Mehmet Çimen’in yazdığı sonu sürpriz bir finalle biten kitabı Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır, din, psikoloji, gerçeklik ve hayat gibi konularda okuyucuyu düşünmeye davet ediyor.
Bir adam düşünün ki; adı Şevket, ülkesinden uzakta, dilini bile bilmediği Moldova’daki hapishanede kendiyle ve hayatıyla yüzleşsin! Bu yüzleşme de öyle böyle bir yüzleşme değil! 35 yaşına gelene kadar ki dönemi parçalara ayırarak yapıyor bunu; 0-15, 15-30, 30-35 yaş… Yaş dönemlerini gözünün önüne getiriyor, verdiği kararların sonuçlarını irdeliyor, hatta korktuğu olayları kabul etmeye çabalayıp, kendini yeni baştan tanımlıyor.
İşte Mehmet Çimen’in A7 Kitap tarafından yayımlanan Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır isimli kitabı, okuyucuya da aynı baş karakter Şevket gibi, “Nereye ve niçin gidiyorsun? Sen Kimsin?” soruları hakkında düşünme fırsatı veriyor.
Özgürlüğün için hangisini seçersin?
Şevket, karısının kendisini ünlü bir tiyatrocuyla aldatması sonucu adamın yüzüne zarar verince işler biraz, hatta ülkeler arası karışıyor, basın bu olayı araştırmaya başlıyor. Bu noktada da Şevket’e gönderilen tercüman kendisine iki şık sunuyor: “Ya delice yanıtlar verecek ülkeden sınır dışı edileceksin ya da susacaksın hâkim akli melekelerinin yerinde olduğuna hükmedecek, ağır hapis cezası alacaksın. Tabii bu arada akli melekeleri yerindeyse mahkeme hükmü açıklarken, eşinle de boşanacaksın. Mal varlığını, banka hesaplarını, tapularını, varını yoğunu neyin var neyin yok, mal paylaşımı yaparken de karına vereceksin.”
Yani konuşursa hapse düşmüş bir akıllı, konuşmazsa meteliksiz, hür bir deli olacak. Tabii burada okuyucu, kitapta yazılanları Türkiye’yle kıyaslayınca, kadınların oradaki şartlarını düşünmeden edemiyor…
İlk hür iradeniz ne zaman aldın?
Kitabın kahramanı Şevket, geçmişe ortaokul yıllarına dönüp kendisini döven çocuktan intikam aldığı yıllara gidiyor. Özgürlüğünü hissettiği, ilk hür iradesini kullandığını düşündüğü senelere… Ancak zaman içinde şunu fark ettiğini kitap boyunca yeniliyor; insan büyüyor, dişe diş, kana kan da bir anlam ifade etmiyor. Çünkü hayat denilen şey; aslında yapıp etmelerimizin sonucu olarak ya aynı tekrar ediyor ya da farklı bir bakış açısıyla bize yenilikler sunuyor. Eğer korkaksan, hayatla yüzleşmeye cesaretin yoksa ve başarı diye sunulan sonuçlara hep aynı yol/yollar üzerinden gidersen asla değişemiyor, gelişemiyorsun.
Kitap boyunca kendi komik diliyle yaşadıklarını izahata çalışan Şevket’in çok yoğun şekilde hissettiği yalnızlığı ve ailesinin kaybından sonra duyduğu boşluk hissi de okuyucunun dikkatinden kaçacak gibi değil.
Kabullenme neye yarar?
Kitaba adını veren “Her şeyin bi’ şeyi vardır!” sözü; hücrede hayatı hakkında düşünme şansı bulan Şevket’in, tercümanı Fahri’ye verdiği yaşam sırrı aslında. Şevket, kitabın bir bölümünde tercümanı Fahriye “Maymuncuk gibi anahtar verdim sana. Açmayacağı kapı yok! Niçin şöyle, böyle deyip duruyor mu kafandaki tilkiler? ‘Her şeyin bi şeyi vardır’ de onlara. Öyle olması gerekiyormuş, olmuş işte. Allah var mı diye soruyorsun ya? Hemen uygula bak. Her şeyin bi şeyi vardır. Her varlığın, bir yaratıcısı vardır,” diyor.
Şevket, kabullenmenin ruha bir rahatlık getirdiğine dikkat çekerken; dindeki, psikolojideki, hayattaki her türlü soruya uyan bu yanıtla düşündürüyor. Çünkü okuyucu da biliyor ki, yaşamla sürekli tersten konuşmak, hayatın getirilerine her zaman muhalif durmak bir yerden sonra olanı kaçırmaya ve yaşamdan zevk almamaya kadar gidiyor.
Hayatta nelere bağımlıyız?
Kitapta sık sık dedesiyle yaşadığı anıları da hatırlıyor Şevket. Dedesinden şakayla karışık bahsetse de ondan ölesiye korktuğu ve çekindiği aşikâr. Mahkeme salonunda anlattığı, çocukluğuna dair anılarsa aslında birçoğunun kaçtığı gerçekliklere ışık tutuyor. Özgürlüğün, dayanağın, maddiyatla değil, kişiyi gerçekten seven insanlardan ailesinden kaynaklandığını da şöyle anlatıyor:
“Yıllar geçip hayat seni zorlamaya başladıkça sarılıp ağladığımız; maalesef o artık büyüdü, geri dönüşü yok diye ardından ağıtlar yaktığımız ‘içimizdeki çocuk’ mitinin nedeni, yaşam saati yeni çalışmış çocuğun tecrübesizliğinden, öngörü eksikliğinden kaynaklanan cahilce cesarettir. Bu cesaretin, çocukken kendisine yaşattığı özgürlüğü bir türlü unutamaz insanlar. Büyüdükçe, elindekileri kaybetmekten korkup kararsızlık yaşayanlar; kaybedecek hiçbir şeyi olmadığı çağlarda gösterdiği cesaret hikâyeleriyle, içindeki çocuğa düzdüğü methiyelerle, yaptıkları büyük hataları sağaltmaya çalışan korkaklardır olsa olsa. Bana gelince, yaşadığım bu kavga sayesinde özgürleştiğimi düşünüyordum. Korkularımın beni yönetmesine ilk defa izin vermemiştim. Can pazarında alınmış kararlardan değildi. Korkularımı dinleyip, hayatımı parazit gibi yaşamaya devam edebilirdim. Ama bunu yapmadım. Korkularımdan arındım. O an, içimde fısıldaşan seslerin hepsinin bana ait olmadığını ilk kez hissettiğim andı, vardı. Bu adına özgürlük dediğim o hisse çok takmıştım. Hayatım olumlu anlamda değişince, bütün kerameti o histen bilmeye başladım. İlacı buldum diye düşünüyordum. Maymuncuk gibi her kapıyı açtığını, dış dünyamı, sosyal ilişkilerimi kendine göre düzene koyduğunu düşünmüştüm. İç dünyamdaki rahatlamayı da adını özgürlük koyduğum bu histen biliyordum. Her derde deva ilaç gibiydi o yıllarda benim için. Fakat iç dünyamı yoluna koyanın aslında bu özgürlük zannı değil, ailem olduğunu, ailemi kaybedince anladım. Adını özgürlük koyduğum o his, zaten bir kere görünüp kaybolmuştu.” (Sayfa 57)
Sonu sürpriz bir finalle biten Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır, din, psikoloji, gerçeklik, hayat gibi konularda okuyucuyu düşünmeye davet ediyor.