak onlardan edindiğim izlenimlerin bir yansıması olmuştur. Onlardan ödünç aldıklarımın yine onlara hediyesidir.
Fethiye’de uzun bir süre görev yaptınız. Bu dönem sizin hayatınızda özel bir dönem sanırım. Biraz bu dönemden bahseder misiniz?
Fethiye’de önce lise, özel dershane sonra da ilköğretim kurumlarında çalıştım. Uzun yıllar aynı çevrede bulunmak öğrencilerinizin gelişim süreçlerini geniş bir perspektiften görmenizi sağlıyor. Onları aile, arkadaş ve çevre ilişkileri içinde görebiliyorsunuz. Bu anlamda mesleğinizin üstüne onlarla abla, arkadaş, dost olarak da yoğun duygu aktarmaları ve paylaşımları yaşıyorsunuz. Okul sonrası buluşmalarından yeni yeni arkadaşlıklar, dostluklar oluşuyor. Öğrencilerinizin çocukları da öğrenciniz oluyor. Nesillerin öğretmeni olmak her ne kadar yaş ifşası olsa da sizi ön bilgilerle tanımış olmaları çok büyük avantajlar da sağlıyor.
Öykülerinizde kendi çocukluğumu hatırladım zaman zaman. O yıllarda hissettiklerimi… Benzer hikâyeleri yaşıyoruz hepimiz. Bir öğretmenin öğrencilerini bu kadar iyi tanıyabildiğini düşünmüyordum. Bu tüm öğretmenler için aynı mı?
Her ne kadar ayrı başlıklar da olsa ilk üç soruda vereceğim cevaplar birbiriyle ilintili. Ben ilkokul öğretmeni değilim. Ancak çalıştığım ilköğretim okullarında onların ne çok görev ve sorumlulukları olduğunu yakından izledim. Mesleklerini aşan fedakarlıklarla işlerini yapmak durumundalar. Çocuğun hamurunu onlar yoğuruyor. Sonraki dönem öğretmenleri, o hamurun şekline ve tadına katkıda bulunuyor. Öğretmenlerin hele hele ilkokul öğretmenlerinin tüm öğrencilerini sabırla, şefkatle kucaklaması gerekiyor. Onların yeteneklerini ortaya çıkarmak çocukların geleceği için çok önemlidir. “Seke Seke Uçtu Öyküler” adlı kitabımdaki Güller Yağdı Kuşlar Uçtu öyküsü, bir müzik öğretmenin yetenekli öğrencisi Duygu için nasıl mücadele verdiğini anlatır.
Bunu tüm meslektaşlarımın gerçekleştirmesini gönülden dilerim. Öğretmen yetiştiren kurumların, eğitim fakültelerinin, pedagojik performansları her şeyin önüne geçirmeleri gerekir. Günümüzde bilgiye ulaşmanın türlü yolları var. Ama değerler eğitiminde öğretmen rol model olmalıdır. Bizler köy enstitülerinin devamı olan öğretmen okullarında ruhları ve donanımlarıyla yetiştirilen kuşaklar olma şansını yakaladık. Sadece okulu, öğrenciyi değil çevresini de tanıyıp geliştirme misyonumuz vardı. Bir çocuğun yüreğine, kafasına, geleceğine dokunmak ne kutsal bir armağandır. Yeni kuşak öğretmenlerin de bu armağana sıkı sıkı sarılacaklarına inanıyorum.
Bir öykünüzde öğrenciler tiyatro heyecanı yaşıyor. Bu süreçten hepsi çeşitli tecrübeler kazanıyor. Sizce sanatsal etkinlikler gelişim sürecindeki çocukları nasıl etkiliyor? Eğitim sürecinde nasıl bir etkisi oluyor?
Öğretmenliğimde fark ettiğim önemli noktalardan biri bu. Çocukları derslerle sınırladığımızda Türkçe, matematik, tarih… not ölçütleri çıkıyor karşımıza. Oysa sosyal etkinlikler onların sadece notlarla ölçülemeyecek zenginliklerini ortaya koyuyor. Maalesef son yıllarda eğitim varsa yoksa sınav anlayışına dönüştü. Eğitsel çalışmalar, test çözme saatlerine dönüştürüldü. Bu çocuklarımızın değerleri açısından büyük kayıp bence. Herkes ip üstünde cambazlık yapmak zorunda adeta. Başarılısın- başarısızsın. Bu konular öykülerimde gerek ana gerekse yan temalar olarak hep işlendi.
Tüm öğrencilerimin yer aldığı programlar hazırlamaya çalıştım elimden geldiğince. Ancak öyle programlar vardır ki yetenekli öğrenciler kendiliğinde öne çıkar. “Lokumlu Masa” kitabımdaki Rolün Küçüğü Büyüğü Yoktur ve Sadece Ba öykülerinde de öyle yaptık diğer arkadaşları da Sezar’ın hakkının Sezar’a gönül rahatlığıyla verdiler. Ceyda başrolü, Ezgi de şiir yarışmalarında birinciliği hak ederek aldılar.
Turgut Özakman’dan Ak Masal Kara Masal oyununa tüm öğrencilerimin bir şekilde katılımını sağlamıştım. Başrol için ne küslükler ne darılmalar yaşadık başta. Ama sonunda herkes rüya gibi bir oyunda kendine düşen rolün en iyisini yaparak hem izleyenlerde hem de kendi anılarında silinmeyecek izler bıraktılar eminim.
Okul dergilerine mutlaka tüm öğrencilerin yazılarını koydum. Kendi adlarının o sayfalarda görmesi ve göstermesi ne büyük bir heyecandır. Keşke onları olmayanlarıyla değil de olanlarıyla değerlendireceğimiz programlar olsa elimizde. Bu konuda yapılamayanları sadece öğretmenlere yüklemek haksızlık olur kanımca.
Lokumlu Masa öykünüzde çocukların okumaya teşvik edilmesi için yapılanlar etkileyici. Buna benzer örnekleri gerçek hayatta da görüyoruz. Peki, aile içinde çocukları okumaya yönlendirmek için neler yapılmalı?
Çocukları okumaya yönlendirmede ailenin rolü çok büyük. Ancak sosyoekonomik ve kültürel farklılıklar karşımıza çeşitli aile tabloları çıkartıyor. Bu eşitsizlikleri de çeşitli kurumlarla dengelemek gerekir. Kütüphaneler, belediyeler, dernekler, muhtarlıklar çocukların zamanlarını verimli kılacak programlarda okuma yazma etkinlikleri de düzenleyebilir. Fethiyeli çocuklar bu anlamda çok şanslı. Söz ettiğim kurumlar çeşitli sanat etkinlikleri yanında okuma konusunda da çocuklarımıza ufuk açıcı programlar sunuyor.
Kitapla okumayla tanışık ailelerin sesli okumalarla, karşılıklı okumalarla kitaba ilgi çekmeleri iyi olur. (Okumaya yanaşmayan oğluma sekiz yaşındayken Gogolaşvili’nin “Mavi Dağlar Ülkesi”den okuduğum ilk iki sayfadan sonra küçük Kahha’nın peşine takılıp kitabı bir solukta nasıl bitirdiğini hep hatırlarım.) Kitap fuarları, kitapçı ziyaretleri, yazar buluşmaları mutlaka ilgiyi kitaba yöneltecektir.
Kitap okumada elbette en büyük özendirici ve yönlendirici yine öğretmenlerdir. Çoğunun da bu değerli alışkanlığa katkıda büyük emekleri vardır. Yayınevlerinin özenli basımları ve çocuklar için yazan yazarlarımızın albenili yaklaşımları da çocuklarımızın okuma iştahını tetiklemede çok önemli noktalardandır.
Öykülerinizi büyük keyifle okudum ve bana göre çocukları anlamak isteyen öğretmen ve ailelerin de böyle öyküleri okuması gerekiyor. Size göre çocuk edebiyatının tüm okurlara kazandırdıkları nelerdir? Neden çocuk edebiyatı herkes içindir?
Çocuk dünyası diye ayrı bir gezegen yok. O, büyüklerin de yer aldığı, oturup kalktığı, yediği içtiği bir gerçeklik içinde yaşıyor. Çocuk kitaplarında da yaşantılar, doğa, insan, macera ve duygular var. Bunların anlatımı hayalsi, masalımsı bir atmosfer içinde gerçekleşir çoğu zaman. Dil sade, akıcıdır. Bence bunlar büyükler için de okuma egzersizleri yaratır. Bu okumalar aynı zamanda bir iletişim ve paylaşım fırsatı da sunar. Büyükleri öğüt ve dersini yap (!!!) uyarı düzeyinden kurtarıp, bize çocuklarımızla ortak alanlarda dolaşma, onlara yakınlaşma şansı verir. Ortak dili yakalar, iletişimlerimizi sağlıklı ve güçlü kılarız bu okumalarda. Çocuk edebiyatı herkes içindir aynı zamanda. Çünkü herkes çocuk yanını yeniden keşifle, o satırlarda ne çok şey bulur kendinden.
Gelelim pandemi dönemine; bu süreci nasıl geçiriyorsunuz? Neler yapıyor, neler okuyorsunuz?
Pandemi dönemi olumsuzlukları, acıları, yasakları, mahrumiyetleri yanında bir kendini fark etme, gereksizlerden arınma, ertelediğimiz okumaları ve aile içi bağlılıkları perçinleme fırsatı da sağladı. Evde, sıkılmak şöyle dursun zamansızlıktan yakınır duruma geldim.
24 Kasım 2020’de öğretmenler günü armağanım o çok tatlı “Lokumlu Masa”ya kavuştum. Onunla birçok yeni uğraşlar da günlerime renk kattı. Öğrencilerimle buluşmalar, röportajlar, radyo söyleşileri heyecanlı hareketli günler getirdi yaşamıma.
Her sabah okuma keyfiyle başlarım güne. Sonra ev işleri, yürüyüş, öğleden sonraları eşimle seçtiğimiz filmleri, dizileri izleme gibi rutinlerim oldu salgın günlerinde. Yayınevim Günışığı Kitaplığı her yeni kitabı taze taze bize ulaştırıyor. Hemen okuyorum onları. Son olarak Murat Yalçın – “Oralı Olmamak”, Yeşim Saygın – “Günlükte Saklı Sırlar” okundu. Kitaplığımdaki dünya klasiklerini gözden geçirdim. Emil Zola – “Apartman”, Tolstoy – “Çocukluk” , “Gençlik”, Geoerge Sand -“Şeytanlı Göl” gibi pek çok kitabı okudum. Gecikmiş bir Amin Maalouf okuması yaptım. “Semerkant” ve “Afrikalı Leo”. Hıfzı Topuz’dan “Gazi ve Fikriye”, Mark Haddon – “Süper İyi Günler” son okumalarım, diyebilirim.
60+ yaş grubu için Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Fethiye Kampüsü’nün Tazelenme Üniversitesi programlarında haftada üç gün; beceri geliştirme, spor, dans, kültür sanat, sosyal bilimler derslerine çevrimiçi katılıyorum. Öğrenmenin doyumsuz keyfini burada da yaşıyorum. Yeni öykülerim için de, notlar alıyor, hayaller kuruyor, planlar yapıyor, birikimler topluyorum.
Son olarak okurlarınıza bir mesajınız var mı?
Değerli kitapseverlerin ve okurlarımın hayatı renklendiren, güzelleştiren, avuntu veren bu mükemmel alışkanlıklarının hiç tükenmemesini diliyorum. Onlar kendileri gibi başkalarının da hayatına anlam katıyorlar. İyi bir okur olmak, yazarlık kadar yoğun bir uğraşın ulaştığı noktadır. Okurluk, yazarlığın kardeşidir. Gözlerine, yüreklerine, kitaplarına sağlık diyerek son sözü, anısı güzel Doğan Cüceloğlu’na bırakıyorum.
” Kendini tanıma yolculuğunda, çocuklarına rehberlik yapabilen ana ve babalara gönülden selam olsun.”