Dada Kitap olarak yine kitap önerilerimizle karşınızdayız. Biliyoruz ki “öylesine” konuşmak yerine “gerçek” bilgilere dayanan muhabbetler için okumaya mecburuz. Bazen gerçek bir olayı en iyi kurgu kitaplar anlatır, bazen ise doğrudan gerçeklerle yüzleşmek gerekir. Kitaplar bize tüm bunları veriyor; aldatmadan, sözünü sakınmadan… Birilerinin sözüne inanıp aldanmamak için okuyun, okuduklarınızı karşılaştırın.
Sözü daha fazla uzatmadan sizi 20 kitaptan oluşan kitap önerisi listemizle baş başa bırakıyoruz.
1. Yargıç ve Celladı (Friedrich Dürrenmatt / Dedalus)
“İşte biz insanlar birbirimizden korktuğumuz için, devletler kuruyoruz Schwendi. Türlü koruyucularla sarıp sarmalıyoruz çevremizi. Polisler, askerler, kamuoyu… Ama tüm bunlar neye yarıyor ki?”
Kırk yıl önce İstanbul’da başlayan bir intikam hikâyesi…
Artık Türk okurunun aşina olduğu, İsviçreli yazar Dürrenmatt’ın bu romanı, genel adalet anlayışının bir bakıma hicvi. Dürrenmatt polisiyeyi edebiyatın nitelikli bir kolu haline getirmekle kalmıyor; felsefi sorunları da doğallıkla eserinin asli niteliklerinden birine dönüştürüyor.
Komiser Berlach, olayları başlatan polis cinayetini soruşturmak için görevlendirilir ve insan doğası Berlach ve çevresi üzerinden değerlendirilir. Komiser katille kedi-fare oyunu oynarken adalet kavramını kafasında yeniden şekillendirir. Cinayetin izi sürülürken suç ve adalet, iyilik ve kötülük, insan ve toplum arasındaki ilişkiler büyük bir titizlikle işlenir.
Yargıç ve Celladı, altında yatan anlamın her sayfada derinleştiği, okuduktan sonra etkisi uzun süre geçmeyecek bir roman.
2. Uykulu Kuytu Söylencesi (Washington Irving / İthaki Yayınları)
“Washington Irving öyle bir yazar ki çağdaşlarını gölgede bırakıyor.” —Stephen King
Amerika’nın ilk gotik yazarlarından Washington Irving’le İç Savaş sonrasının puslu coğrafyasına bir yolculuk.
“Uykulu Kuytu Söylencesi” Amerikan edebiyatının ilk hayalet öykülerinden biri olmasının yanı sıra ilk gotik öykülerden de biridir. Uykulu Kuytu’nun Başsız Süvarisi, söylenceye göre, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda bir top atışında başını yitirmiştir ve artık geceleri cepheye yetişmek için atını dörtnala süren bir süvariye dönüşmüştür.
Bu seçkide, “Uykulu Kuytu Söylencesi”ne ek olarak Irving’in bir diğer meşhur öyküsü “Rip Van Winkle” ile “Lanetli Ev”, “Şeytan ile Tom Walker”, “Hortlak Damat”, “Alman Öğrencinin Serüveni” ve “Gibbet Adası’ndan Gelen Konuklar” isimli öyküler de yer alıyor.
3. Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana (Ray Bradbury / İthaki Yayınları)
“Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana muhtemelen Bradbury’nin en iyi eseri.” -Stephen King
Düzyazının şairi Ray Bradbury’den sizi kendinizle yüzleştirecek, cesaretin ve korkunun bir araya geldiği karanlık bir karnaval.
Vücudunu baştan sona saran dövmelerle zamana hükmetmeyi başaran Resimli Adam’ın avuçlarında iki tanıdık isim vardır: William ve Jim. 14 yaşındaki hemen her çocuk gibi bir an önce büyümek isteyen Will ve Jim’in önünde iki seçenek belirir: Ya Resimli Adam’ın büyüsüne kapılıp zamanı ileriye saran o atlıkarıncaya binecek ve tüm kasabayı bir günahkârlar karnavalına hapsedeceklerdir ya da Will’in ihtiyar babasıyla birlikte karnavalı belki de bir başka ekime kadar kasabadan uzaklaştıracaklardır.
Çekinme, gir içeri… Uğursuz bir şey, upuzun bir yoldan senin için geldi.
4. Arıların Hikayesi (Celal Al-i Ahmed / Tefrika Yayınları)
Çağdaş İran Edebitatı’nın önde gelen isimlerinden ve aynı zamanda Samed Behrengi, Sâdık Hidâyet gibi önemli yazarların çağdaşı Celâl Al-i Ahmed’in özellikle gençler için kaleme aldığı bu önemli eser, yediden yetmişe herkesin severek okuyacağı bir klasik.
Yıl boyunca çalışarak ürettikleri tüm balı arılardan alan Kemend Ali bey’in ve bu durumu farkettiklerinde ne yapacakları konusunda hep birlikte bir çözüm yolu arayan arıların hikâyesi..
Celâl Ali Ahmed, yalın dili ve eşsiz uslubuyla hepimiz hak ve emek gibi kavramları yeniden düşünmeye davet ediyor.
5. Sonsuz Kule (Silvina Ocampo / Nebula)
Leandro’nun sakin yaşamı resim satan gizemli bir yabancının bahçe kapısında belirmesiyle aniden altüst olur. Kendini birdenbire pencereleri olmayan uçsuz bucaksız bir kulede hapsolmuş bulan Leandro, şeytanın resimlerindeki bir figürdür artık.
Okurlarını çocuk ya da yetişkin olarak ayırmaması, coşkun hayal gücü ve unutulmaz metaforlarıyla Alice Harikalar Diyarında ve Küçük Prens gibi eserleri hatırlatan Sonsuz Kule, Arjantin edebiyatının “on yıllardır en iyi gizlenen sırrı” olarak gösterilen Silvina Ocampo’nun büyülü, benzersiz yazını ile tanıştırıyor okurlarını.
“Silvina Ocampo en iyi yazarlarımızdan biri. Edebiyatımızda hikâyelerinin eşi benzeri yok.” —Jorge Luis Borges
“Silvina Ocampo, Borges ve García Márquez ile birlikte, İspanyolcanın öncü yazarıdır.” —Jorge Amado
“Ocampo, bir yandan kız kardeşi Victoria’nın diğer yandan kocası Bioy Casares ile Borges’in gölgesinde yaşadı. Kısa, billur gibi öykülerini yazarken cömert ve gösterişliydi, mükemmeldi.” —César Aira
6.Arıza Babaların Çatlak Kızları (Ayten Kaya Görgün / Ayizi Kitap)
“Her şeyi göze alanlar, aysız bir gece vakti yalnız kabı kacağı, öteyi beriyi, tası tarağı, çoluğu çocuğu, yatağı yorganı, çulu çaputu değil; ellerindeki nasırı, dudaklarındaki duaları, kulaklarındaki ninnileri, içlerindeki sesleri, soludukları dağ kokusunu, dillerindeki dikenleri, dedelerinin anlattığı kaçgöç hikâyelerini, söyledikleri türküleri, akıllarındaki gel gitleri, kuşkularını, kendilerinden öncekilerin sırtlarına bindirdiklerini; ne varsa yaşayıp biriktirdikleri güçleri yettiğince yüklediler kamyonun tepesine, kendileriyle birlikte. Kamyona yüklediklerinden, içlerine attıklarından daha çoktu geride bıraktıkları. İnsan ne kadarını yükleyip nereye kadar sürükleyerek taşıyabilirdi ki çocukluk vatanını?”
7. Seçilmiş Halklar (Anthony Smith / Alfa Yayıncılık)
Seçilmiş Halklar, milliyetçilik ile dinsel inançlar arasındaki kuvvetli bağı anlatıyor. Tevrat’taki İsrailoğullarından nasıl Yahudi milliyetçiliğinin türediğini, İngilizlerin Roma Kilisesine meydan okuyup bağımsızlaşma sürecinde kendisine yarı dini yarı efsanevi bir geçmiş yaratıp Kral Arthur ya da St. John’a (İrlandalılar ise St. Patrick’e) başvurarak onları kendi etno-kültürel dünyalarının temel referansı yaptığını anlatıyor. Örneklendirmelerle konu genişliyor: Ortodoks inancı ve yıkılan Bizans (II. Roma) sonrasında, Rusların III. Roma İmparatorluğu olmak için seçilmiş olduklarına dair bir inanç inşa ederek, Moskovitzlerin Ortodoksluk üzerinden bir Rus milliyetçiliği oluşturduklarını etraflıca tartışıyor. Benzer bir seçilmişlik iddiası da ABD’den: Amerika’ya göçen Protestan kitlelerin, Katolik zulmünden kaçtıkları toprakları yurt edinirken, çektikleri çileler dolayısıyla kendilerini kutsayıp, seçilmiş bir topluluk olduklarına inandırarak, Amerika kıtasını Vaat Edilmiş Topraklar olarak gördüklerini anlatıyor Anthony Smith. Ayrıca benzer temaları Türklerin İslamın kılıcı olmakla, Arapların, İslam Peygamberinin bir Arap olarak dünyaya gelip Arapça konuşmuş olmasıyla övündüğü Ortadoğuya da uyguluyor.
8. Toplumsal Cinsiyet Tarihçiliği Nedir? (Sonya O. Rose / Can Yayınları)
“Kadın veya erkek olarak tanımlanmanın ne anlama geldiğinin bir tarihi vardır.”
Toplumsal cinsiyet tarihçileri, 1970’lerin ortalarından beri toplumsal cinsiyeti bir analiz kategorisi olarak kullanıyor, cinsiyetler arasındaki algılanan farkların ve ilişkilerin nasıl tarihsel olarak üretildiğini ve dönüştürüldüğünü araştırıyor.
Toplumsal Cinsiyet Tarihçiliği Nedir? alanın tarihçilerinin ne tür sorular sorduklarını, bunları nasıl cevaplandırdıklarını, ihtilaflarını, farklı yöntem ve yaklaşımlarını ele alan bütünlüklü bir giriş çalışması. Toplumsal cinsiyet tarihçiliğinin doğuşunu ve gelişimini anlatırken ırk, sınıf, etnisite gibi konularda toplumsal cinsiyetin merkezî konumunu vurguluyor.
Sonya O. Rose, 19. ve 20. yüzyıl Britanya’sının endüstriyel kapitalizminde toplumsal cinsiyet ve sınıf kesişimlerini çalışan ve önemli yayınları bulunan bir araştırmacı. Bu kitabında, toplumsal cinsiyet tarihi çalışmalarının milliyetçilik, endüstrileşme, sömürgecilik, emperyalizm, iktidar ve emek ilişkilerini nasıl aydınlattığına dair örnekler veriyor. Bugünü anlamanın aracı olan geçmişe dair, toplumsal cinsiyetli sorular sormanın önemini gösteriyor.
9. Ma Sekerdo Kardaş? N’etmişiz Kardaş? (İlhami Algör / İletişim Yayıncılık)
“Geride kalanları, kadın ve çocukları yük vagonlarına tıkıp batıya sürdüler. Nereye gittikleri, dönüp dönemeyecekleri belirsizdi. Erzincan’da Karasu kenarında, Ilıç’ta Fırat kenarında beklediler. Belirsizlik içinde korku dolu günlerdi. Neticede Divriği’de iskân masaları kuruldu. İskân memurları her bir aileden artakalanları, Balıkesir, Çanakkale, Eskişehir vb. illerde bir köye verdiler. Penceresiz kara vagonlara tıkılıp gönderildiler. Vardıkları yerde ilk günler yadırgayan bakışlar ile geçti. Sonra yıllar geçti. 1947’de bir af çıktı, ‘dönebilirsiniz’ dediler. Döndüler. Yine aç kaldılar. Kolay olmadı. Yeni doğan çocuklar bu hikâyenin içine doğdular.”
Dersim ’38 hakkındaki büyük suskunluk birkaç yıldır çözüldü, bu konuda epeyce yayın yapıldı. Ma Sekerdo Kardaş’ın özelliği, bu travmaya yakın gözlüğüyle bakmasıdır. Surbahan köyünün, çoğu toplu olarak Zıni Gediği’ne gömülmüş kurbanlarından artakalanların hikâyesi. Evvelleri ve ahirleriyle.
İlhami Algör, “kalanların” hafızasıyla konuşuyor. 18. yüz yıldan bugüne, hayatın, ailelerin, Rus işgalinin, Ermeni komşuların, kırımın, sürgünün, dönüşün, hatırlananın ve hatırlanmak istenmeyenin hikâyesi.
Hafızanın gediğine gömülenleri, arkeolog şefkatiyle, usulca kazan bir kitap.
10. Yeni Mesken ve Yaratıcı Olarak Kadın (Bruno Taut / Sub Yayınları)
Bugünkü durum şöyle ki, kendi evi tarafından ne kadar köleleştirilmiş olduğunu kadın kendisi de bilmiyor. O, tüm hayatını, günler ve saatler boyunca hiç bitmek bilmeyen yemek pişirme, yıkama, temizleme, dikiş vs. vs. işlerine kurban ederken; sadece pratik ve ticari soruların çözümüyle kaderinin düzeleceğine inanmak bir yanılmadır.
11. Kutu-Karanlık Oda Hikayeleri (Günter Grass / Everest Yayınları)
“Grass’ın romanla deney yapma konusundaki tükenmez tutkusundan ve Kutu’daki olağanüstü pasaj ve hikâyelerden etkilenmemek olanaksız.” —Charles Simic
Nobel ödüllü Alman romancı Günter Grass’ın büyük tartışmalar yaratan Soğanı Soyarken adlı yaşamöyküsünün devamı niteliğindeki Kutu, aynı zamanda deneysel bir kurmaca.
Romanın gizli kahramanı Günter Grass, farklı kadınlardan olan sekiz çocuğunu bir araya getiriyor ve onlardan, çocukluklarını, birbirleriyle ve genellikle yeni bir kitabın peşinde olduğu için ortalarda görünmeyen babalarıyla ilişkilerini anlatıp kaydetmelerini rica ediyor. Çocukların konuşmaları, anıları, bellekleri bir süre sonra üst üste biniyor; çekişmeler, suçlamalar, kıskançlıklar, yalanlar ortaya saçılıyor.
Tüm bu performansın merkezinde ise, Grass’ın teneke trampet gibi büyülü nesnelerinden biri yer alıyor: Agfa Box fotoğraf makinesi. Adeta usta yazarın gölgesine dönüşen, makinesiyle yazarın temalarına ilişkin binlerce kare çeken gizemli Mariecik’in elinden düşürmediği sihirli “Kutu”su, kimi zaman gerçeklikte olmayan şeyleri kimi zaman da geleceği gösteriyor, sıradan görünümlerin ardındaki gizli niyetleri, arzuları ortaya çıkartıyor.
Artık kendileri de birer ebeveyn olan çocuklar, roman boyunca, Pandora’nın “Kutu”su misali ortaya çıkan bu sihri anlamlandırmaya çalışıyorlar; yazarın ilham kaynağı mı, sanatın gücü mü, tanrının gözü mü, yoksa yalnızca çok ünlü, çok önemli bir yazarın ölmeden önceki son cüretkâr hesaplaşması, son fantezisi mi?
“Günter Grass, ressamlığından dolayı görsel bir yazardı. Hikâye ne kadar acımasız, sert ve siyasi olursa olsun, hikâyeyi yazarın yaratıcılığına dayandırmayı öğretti bize. Yaşayan en büyük Alman yazarıydı…” —Orhan Pamuk
12. Modern Dünyada Tarım ve Özgürlük (Abdullah Aysu / Epos Yayınları)
Şirketlerin kâr hırsı ve Devletlerin şirketleri koruma politikaları bize çağımızın gerçeğini sunuyor: İşsizlik ve yoksulluk artıyor, açlık ve beslenme yetersizliği artıyor, nüfusun büyük bir kesimi temiz suya ve sağlıklı gıdaya erişmekte zorlanıyor, iyi beslendiğini düşünen insanlar yüksek düzeyde kimyasal kullanılarak yetiştirilmiş gıdalarla kendilerini zehirliyorlar, bölgesel savaşlar artıyor, kısaca ekolojik tahribat kritik bir eşiğe geldi. Yoksulların geleceği giderek belirsizleşiyor.
Bu çağımızın gerçeğinin bir tarafı: Ve gerçekler sadece yok olanlardan ibaret değil – Gerçekler sadece devletlerin ve şirketlerin (sermaye akışının) egemenliğinden ibaret değil.
Abdullah Aysu bu kitapta bize “Dünyanın başka bir gerçeğini” gösteren ve kanıtlayan bir mücadeleyi tanıtıyor. Bu mücadele, umudu ya da hayali değil, “gerçek hayatta” modern dünyanın egemenlerine karşı yürütülen toprak ve özgürlük talebinin somut varlığını kanıtlıyor aynı zamanda…
Bu kitapta, toprağı büyük sermayeden bağımsız biçimde işleyebilmek ve özgürleşebilmek için kolektif ilkelere bağlı kalarak örgütlenen Topraksız Kır İşçileri Hareketi’nin kazanımları anlatılıyor: Topraksız Kır İşçileri Hareketi, “doğanın toplumsallaştırılması” olarak adlandırılan bir süreçte, ekoloji talanına ve bu talana eşlik eden kültür yıkımına tepki olarak, doğal varlıklardan kullanma payı almak amacıyla tarihsel haklarını talep ediyor.
Brezilya’nın 23 eyaletinde 1,5 milyondan fazla kır yoksuluyla birlikte hareket eden Topraksız Kır İşçileri Hareketi, boş araziler üstüne büyük bedeller ödeyerek kurdukları yerleşimler ve kamplarda kendi geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Geçimlerini hayvancılıkla ve meyve-sebze-hububat üreterek sağlamaya çalışıyorlar. Kurdukları üretim ve tüketim kooperatifleriyle sömürü düzeninden kaçınıyorlar.
Eğitim kurumları inşa etmişler: Çocukları için kreş, okul açmışlar, gençleri için eğitim merkezleri kurmuşlar…
Meslek edindirme kursları açmışlar, organik gıda ve tarım eğitimleri veriyorlar…
Topraksız Kır İşçileri Hareketi; doğayı ve insanı serbest sömürü alanı dışına çıkarma mücadelesi veriyor ve bu konuda oldukça da başarılı olmuşlar.
Abdullah Aysu bu kitapta Türkiyelilere Topraksız Kır İşçileri Hareketi’nin: “geç kaldınız”, “durmayın”, “daha fazla beklemeden belediyelerinizle, köylülerinizle, kadın ve erkelerinizle harekete geçin” çağrısını iletiyor.
Topraksız Kır İşçileri Hareketi zamanımızın olumlu gerçeğini ve bu dünyaya ait örneğini gösteriyor.
13. Büyük Evin Küçük Hanımefendisi (Jack London / Maya Kitap)
Zeki çiftçi Dick Forrest, güzel ve yetenekli karısı Paula’yla Büyük Ev’de mutlu bir yaşam sürmektedir. Forrest’ın arkadaşı Graham, Büyük Ev’e geldiğinde işler karışır. İki arkadaş Paula’ya, Paula ise adamların ikisine birden âşıktır. Bu aşk üçgeni onları nereye götürecektir?
Bu kitaptaki üç karakterim mızmız da değil, ahlakçı da… Hepsi kültürlü ve modern ama aynı zamanda ilkeller. Kitap bittiğinde okur, karakterlerimin üçüne de hayran kalacak. Yazmaya devam ettikçe ellerimde duran şeyin yazarlık hayatımın zirvesi olduğuna daha da çok inanıyorum. Her zaman yazdığım türden şeyler bulma umuduyla okursanız bu kitabı benim yazdığıma inanmayabilirsiniz. Yepyeni ve şimdiye kadar yazdığım her şeyden farklı bir şey yazıyorum. —Jack London
Jack London’ın satır aralarında kadının seçimlerinde özgür olduğuna sık sık vurgu yapması, bu kitabın, dönemin feminist hareketlerini yansıtan romanlardan biri olmasını sağlamıştır.
Jack London’ın bu romanı Türkçeye ilk kez çevriliyor.
14. Dayanılmaz Peri Masalı (Jack Zipes / Alfa Yayıncılık)
Sözlü kültür, yani masalların sözlü aktarımı bizleri her zaman birbirimize bağlamıştır. Peri masalları dünyanın dört bir yanındaki toplumların ilerleme süreçlerinde daima öncelikli bir yer işgal etmiştir. Günlük hayatımızda vazgeçilmez bir alışkanlık haline gelmişlerdir. Peki, ama peri masallarını bu kadar dayanılmaz kılan nedir? Kültürel evrimde nasıl bir işlevleri var? Bunlar Jack Zipes’ın yazdığı Dayanılmaz Peri Masalı adlı bu muhteşem araştırmada değinilen birbiriyle ilintili sorulardan sadece birkaçı.
Bu kitap, peri masalı tohumlarının serpilip gövermesini ve dünyanın en karşı konulmaz kültürel türlerinden biri haline gelmesini sağlayan mecraların tarihini keşfe çıkıyor.
Grimm Kardeşler’den Charles Perrault’ya, Giuseppe Pitrè’den La Fontaine’e, daha nice isimsiz anlatıcıya uzanan bir masalcılar geleneğine şahit olacaksınız. Mavi Sakal’dan Baba Yaga’ya, Kırmızı Başlıklı Kız’dan Pamuk Prenses’e, o çirkin cadılara ve kurtlara kadar tüm masal kahramanları gözünüzün önünden geçecek.
Unutmayın, kültürünüzü yaratan asıl şey size anlatılan ve sizi biçimlendiren masallardır.
15. Ölümün Tarihi (Michael Kerrigan / Paris Yayınları)
“Memento Mori”
Kendine özgü yaşam ritüellerini bir potada eritebilen gerçeklik: Ölüm!
Kimine göre bir son, kimine göre bir başlangıç…
Ölümde iki şey başımıza gelebilir: Ya kişi yok olur tüm algılarını bir hiçlik denizinde yitirir ya da birçok insanın inandığı gibi bu bir değişimdir, ruhun başka bir diyara göçüdür. O diğer dünyaya Orpheus, Musaeus, Hesiod ve Homeros’la sohbet etmek için kim gitmek istemez ki?
Ayinler, hayaletler arası evlilikler, mumyalama teknikleri, ölüm maskeleri, mezar hediyeleri, defin eğlenceleri ve birbirinden enteresan bakış açılarıyla serinin son kitabı Ölümün Tarihi, insan bedeniyle vedalaşma imtihanına ışık tutuyor.
16. Homo Ludens (Johan Huizinga / Alfa Yayıncılık)
Huizinga’ya göre oyun toplumların gelişmesini sağlayan merkezi bir etkinliktir. Oyunun beş özelliği vardır:
Oyun özgürdür; oyun “sıradan” veya “gündelik” hayat değildir; hem yerelliği hem de süresi bakımından “sıradan” hayattan ayrılır; oyun düzen yaratır; maddi çıkarla bir ilgisi yoktur ve oyundan bir kazanç elde edilemez. Platon’la söze başlayan Huizinga “oyun oynayan insan”ın ortaçağ, Rönesans ve erken modern dünya sürecinde uygarlığa katkılarının izini sürüyor.
“‘Oyun oynayan insan’ ve oyunun uygarlığa katkısı üzerine büyüleyici bir çalışma.” —Harper’s
“Keskin, parlak bir zekâ ve çok ender rastlanan bir ifade gücüyle Huizinga insan kültürünün en temel unsurlarından birisini, oyun içgüdüsünü etraflıca ele alıp yorumluyor. Bu kitabı okuyan kişi hukuk, bilim, yoksulluk, savaş, felsefe ve sanattaki gelişmelerde oyun içgdüsünün ne denli köklü bir rol oynadığını kolayca fark edecektir.” —Roger Caillois
17. Ölüm Fısıldar Geceye ( Verda Pars / Yitik Ülke Yayınları)
Birbirleriyle alakasız hayatlara sahip insanlar art arda vahşice öldürülmekteydi. Cinayetlerin işleniş biçimleri arasındaki benzerlikler, onlara katilin bıraktığı işaretleri takip etmekten başka şans bırakmıyordu. İpuçlarının açtığı yoldan ilerlemek onları bir sonraki kurbana mı, yoksa katilin kendisine mi götürecekti? Ölü bedenlerin arasından açılan yollar, İstanbul’un arka sokaklarında dönen uyuşturucu ticaretinden, yakılan yıkılan doğu köylerine, dağılan ailelere ve kıskanç sevgililerin yok edici takıntılarına kadar uzanıyordu.
Kendini birdenbire bu devasa kan gölünün ortasında bulan Misli’ninse hayatta kalabilmek için yapacağı tek bir şey vardı. Kendi hijyenik orta sınıf hayatının düğümlerini çözmeye çalışmaktan vazgeçip katilin peşine düşmek…
18. Kemik Tozu (Zeynep Delav / hep kitap)
Zeynep Delav ilk öykü kitabı Kemik Tozu’yla okurların karşısına çıkıyor.
11 öykü ve bir novelladan oluşan Kemik Tozu baskı altına alınmış, görmezden gelinen insanları eksenine alıyor: Romanının yayımlanması hayat memat meselesi olan içekapanık bir adam… Kocasından sürekli şiddet gören bir kadın… Aile baskısından yılmış iki kız kardeş… Öldükten sonra eşyaları eşe dosta dağıtılan bir genç… Evlenip sınıf atladıktan sonra kazandıklarını kaybetmemek için her şeyi göze alan bir kadın… Geçmişlerinden, çevrelerinden kaçmak zorunda olan bir çift…
Pek çok edebiyat dergisinde öyküleri yayımlanan Zeynep Delav kalıpların dışına çıkarak, farklı bir üslupla kaleme aldığı öykülerinde anlaşılmamayı, yalnızlığı, terk edilmişliği ince ince işlerken insana ve var olmaya dair umudunu da paylaşıyor okurlarla.
19. Gayrimeşru İstanbul (Uğur Aktaş / Cumartesi Kitaplığı)
Bilmediğiniz bir İstanbul’da, az duyulmuş ve merak uyandıran gerçek hikâyeler eşliğinde gezintiye davetlisiniz. Daha önce hiç karşılaşmadığınız tiplerle tanışacağınız, cinayet, uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık gibi ilginç ve karanlık yaşanmışlıklara dahil olacağınız, hayret uyandıran hikâyelerin bir arada sunulduğu, kaynak niteliğinde bir kitap. Bu kitabı okuduktan sonra, İstanbul’a bambaşka bir gözle bakacağınız kesin.
Türk Edebiyatı dilimizi, dünümüzü, günümüzü, evimizi, kısacası dokunduğumuz tüm güzellikleri kapsıyor. Okurlarımızı kendi dilimizle kurulmuş dünyalarla tanıştırmak ve onlara içinde doğduğumuz kültürle demlenmiş öyküler sunmak istiyoruz. Türkçenin gücü hevesimizi ve heyecanımızı artırarak bu yolda daha emin adımlar atmamızı sağlıyor. Türk Edebiyatı serimiz ile ustalarımızın eserlerini kitaplığınıza taşımayı ve sizleri yeni yazarlarla tanıştırmayı hedefliyoruz.
20. Deliler Kahvehanesi (Turgut Akaslan / Akıl Fikir Yayınları)
Hayatın her ne kadar kabul edilmese de bazı gerçekleri vardır.
Mesela insanların çok yüzlülüğü…
İnsanlar bir evlilik, dostluk, arkadaşlık veyahut da iş sürecine girdikleri zaman diğer yüzlerinin hepsini saklıyor, belki de saklamak zorunda bırakılıyor ve sadece en sempatik maskeleriyle podyuma çıkıyorlar, kadını da erkeği de…
Bu kuralı bozanlar sadece onlardı…
DELİLER!