1. Zenith Oteli (Oscar Coop-Phane / Ayrıntı Yayınları)
Ben bir sokak fahişesiyim. Telekız ya da onun gibi bir şey değil; hayır, gerçek bir kaldırım fahişesi, yüksek topuklu ve mentollü sigaralı. Bu sabah bir yere gidiyorum. Vermem gereken eski bir hizmet. Detaylarına girmeyeceğim. Size çocukluğumdan, aşklarımdan, acımdan bahsetmeyeceğim. Size buraya nasıl geldiğimi söylemeyeceğim, bu fazla hoşunuza giderdi. Bugünümden başka hiçbir şey alamayacaksınız. ecavüzden, terk edilmeden, HIV’den ve eroinden bahsetmemi beklediyseniz, defolun sapıklar. Burada sadece benim günüm olacak, yaşadığım tüm günlere, geberene kadar yaşayacağım tüm günlere benzeyen. Aile faciası, üçüncü sayfa haberleri ya da psikolojik çıkarımlar olmayacak.
Paris’te bir sokak fahişesi, “telekız ya da onun gibi bir şey değil; hayır, gerçek bir kaldırım fahişesi” olan Nanou’nun günlük mesaisinden insan manzaraları: Mahkûmlar, bar işletmecileri, okul gözetmenleri, motorcular, yazarlık heveslileri, köpeğinden başka kimsesi olmayanlar… Ya hayallerini tüketmiş ya da zaten hiç hayal kuramamış, günlerin geçişini sayan, hepsinin derdi kendine özgü küçük insanlar, otelin asıl misafirleri…
2. Savaştaki Kız (Sara Novic / Ayrıntı Yayınları)
Zagreb’deki savaş bir paket sigara yüzünden başladı. Önceden de gerginlikler yaşanmış, başka kasabalarda huzursuzluklar olduğuna dair söylentiler üstü kapalı şekilde fısıldanmıştı ama patlama gibi açık bir şey olmamıştı. İki dağın arasına sıkışmış Zagreb, yazın cehenneme dönerdi; insanların çoğu da en sıcak ayları kıyıda geçirmek üzere şehri terk ederdi. Ailem, kendimi bildim bileli tatillerini vaftiz ebeveynimle güneydeki bir balıkçı köyünde geçirirdi ama Sırplar denize giden yolları kesmişti; en azından herkes öyle söylüyordu, böylece hayatımda ilk kez yazı kıyıdan uzakta geçirdik.
3. Havva’nın Saklı Yüzü-Arap Dünyasında Kadınlar (Neval Es-Sadevi / Ayrıntı Yayınları)
Havva’nın Saklı Yüzü, ilk olarak 1977’de Arapça yayımlandı, İngilizce çevirisiyse 1980’de piyasaya çıktı. Kitap çıkar çıkmaz başarı yakaladı ve Arap toplumunda kadın çalışmalarının başlıca ders kitaplarından biri haline geldi. O zamandan bu yana Arap kadınları uluslararası arenada sivrilmiş ve toplumdaki statülerini iyileştirmeye yönelik önemli bir ilerleme kaydetmişlerdir. Fakat ne yazık ki Nevâl es-Sâdevî’nin kitabında gündeme getirdiği konuların pek çoğu bugün de geçerliliğini korumakta. Kitabı okumak, tam da bu nedenle, otuz yıl önce ne kadar gerektiyse bugün de o kadar gerekiyor.
Havva’nın Saklı Yüzü, Nevâl es-Sâdevî’nin külliyatında bir dönüm noktası ve Batılı bir okur kitlesiyle ilk buluşmasıdır. Kitap Arap dünyasında muazzam bir hiddetle karşılandı. Yazarı eleştirenler, onun Arap kadınları tasvirinin Arap dünyasına ilişkin kalıplaşmış yargıları ve önyargıları pekiştirdiği iddiasıyla ona ateş püskürdüler. Sözümona “ahlak bekçileri” için bir nefret nesnesi haline geldi, sürekli ölüm tehditlerine ve tacizlere maruz kaldı. Arap kadınları ve dünyanın dört bir yanındaki kadınlar, Nevâl es-Sâdevî’nin geleneklere karşı çıkışına ve sıra dışı cesaretine çok şey borçlu. Nevâl es-Sâdevî, Havva’nın Saklı Yüzü ve diğer kitapları vasıtasıyla bir diyalog başlattı ve değişime dair tek umudumuz da bu türden bir açıklık ve diyalogda.
4. Afrikalı Amazonlar-Dahomey’in Kadın Savaşçıları (Stanley B. Alpern / Ayrıntı Yayınları)
Antik çağların fantezileştirilmiş amazonları ile Dahomey’in gerçek amazonlarının ortak özellikleri oldukça fazlaydı. Her ikisinde de kız çocukları küçük yaşlardan itibaren savaşmayı, silah tutmayı, güçlü, hızlı ve dayanıklı olmayı ve acıyla baş etmeyi öğreniyorlardı. Avcılık, dans ve enstrümantal müzik bu kız çocuklarının yeteneklerinden sadece bazılarıydı. Hayattaki asıl amaçları savaşmaktı. Savaşmayı arzuluyor, kan dondurucu çığlıklarla savaşa koşuyor, savaştan zevk alıyor, öfke ve yüreklilikle savaşıyorlardı. Korkuya bağışıklık kazandıkları aşikârdı. Zafer kazanınca ise acımasız oluyorlardı. Komşularına korku salıyorlardı. Erkekler onları, saygın ve amansız düşmanları olarak görüyorlardı.
Titiz bir arşiv araştırmasıyla hazırlanan Afrikalı Amazonlar, dünya savaş tarihinde kadınlar hakkında yazılan en kapsamlı ve güvenilir çalışma olma özelliğini de taşıyor. Stanley B. Alpern’in eşsiz araştırması, köleliğe karşı çıkan bu zorlu kadın savaşçıların sömürgecilik tarihindeki yerlerine ışık tutuyor. Bir mitten öteye geçemeyen Amazonlar’ın vücut bulmuş hali olan Dahomey’in kadın savaşçıları, erkek egemen dünyanın kıtalarından biri olan Afrika’da ataerkil geleneğin ezberini bozuyor. Bu kapsamlı çalışmada devletin kökenlerinden 1892 yılındaki Fransa yenilgisine kadar Dahomey Amazonları’nın tarihi gözler önüne seriliyor: Kadınların ne yedikleri, nasıl işe alındıkları, nasıl eğitildikleri ve savaşın olmadığı dönemlerde neler yaptıkları hakkında görsel ve yazınsal belgeler sunuluyor. Erkek egemen tarih yazımına alternatif çarpıcı ve zihin açıcı bir tarih kitabı…
5. Son Tanıklar-Çocukluğa Aykırı Yüz Öykü (Svetlana Aleksiyeviç / Kafka Kitap)
2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in önemli eserlerinden Son Tanıklar, 1941 Haziran’ında başlayan Nazi işgalini çocuk olarak yaşamış insanların öykülerine odaklanan etkileyici bir sözlü tarih çalışması…
İsveç Akademisi, Svetlana Aleksiyeviç’e Nobel Ödülü verdiğinde yazarın “yeni bir edebi tür” yarattığını belirtmiş, eserlerini de “duyguların ve ruhun bir tarihi” sözcükleriyle betimlemişti. Aleksiyeviç uzun bireysel monologları farklı seslerin duyulduğu bir kolaja dönüştüren özgün dokümanter tarzıyla, kendilerine nadiren konuşma fırsatı verilen, yaşantıları da çoğu zaman ülkenin resmi tarihine karışarak yitip giden sokaktaki insanların hikâyelerini kayıt altına alıyor.
Son Tanıklar’da Aleksiyeviç 1941’de güneşli bir yaz günü başlayan ve 1945’e gelinene dek SSCB’de yirmi milyonu aşkın insanın hayatını kaybetmesine yol açan Nazi işgali ve II. Dünya Savaşı dönemini, o zamanı çocuk olarak yaşamış insanların tanıklıklarıyla aktarıyor.
Kuşaktan kuşağa aktarılarak Sovyet insanının kaderini sonsuza kadar değiştiren bu büyük travmanın, uzak köylere, küçük şehir ve kasabalara, ormanın derinliklerine sığınmış korku dolu anne ve çocuklara kadar tüm Sovyet coğrafyasına nasıl yayıldığını o günlerin çocuklarının deneyimleriyle anlatan kitap, belki de en çok, hep büyüklere özgü kahramanlıklarla, kayıplarla özdeşleştirilen savaşın, asıl olarak çocukları bir anda ne büyük acılarla büyüttüğünü, büyümek zorunda bıraktığını gözler önüne seriyor. Neredeyse hepsi babasız, hatta kimi zaman da annesiz büyümüş, oyuncaklarla oynamak yerine bomba gümbürtüleri olunca kulaklarını kapamayı öğrenmiş, güzel çikolatalar, şekerlemeler yerine ot yemiş, toprak yemiş, hatta ev hayvanlarını, sokak hayvanlarını yemek zorunda kalmış çocukların öyküleri, savaşın ne kadar büyük acılara yol açabileceği konusunda bize bir kez daha uyarıda bulunuyor.
“Vaktinde Dostoyevski şöyle bir soru atmıştı ortaya:
Eğer masum bir çocuğun gözünden tek damla yaş dökülecekse, barışın, mutluluğumuzun ve hatta yeryüzünde ebedi uyumun sağlanması ve temellerinin güçlü bir şekilde atılması için yaşanacakla mazur görülebilir mi? Sorusunu yine kendi yanıtlamıştı Dostoyevski; hiçbir ilerleme, hiçbir devrim o gözyaşının dökülmesini haklı gösteremez.
Hiçbir savaş. O gözyaşı damlası her daim her şeyden kıymetlidir. O tek damlacık gözyaşı…
“Köyde hiç çocuk kalmamıştı. Sokakta beraber oyun oynayacak kimse yoktu…”
6. Maksimum Korunma-Korku Çağında Reklam (Gökçe Zeybek Kabakçı / İletişim Yayıncılık)
“Yıldızları içeren, şahane doğa manzarası ya da romantik bir ortam sunan, mutlu aile görüntüleri vb. ile dolu reklamlarda aslında satılan ürünle ilgili bir şey yoktur. Bunun yerine o ürünleri satın alabileceklerin korkuları, fantezileri ve rüyaları vardır.”
Reklamlardan kaçış yok.” Reklamlar her yerde hazır ve nâzırlar. Bizi her an, her yerde “uyarıyorlar”. Hem cezbetmeye dönük, duyularımızı harekete geçirmeye dönük anlamda uyarıyorlar hem de “ikaz etmek” anlamında… Elinizdeki kitap, reklam söyleminin korkuları okşayarak konuşan bu tekinsiz yanını anlatıyor.
Dört koldan risk ve tehdit algısı üretimi, çağımızın ruh haline damgasını vuruyor aslında. Reklamlar, toplamda, bu büyük tehdit algısını estetize ederek yeniden üretiyorlar. Tıp söylemini, nostalji söylemini, ataerkilliği, milliyetçiliği, muhafazakârlığı da yeniden üreterek, bu arada vesayetçi bir uzman otoritesi söylemini de pekiştirerek yapıyorlar bunu.
Reklamlar, “korunma” güvencesinden öte, doğallık, temizlik, saflık, masumiyet ve güzellik vaat ediyorlar. Reklamı yapılan ürünler, somut bir ihtiyacı karşılamaktan öte, insana kendisini iyi hissettirecek, arzu ve hazları gerçek kılacak mucizeler gibi ışıldıyorlar karşımızda. Bir diş macunu, bir şampuan, bir deterjan, bir anda “yakalanacak”, bir anda da elinizden gidiverecek bir mutluluk ışıltısını “temsil” edebiliyor.
Gökçe Zeybek Kabakcı, reklamların korkularımızla dansını, bol örnekle ve berrak bir analitik bakışla tartışıyor.
7. Rus Devrimi’nin Kısa Tarihi (Geoffrey Swain / İletişim Yayıncılık)
Çar yönetiminden mutsuz bir kitlenin benzersiz bir örgütlenmeyle harekete geçerek gerçekleştirdiği 1917 Rus Devrimi, tarihin ilk komünist devletinin kurulmasına neden oldu. Toplumsal ve ekonomik birçok değişikliği beraberinde getiren Sovyetler Birliği, dünya tarihine damga vurdu ve günümüzde hâlâ ilgi uyandırmaya devam ediyor. Peki bu devrimin öncülleri nelerdi? Örgütlenme nasıl gerçekleşti? Fikir önderleri kitleleri nasıl etkiledi ve yol gösterdi? Rusya toplumunun düşünce yapısı devrimde ne kadar etkili oldu ve bu toplumun hangi kesimleri, nasıl roller üstlendi?
Geoffrey Swain bu kitabında yeni bir bakış açısıyla devrimi tekrar ele alırken bu soruların cevaplarını arıyor. “Elinizdeki kısa tarih […] Rus işçi sınıfının 1905’ten itibaren istikrarlı bir biçimde reformistten ziyade devrimci olduğunu ve Şubat 1917’de ortaya çıkan sapmanın yeni kurulan Sovyet’in başına, önde gelen reformistleri rastlantısal olaylar sonucu getirdiğini, Haziran sona ermeden, belki de daha öncesinde Bolşeviklerin işçi sınıfının geleneksel devrimci reaksiyonunu yeniden ortaya çıkarmak için büyük çaba harcamış olduğunu iddia ediyor.” -Geoffrey Swain
8. Hayatı Emen Karanlık (Stephen King / Altın Kitaplar)
Serçeler yine uçuyor.
Thad Beaumont yıllarca George Stark takma adını kullanarak romanlar yazdı; bu adla ün ve para kazandı, kitapları “çoksatanlar” arasında yer aldı. Fakat bir gün bu takma adın ifşa edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalınca, yıllardır yapmak istediği şeyi yapıp gerçeği kamuoyuna açıklama kararı aldı ve popüler bir dergiye verdiği röportajla birlikte Stark’ın cenaze törenini düzenledi. Artık George Stark yoktu. Thad bir daha bu isimle kitap yazmayacaktı. Ne var ki, Stark’ın “öldürülmesinde” katkısı olan kişiler birer birer cinayete kurban gitmeye başlayınca bunun o kadar da kolay olmayacağı ortaya çıktı. Thad Beaumont’un hayatında bir şeyler fena halde ters gitmeye başlamış, kâbuslar geri dönmüştü. Ve serçeler yine uçmaya başlamıştı…
Parmak izlerini ve ses-izlerini unutuyorsun. Thad ve Liz’in soğukkanlılıkla onun gerçek olduğunu, gerçek KALMAK için cinayet işleyeceğini iddia ettiklerini unutuyorsun. Onlara sadece intikam peşindeki bir hayalete değil, hiç var olmamış bir adamın hayaletine inanmanın ne kadar kaçıkça olduğunu söyledin. Ama yazarlar hayaletleri DAVET ederler. Onlar hiç var olmamış dünyalar yaratırlar, oraları hiç var olmamış insanlarla doldururlar, sonra da bu hayal dünyalarına katılmamız için bizi davet ederler.
9. Altın Aslan (Wilbur Smith / Altın Kitaplar)
Efsane geri dönüyor.
Yıl 1670. Golden Bough, cesur kaptanı ve korkusuz mürettebatıyla Hint Okyanusu sularında yol almaya devam eder. Gördüğü onca savaştan sonra, Hal Courtney babasının kendisine miras bıraktığı hazineyi de alıp sevdiği kadın Judith’le beraber artık evine, İngiltere’ye dönmek niyetindedir. Fakat hazineyi isteyen tek kişi ne yazık ki o değildir, can düşmanı Buzzard bir gölge gibi hâlâ onun peşindedir…
Dünya çapında milyonlar satan ünlü yazar Wilbur Smith, Altın Aslan’la okurlarıyla yeniden buluşarak, onları Kaptan Courtney önderliğinde, Afrika kıyılarında sürükleyici bir maceraya davet ediyor.
Wilbur Smith’in uzun zamandır beklenen kitabı nihayet Türkçede!
10. Duygu Politikası (Brian Massumi / Otonom Yayıncılık)
Duygu, etkileme ve etkilenme gücüdür. Dünyaya açıklığın bir ifadesi olan bu basit tanım, bir dünya soruya açılıyor. Etkilemek ve etkilenmek karşılaşmada olmaktır, karşılaşmada olmak ise maceraya çoktan atılmış olmak. Duygu, bir öznenin içselliğinde kapalı kalan bir hissediş olmak bir yana, dünyanın olaylarına dolaysız bir katılımı içerir. Duygu deneyimin yeğinlikleriyle ilgilidir. Peki ya politika? Politika, karşılaşma maceralarından başka ne olabilir? Karşılaşmalar, ilişki maceraları değilse nedir? İşte bu yüzden, duygudan bahsetmeye başladığımız anda, ilişkisel karşılaşmanın politik boyutu içinde buluyoruz kendimizi.
Brian Massumi felsefe, politik teori ile gündelik yaşam arasında yeni güzergâhlar oluşturduğu bu söyleşilerde, duyguyu süreç olarak varoluşuna itibar eden bir ifadeye kavuşturup onun politikliğini ortaya koymayı amaçlıyor. Yukarıdaki basit tanım, kitap boyunca nakarat gibi tekrarlanıyor. Her tekrarlandığında, giderek çeşitlenen yan kavramları yardıma çağırıyor. Bu yan kavramlar da tekrar ediyor. Hepsi birlikte, duygu pratiğini politika olarak, politikayı yaşam biçimi olarak düşünmeye olanak tanıyan bir kavramlar ağı oluşturuyor.
11. Konak-Yahut Şeyh Şamil’in Kafkasya Muharebelerinden Bir Garip Hikaye (Adolf Mützelburg / Çizgi Kitabevi)
Edebiyatımızın velut yazarlarından Ahmet Mithat’ın Kafkasya’yı konu edinen tercüme eseri Konak, önsözünde belirtildiği gibi edebiyatımızda ortak çalışma usulüyle yazılan ilk eserdir. Almancadan çevrilen Konak, döneminin sıcak konularından; Batılı seyyahlar, Kafkas kavimlerinin Ruslara karşı verdikleri mücadele gibi hususların yanı sıra ilginç insan hikâyeleri de içeriyor. Yazarın Kafkasya’yı konu edinen ikinci eseri olan Konak, içerdiği ilginç insan hikâyeleri ve malumatıyla ilk defa günümüz Türkçesiyle okuyucusuyla buluşuyor.
12. Kimlik, Tanınma Mücadelesi ve Şarkiyatçılık (Fırat Mollaer / Metis Yayıncılık)
Türkiye’de yaşayan insanlar olarak çok uzun süredir kimlik meseleleriyle, deyim yerindeyse, “başımız belada”: “Modern Batı” ile ilişki içinde kendimizi kim veya ne olarak öne sürmek istediğimiz sorusu düşünce ve siyasetin önemli konularından biri olageldi. Öte yandan kimlik meselesi, dünyada ve Türkiye’de başka içeriklerle de siyasal ve toplumsal mücadelelerin başlıca konuları arasında yer alıyor: çok çeşitli kesimlerin resmi ve gayriresmi tanınma talepleri, retler, siyaset ve hukuk alanlarındaki tartışma ve çatışmalar… “Kimlik siyaseti” denen bu sıcak gündemin karşısında (veya yanı başında) şimdilerde geri plana itilmiş gibi görünen köklü bir mesele olarak “sosyal adalet” gündemi de var. Bu iki siyaset tarzının birbirini dışlayıp dışlamadığını da tartışan Kimlik, Tanınma Mücadelesi ve Şarkiyatçılık, kimlik kavram ve siyasetinin mahiyeti ve sınırları üzerine etraflı bir düşünme çabası. Kolay çözümlere teslim olmamak için felsefeye ve kurama, soyutluğa düşmemek için de toplumsal hareketlere ve tarihe bakıyor. Kılavuz kabul ettiği Edward Said’in düşüncesini açımladığı kadar dünyayı anlamak için de kullanıyor. Başta sosyal ve beşeri bilimlerde çalışanlar olmak üzere okurlarımızın ilgiyle okuyacağına inanıyoruz.