Sürekli yayınevlerinin yeni yayımladığı kitapları takip ediyoruz ve her hafta kimi daha önce okuduğumuz, kimi tamamen yeni baskıları görüyoruz. Bu kadar kitap içerisinden seçim yapmakta zorlananlar için her hafta yeni çıkan kitaplarından oluşan listeleri sizlere sunuyoruz. İşte bu hafta için seçtiğimiz 20 kitap önerisi…
1. Savaşın Son Kışı —Jan Terlouw
Hollanda ve Belçika’da okullarda okutulan bir klasik!
15 yaşındaki Michiel’in macerası, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgali altındaki Hollanda’da geçiyor. Direnişe üye bir arkadaşı Almanlarca yakalanınca yaralı bir İngiliz pilota yardım etme görevi Michiel’e kalır ve kahramanımız kendisini yavaş yavaş direniş hareketinin içinde bulur. Kışın acımasız soğuğunda, açlık ve kıtlık yüzünden göç eden insanlar, ihanet ve ölüm gündelik hayatın parçası olmuştur. Çocukça kahramanlık hayalleri kuran Michiel de savaşın karanlık yüzüne tanık oldukça değişecek, yetişkinliğe doğru bir adım atacaktır. Hollanda’da bir çocuk klasiği kabul edilen Savaşın Son Kışı, 1973’da prestijli çocuk ve gençlik edebiyatı ödülü Gouden Griffel’e layık görülmüştür.
Kitap 2008’de yönetmen Martin Koolhaven tarafından aynı adla sinemaya da uyarlanmıştır; film Avrupa ve ABD’de milyonlarca çocuk tarafından izlenmiştir.
2. Boyun Eğme —Levent Üzümcü
Demokrasinin tüm imkânlarını kullanarak demokrasiyi yok etmekte olan bir zümre ve onların itinayla ve gözlerini kırpmadan kandırdıkları –kanmaya meyilli– koca bir kalabalıkla karşı karşıyayız, biliyorum. Aynı ülkede yaşayıp aynı dili konuştuğumuz, aynı yollarda yürüyüp aynı yemekleri yediğimiz halde aramıza sıkışmış yüzyıllar olduğunun da farkındayım. Maalesef, Türkçe bilmeyen bir Çinliye 10 dakikada anlatabileceğimiz problemleri kendi anadilimizde kendi vatandaşımıza anlatamıyoruz ki, bizi en çok yaralayan da bu. Çünkü içten içe biliyoruz ki, kötülüğü bildiği, gördüğü halde görmezden, bilmezden gelen ve fütursuzca destekleyen bu yığın, yarın eline fırsat geçse bize aynı kötülükleri tereddüt etmeden yapmaktan vazgeçmeyecek.
Ne yapmalıyız? Her şeyin sonuna gelmişiz gibi bir hali var çoğunuzun. Oysa ki her şey daha yeni başlıyor. Laftan, kaygılanmaktan, serzenişte bulunmaktan daha çok çalışmaya ve sahada mücadele etmeye ihtiyacımız var. En önemlisi de sizin gibi aydınlık yarınlara inanmış vicdanlı insanların varlığını daha çok hissetmeye…
3. Lambalo ve Kaşa —Miheil Cavahişvili
Gürcü edebiyatının önde gelen yazarlarından Miheil Cavahişvili’nin 1925 yılında kaleme aldığı Lambalo ve Kaşa Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Urmiye Gölü civarında geçen olayları konu alan dramatik bir roman.
Cavahişvili, savaşın masum insanların hayatlarını nasıl bir cehenneme çevirebileceğini, siyasetin kirli ellerde din ve milliyetçilikle birleştiğinde nasıl büyük ve kitlesel bir silaha dönüşebileceğini ustalıkla anlattığı romanında okurunu, yarattığı sıra dışı karakterler üzerinden insan ruhunun karanlık dehlizlerine ayna tutan bir yüzleşme yolculuğuna davet ediyor. Lambalo ve Kaşa arka planda akıp giden tarihsel gelişmeler ışığında, savaşın tüm aktörlerini ete kemiğe büründüren usta işi bir alegori.
Sahipsiz kalan köpekler aşağılara indiler. Önce biri ulumaya başladı; sonra ikincisi ve üçüncüsü ona cevap verdi. Sonra bütün vadi öylesine umutsuz inlemelerle dolup taştı ki, sanki olduğu yere çökmüş olan binlerce köpek, başlarına gelen felaketi ve kimsesiz kalmış olmalarını semalara haykırıyordu. O günden sonra o köpekler Asuri köylerine gidecek ve bir lokma ekmek verecek olan yeni sahipler bulmaya çalışacaktı.
4. Kardeşim —Esther Gerritsen
Başarılı bir iş kadını olan Olivia çok kısa bir süre sonra önemli hissedarlar toplantısına girecektir ki, ağabeyinden bir telefon alır. Bacağı kesilmek üzeredir. Marcus ve Olivia birbirlerini nadiren görseler bile bu ameliyat onu sadece kaybedeceği kendi bacağı gibi beklenmedik bir anda yakalamıştır. Her şeyi bir kenara itip ağabeyini kurtarmak için umutsuz bir çaba içerisine girer. Ancak asıl soru şudur: Kurtarılmaya ihtiyacı olan gerçekten ağabeyi midir?
“Hemen üstüne gelen panik duygusuna karşı saldırıyı başlattı ve yüksek sesle bir matra gibi şunları söyledi: Benim yapabileceğim hiçbir şey yok, onu kurtaramam, yapabileceğim hiçbir şey yok.” Kardeşlik ve aile bağları üzerine kısa ama etkileyici bir roman.
5. Katip Bartleby-Bir Wall Street Hikayesi —Herman Melville
Nitelikli edebiyatın kutlu dünyasında doğan ve bir süre sonra bu sınırları aşarak insanlığa mâl olan bir hayalet geziyor dünya üzerinde: Kâtip Bartleby! Bakıldığı yere göre şekil alan bu hayalet; hüznü, mizahı, pasif direnişle gerçekleştirilen bir başkaldırıyı ve sorgulamayı vaat ediyor okurlara.
Bartleby’nin kayıtsızlığı, yapmamayı tercih etmenin bir suç olmadığını kanıtlamakla yetinmiyor, aynı zamanda soruyor: “Sen neden yapmaya devam ediyorsun?” İster istemez insanda, kendi hayatındaki bütün otorite figürlerine karşı bir alerjinin filizlenmesine neden oluyor. Aile kurumu, okul, iş yeri, sosyal hayat, ikili ilişkiler, kısacası her alanda, otoriterleşen ve ortamdaki insanlar üzerinde sanki doğal bir belirleyiciymiş gibi baskı kuran aktörlerle mücadele etmenin biçimini, anahtarını sunuyor.
Zorbanın, zorbalığını devam ettirmek için ihtiyaç duyduğu karizmasını çiziyor. Kayıtsızlık ve belirlenemez olma karşısında ne yapacağını şaşırmış ve konumunu kaybetme korkusuyla paniklemişotoritenin, ne denli alçalabileceğini deneyimleme fırsatı sunuyor; ki ilk hedef de bundan başka bir şey değildir: Güler yüzlü düşmanın maskesini indirmek, böylece onun özündeki kötülüğü görünür kılmak.
6. Marksist Tarih Kuramı Üzerine —Paul Blackledge
Fukuyama’nın “tarihin sonu”nu ilan etmesinin üzerinden henüz on yıl bile geçmeden kapitalizm karşıtları, “Başka bir dünya mümkün” diyerek ayağa kalktı. “İşgal et” eylemleri, “Biz % 99’uz” diyen kitleler, Tahrir, Gezi ve daha nicesi “tarihin sonu” tartışmalarını sona erdirirken solu da canlandırdı.
Bu türden slogan ve eylemlerin hiç de ütopik kuruntular olmadığını; kapitalizmin, tıpkı kendinden önceki köleci ve feodal üretim tarzları gibi tarihsel bir üretim tarzı olduğunu ve zamanla tarih sahnesinden çekilebileceğini gösteren isimlerin başında bizzat Marx gelir. Onun ardından Marksist tarihçi ve düşünürler, yeni siyasal ve toplumsal gelişmeleri de değerlendirerek, bu tarihsel bakış açısını sürdürdüler. Marksist tarih kuramının güçlü, gelişkin ve hayat dolu olduğunu savunan Paul Blackledge de bu isimlerden biri. Kitabına, geleneksel tarihçilerin ampirizmi ve postmodernistlerin rölativizmi karşışında, tarihin incelenmesine yönelik Marksist yaklaşımı savunarak başlıyor. Daha sonra, Marx ile Engels’in ölümlerini izleyen yarım yüzyıl boyunca Lenin, Troçki, Lukács gibi teorisyenlerin ürettiği çalışmaları inceleyerek 1950’lerdeki Büyük Britanya Komünist Partisi Tarihçiler Grubuna kadar uzanıyor.
Köleci, feodal ve Asya Tipi Üretim Tarzı da dahil olmak üzere farklı üretim tarzlarının içeriğine ve aralarındaki geçişlere dair tartışmalara da giren yazar, tarihin hareketinde yapı ve öznenin etkinliği sorununa dair daha yakın tarihli (Sartre ile Althusser arasında geçen) tartışmaları da ele alıyor. Kitabın son bölümlerinde, günümüzde postmodern konjonktürün dönemleştirilmesi konusunda geliştirilen birbirinden farklı Marksist yaklaşımları inceleyen Blackledge, bu önemli tartışmaların siyasal uzanımlarını da ortaya koyuyor.
Tarihçilerin, kültür, toplum ve siyaset kuramı araştırmacılarının, kapitalizm karşıtlarının ve tarih meraklılarının ilgi ve merakla okuyacağı bir kitap.
7. Mülksüzler —Daniel Bensaid
Karl Marx, kısa süren gazetecilik hayatında –Rheinische Zeitung’da– odun hırsızlığı hakkındaki tartışmalara dair bir dizi makale yazmış, bu vesileyle mülkiyet hakkı, basın özgürlüğü, suç ve ceza konularına değinme imkânı bulmuştur.
Kaleme alınmalarının üzerinden bir buçuk asır geçmesine rağmen Marx’ın irdelediği meseleler güncelliğini korumaya devam etmektedir. Marx’ın yazıları üzerine verdiği dersten yola çıkarak bu kitabı kotaran Daniel Bensaïd, genç Marx’ın bu polemiksel yazılarını bağlamına oturturken, aynı zamanda, dün nasılsa bugün de dünyanın (toprağın, suyun, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının) özelleştirilmesine karşı çıkan mülksüzlerin günümüzde yaşadıkları zorluklar çerçevesinde bu tartışmanın felsefi kaynaklarını da gözler önüne sermektedir. Bu kısa, ama sarsıcı kitabı okurlarımızın beğenisine sunuyoruz.
8. Hüzün Süpüren —Nilüfer Açıkalın
Hüzün Süpüren’de sıra dışı ve neşeli, rüzgârla savrulurcasına rahat; naifliklerini, karanlık yanlarını, soğukkanlılıklarını, kırılganlıklarını kimselerden gizlemeyen karakterlerin hikâyeleri var. Nilüfer Açıkalın bir kez daha hayatın sıradanlığı içindeki o sıra dışı anları ve duyguları başarıyla yakalıyor.
Hüzün Süpüren, kendine has ritmi, dili ve içtenlikli anlatımıyla okuyucuyu kendine bağlayan bir kitap.
Kediler dört ayak üstüne düşer derler. Külliyen yalan. O zaman altı katlı bir evin altıncı katında oturuyorduk. Düştü bu şırfıntı ve anında ölüverdi daha yeri öper öpmez; fırt dedi gitti. Ökkeş ne yaptı? “Üzülme” dedi, o kadar! “Üzülme!” Bir büyük acı saplandı ki kalbime, yağlı bir hançer gibi. O gece içtik, içtik, içtik. Şarkılar söylemeye başladı, neşeli şarkılar, oynak türküler… Dayanamadım, “Seninle mutlu değilim” deyiverdim. İyi de ettim.
2017 Fakir Baykurt Öykü Ödülü Yazar bu ödülü, Nilüfer Küçükçavdar adıyla katıldığı yarışmada, “İçeri Giren” öyküsüyle almıştır.
9. Melankolinin Anatomisi (2. Fasikül) —Robert Burton
Tarih boyunca kimi kitaplar dünyayı değiştirdiler. Kendimizi ve birbirimizi görme biçimlerimizi etkileyip tartışma ortamını alevlendirmişlerdir. Muhalif düşünceyi, savaşları ve devrimleri tetiklemiş; insanları aydınlatmış, öfkelendirmiş, kışkırtmış ve teselli etmişlerdir. Yaşamlarımızı zenginleştirmiş ve onları yok etmişlerdir. Melankolinin Anatomisi de bu kitaplardan biri. Bugüne kadar çok az yazar Robert Burton’ınki gibi zincirlerinden kurtulmuş bir üslupla insan doğasının derinliklerine inmeyi göze alabildi. Elinizdeki ikinci fasikül ile melankolinin kökenini ve nedenlerini irdeleyen Burton, sizi keşfetmenin büyüsüne davet ediyor.”
10. Socialist Register 2017: Devrimi Yeniden Düşünmek
Çağdaş Marksizmin en önemli ve verimli tartışma kanallarından biri olan Socialist Register, 1917 Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılını selamlayan özel bir sayı ile okuyucuyla buluşuyor.
Leo Panitch ile Greg Albo’nun editörlüğünde hazırlanan bu sayı, Birleşik Krallık’tan İspanya ve Yunanistan’a radikal solun 21. yüzyıldaki serüvenine Ekim Devrimi merceğinden bakarken, Latin Amerika sosyalizmini ve Çin Devriminin mirasını da es geçmiyor.
Güncel Marksizmin Slavoj Zizek, Leo Panitch, August H. Nimtz,
Wang Hui gibi önde gelen düşünürleri, Socialist Register 2017’ye, Marx ve Engels’in devrimci partiye bakışları, sınıf ve parti ilişkilerinin alabileceği biçimler, devrimin güncelliği ve devrimci iyimserlik gibi hiçbir zaman gündemden düşmeyecek kuramsal tartışmalarla misafir olurken, bugün farklı coğrafyalarda yaşanan gelişmeleri de değerlendiriyorlar.
Ekim’in mirasını hem güncel hem de tarihsel boyutlarıyla ele alan, sosyalizmin 21. yüzyılda karşı karşıya olduğu önemli sorunların üstesinden gelmek için bu mirasın ne denli önemli olduğunun altını çizen, ufuk açıcı bir çalışma…
11. İpek Yolu —Peter Frankopan
Doğu ile Batı’nın ilk teması; fikirlerin, kültürlerin ve dinlerin yayılmasına neden olan fetihlerin ve ticaretin hüküm sürdüğü İpek Yolu’nda gerçekleşti. İmparatorlukların yükselişi ve düşüşünden Budizmin yayılmasına, Hristiyanlık ve Müslümanlığın ortaya çıkmasına ve nihayet 20. yüzyılın en kanlı savaşlarına kadar her şey burada gerçekleşti. İpek Yolu, Batı’nın kaderinin nasıl da ayrılmaz bir şekilde daima Doğu’yla bağlantılı olduğunu göstermektedir.
Peter Frankopan, dünyaya ilişkin kavrayışımızı sarsıp bize Doğu’yu hatırlatıyor. Mezopotamya’da ortaya çıkan şehirleri, Pers ve Roma’dan yükselen kadim imparatorlukları yeniden yaratmanın yanı sıra Moğol yağmalamalarının, Kara Ölüm’ün yayılmasının, Osmanlı’nın bölgedeki hükümranlığının, İslam dünyasının saygınlığının ve Batı emperyalizminin kanlı mücadelelerinin fotoğrafını çekiyor.
Siyaseten istikrarsız Orta Doğu’dan ekonomisi büyüyen Çin’e, Balkanlar’dan Güney Asya’ya uzanan bu engin bölge, son yıllarda küresel spot ışıklarına maruz kalmaktadır. Frankopan, bu karmaşık ticaret yollarına inşa edilen şehirlere ve uluslara yönelen tehlikeyi anlamak için, ilk önce bu yolların hayretler uyandıran geçmişini öğrenmemiz gerektiğini bize gösteriyor. İpek Yolu’na ilişkin bir tarih çalışmasından çok daha fazlası olan bu kitap, gerçekten dünyanın realist bir tarihi: Bize belki de en önemli vaadi; nereden gelip nereye gittiğimize dair bildiklerimizi unutturmak.
12. İnsan Coğrafyası Atlası —Almudena Grandes
Rosa, Maria, Fran ve Ana.
Dört kadın tesadüfen bir projede buluşurlar. Büyük bir yayınevi için fasiküller halinde çıkacak bir Dünya Coğrafyası Atlası hazırlamaktır işleri. Bu dört kadının bir ortak noktası vardır; insanın kaygılar, pişmanlıklar, tutkular ve korkularla yüzleştiği o yaşa, o kritik evreye gelmişlerdir artık.
Atlas için veri toplayıp düzenlerken, araştırma yaparken bir yandan da kendi kişisel coğrafyalarındaki konumlarını belirlemek zorunda kalırlar. Bu keşif sürecini onlarla birebir yaşarken, onları, çevrelerindeki dünyayı keşfederiz: yalnızlıklar, örselenmiş hayaller, yaşlanmanın acımasızlığı ve umutsuzluğu. Hepimizin hayatı gibidir hayatları. Sıradan hikayelerdir, ama bazen sıradan hikayelerde bile işler değişir… İmkânsız bazen olur.
13. Yalnız Nar — Sinan Antün
Gasilhane sahibi, geleneksel bir Şiî aileden gelen genç Cevat, aile geleneğini bir kenara itip heykeltıraş olmaya, ölüm yerine yaşamı yüceltmeye karar verir. Babasının isteklerini hiçe sayarak 1980’lerin sonunda Bağdat Güzel Sanatlar Akademisi’ne yazılır. Fakat Tarih, koşullarını aksi yönde kabul ettirir. Yalnız Nar, çaresiz bir ailenin yaşam mücadelesi aracılığıyla Irak’ın karmaşık ve şiddet dolu yakın tarihini gözler önüne seriyor. Yaşamla ölüm arasındaki sınırların bulanıklaştığı yerlere ve bitmeyen kâbusların derinliklerine inen Sinan Antûn, okurları sade, etkiletici ve alegorik bir hikâyeye davet ediyor.
14. Sessiz Ölüm-Gereon Rath’ın İkinci Vakası —Volker Kutscher
Almanya, 1930. Avrupa’nın en önemli sinema merkezlerinden olan Berlin’de, gözde bir aktristin öldürülmesiyle başlıyor hikâye. Arka planda, sinema sektöründe ve yeraltı dünyasında dönen amansız bir güç mücadelesi var.
Komiser Rath’ın bu defaki macerası, sinema endüstrisinin ilk dönemine ışık tutuyor. Özellikle de sessiz filmcilerle geleceği sesli filmde görenler arasındaki kamplaşmaya! Sinema sektöründe bu kamplaşmadan da ibaret olmayan müthiş rekabet, dağdağalı metropoldeki başka güç oyunlarıyla da kesişiyor.
Sessiz Ölüm’ün canlı yanlarından biri, arka planda yine yaklaşan Nazi iktidarının ayak sesleriyle, polis içindeki çekişmelerin ve “polis kültürünün” etraflı bir tasvirini sunması. Arka planda, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya Şansölyesi olacak olan Adenauer’le ilgili bir entrika da eksik değil!
15. Gotha ve Erfurt Programları Üzerine —Karl Marx, Friedrich Engels
Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinin diğerine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna siyasal bir geçiş dönemi de karşılık gelir ve söz konusu geçiş döneminin devleti, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.”
Marx ile Engels’in Alman işçi sınıfı partisinin farklı program taslakları ve programları hakkındaki eleştirel değerlendirmelerinin yer aldığı yazı ve mektupları, program sorununa nasıl baktıklarını göstermenin yanı sıra, işçi sınıfının iktisadi kurtuluş mücadelesi ve bunun siyasal mücadeleyle ilişkisi, proletarya diktatörlüğü, kapitalist toplumdan komünist topluma geçiş süreci, işçi sınıfı enternasyonalizmi gibi pek çok başlıktaki yaklaşımlarına da açıklık kazandırıyor.
Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, Marksizmin Almanya’daki gelişim tarihine de ışık tutan bir derleme. Alman işçi sınıfı partisinin yöneticileri, Marx ile Engels’in pek çok konudaki görüşlerini ancak uzun süren tartışmalar ve iç mücadeleler sonrasında benimsemişti.
Derlemede ayrıca, Marksizmin kurucularının eleştirilerine konu olan program taslaklarına, bu metinlerin son hâllerine ve tartışmalar sırasında anılan bazı önemli belgelere yer veriliyor.
16. Tromso —Münir Göle
Göle, dünyayı lekenin hâkimiyetinde dolaşmaya devam ediyor. Oğuz Demiralp, Münir Göle ve Faruk Duman’ın kısa metinlerinin eşlik ettiği bu görsel başyapıtın baskı tasarımını, ünlü sanatçı Mehmet Ulusel yaptı.
17. Demir Çelik Karabük-Bir İşçi Kentinin Hikayesi —Ali Karatay
Sanayiyle, (şehrin futbol kulübüne de adını veren) Demir Çelik’le özdeşleşmiş bir yer, Karabük. Bir işçi şehri–muhafazakâr bir işçi şehri. Ali Karatay, son derece ayrıntılı, analitik değeri de yüksek incelemesinde, işte bunun, “sağcı, köylü ve muhafazakâr” bir işçi şehrinin hikâyesini anlatıyor. Karabük’ün mikro-evreninde, son yüz yıllık tarihimiz ve dönemlerin ruhu bir resmigeçit yapıyor… Karabük isminin etimolojisinden başlayan milliyetçi tarihyazımı… Askerî kaygılarla belirlenen sanayileşme kaderi… Bir “işletme” etrafında şekillenen bir şehir… 1980 öncesinin kanlı provokasyonları… İthal ikamecilikten neoliberalizme değişen iktisat politikalarının yine kader çizen ve bir ara “kapanma” tehdidine varan etkileri… Taşra siyasetinin seyri… Bir ayağının hep köylülükte kalması gözetilen bir işçi sınıfı ve hep “kontrol” altında tutulan bir işçi hareketinin serencamı… Mükemmel bir şehir hikâyesi…
18. Kent İnsan Roman
İnsanın varlığını anlamlı hâle getiren olgulardan biri mekân ve insanın mekânla olan etkileşimidir. Bachelard’ın deyişiyle çiçek nasıl her zaman çekirdeğinin içinde gizli ise, insan da mekânın içinde gizlidir ve onu çözebilmek için mekânı da çözümlemek gerekecektir. Modern insan için yüklendiği yeni anlamlar sayesinde, mekânın romandaki görünümleri de değişmiştir.
Modern romanda mekân klasik romanda olduğu gibi dekoratif bir ayrıntı değil, insanın gittikçe daha karmaşık hâle gelen varlığının ayrılmaz bir parçasıdır. Modern romanın başta gelen mekânlarından biri olan kent söz konusu olduğunda, romancıların kentleri birer fotoğrafçı titizliğiyle gözlemlediğini ve kentlerin yansıtılmasında çok önemli bir işlev yüklendiğini görürüz.
Kent İnsan Roman’da, 1980’den 2010 yılına kadar geçen zaman aralığında yazılmış Türk romanlarında kentleşmenin görünümleri ortaya konmuş ve kentleşme olgusu çeşitli açılardan incelenmiştir. İnsanı kent içinde, kenti de romanın kurgusal dünyasında anlamlandırma gayreti içindeki yazılardan oluşan bu eser, yakın dönem Türk romancısının kentleşme olgusuna yaklaşımını göstermesi bakımından da değerli okumalar sunmaktadır.
19. Babil Prensesi —Voltaire
Şair, romancı, oyun yazarı, sivri dilli tartışmacı, filozof, tarihçi ve ahlâkçı Voltaire, Fransız yazarlarının en büyüklerindendir. Aydınlanma Çağı on sekizinci yüzyılda Fransız düşüncesi bütün Avrupa’yı etkilerken Voltaire de Fransız düşüncesini etkilemiştir. Tüm yapıtlarında doğayı, özgür düşünceyi, bilimi ve insanın mutluluğu için toplum yaşamında laikliği savunan Voltaire, sağlığında yayımlanan son yapıtlarından biri olan Babil Prensesi’nde de bu çizgisinden şaşmıyor. Gerçekdışı dekorlarda geçen inanılmaz olayları zevkli bir dille anlatırken okurunu aydınlatmaktan geri kalmıyor. Babil Prensesi, eski çağlarda geçen bir aşk masalı. Hükümdar babası, güzeller güzeli kızı Formozant’a yaraşır bir damat bulmak için bir yarışma düzenler. Yarışmaya yalnızca Mısır firavunu, Hint şahı ve İskitlerin kralı katılır. Ancak son anda yakışıklı bir genç çıkagelir. Bir çobandır bu genç adam. Tek boynuzlu bir atı, bir anka kuşu ve bir uşağı vardır yalnızca. Prensese deli gibi âşık olur; aşkı karşılıksız değildir…
20. Denizlere Çıkar Sokaklar —Reyhan Saygın
“Mutlu hissetmiş miydim kendimi? Hatırlamak için bu kadar zorlandığıma göre hayır! Sorgulamış mıydım peki? Hayır, sanmıyorum. Niçin sorgulamamıştım peki? Üniversiteden mezuni en iyi devlet dairelerinden birine kapak atmış, hem de zaman gelmiş de geçiyor biri olarak elbette evlenecektim. Evlenmeyip ne yapacaktım? Hem hiçbir zaman da güzel olmadım ben, yani erkeklerle flört edecek kadar. O yüzden de onun beni seçmesi bana iyi gelmişti.”
Bazen hayatımız boyunca biriktirdiğimiz düğümlerin çözüldüğü bir zaman gelir, anlarız ki denizlere çıkarmış sokaklar.
Hayat düğümleri, ruh düğümleri, ilişki düğümleri hakkında bir kitap bu.
Sokakların denizlere çıktığı bir hikaye.