Röportaj: Özgen Aydos
Twitter: @ozgenaydos
Ben onu yazdığı dizilerle tanıdım, ilk kitabı Rocky, Cohen ve Muhsin Bey’den Örneklerle Hayatım’ı ise büyük bir iştahla okudum. Kitabı okuduğumda onun yaşayan bir yazar olduğuna inandım. Hayattan da, arkadaşlarından da, ailesinden de kopuk değildi. Yani çoğumuz gibi. Kırmızı Bir Ölüm ikinci kitabı ve ilk romanı. Meriç Demiray kimseye uzak bir yazar değil, onunla Kadıköy’de karşılaşabilir, verdiği eğitimlere katılabilir ve en önemlisi emek mücadelesini gözlemleyebilirsiniz. Ben ise büyük bir merakla yeni kitabını bekliyorum.
Öncelikle sizi henüz tanımayanlar için soruyorum; Meriç Demiray kimdir?
Meriç Demiray devamlı değişen bir şey herhalde. Portekiz’den ailemin yanından dönerken uçakta minimalizmle ilgili bir sesli kitaba tesadüf ettim ve şimdi evdeki eşyalarımın neredeyse yarısını elden çıkarıyorum. Seçimde sandık görevlisiydim ama ertesi gün günlük politikanın omzumda ne kadar büyük ve gereksiz bir yük olduğunu fark ederek hayatımdan ciddi anlamda çıkarmaya karar verdim. Altı aydır koşuyorum, iki senedir tenis oynuyorum ama bazı geceler öyle çok içiyorum ki üç gün hareket edemiyorum. Bu karakteri bir filmde görsem “karakter çıkmamış” derdim.
Yıllarca çok izlenen dizilere imzanı attınız. Kitap yazma fikri ne zaman ve nasıl oluştu?
Aşama aşama yazayım:
1. 10-12 sene önce Olimpos’a gitmiştim arkadaşlarımla. Orada geçirdiğim bir gecenin öyküsünü yazmıştım.
2. Yazdığım senaryolara bolca edebiyat sıkıştırdığımı fark ettim.
3. 2008 civarı, Taksim’de yaşlanmış bir DJ’in mikro epik öyküsünü yazdım. Aşağı yukarı buralarda bir gün yazmam gerektiğini düşünmeye başladım.
4. Moda’ya taşındım ve Avrupa yakasının hayhuyundan uzaklaşınca hayatıma bolca kitap girdi.
5. Çocuğum olduktan sonra sinema için düşündüğüm birçok öyküyü hayata geçirmek için yaşam süremin ve ülkenin şartlarının müsait olmadığını fark ettim ve onları yazarak insanlarla buluşturmaya karar verdim. Buradan öykü kitabım çıktı.
6. İçimde çok uzun süredir edebiyatla uğraşmamı bekleyen bir canavar olduğunu fark ettim.
İlk kitabınız Rocky, Cohen ve Muhsin Bey’den Örneklerle Hayatım’ın adı muhteşemdi bence. O kitabı da es geçmek istemiyorum. Oradaki öyküler biraz sizin hayatınızdan biraz yaşadığımız dünyadan beslenmişti. Onu yazma süreciniz nasıl gelişti?
Biriktirdiğim öyküleri kişisel deneyimlerimle buluşturdum. Kendi hayatını baştan kurmak, öğrenciliğimi geçirdiğim Eskişehir’le, çocukluğumu geçirdiğim Enez’le, Kuşadası’yla, İstanbul’la bambaşka, kontrol edebildiğim bir düzlemde tekrar ilişki kurmak benim için büyülü bir deneyim oldu.
Kırmızı Bir Ölüm çok bugüne ait bir roman. Ne zaman ve ne kadar bir süre içerisinde yazıldı?
Öykü kitabı çıktıktan sonra, kabasını bir senede yazdım sanırım. Geliştirme ve revizyon süreci de bir o kadar sürdü.
Hayattan kopuk değil anlattıklarınız. Bu anlamda “yaşayan” bir yazarım diyebilir misiniz?
Hayat gümbür gümbür akarken ve bir gün içinde o kadar çok yaşanırken, içine konuşan, mırıldanan, bağlamdan kaçan şeyler yazmak bana göre değil. Hayatım da öyle değil zaten. Kalabalık masalar, büyük sevinçler, büyük üzüntüler, bolca hayal kırıklığı, köpeği öldüğü için depresyona giren, aşkı için şehri terk eden arkadaşlarım var. Ben bunları yazmak istiyorum. Hatta bunları anlatmak için yazıyorum.
Kitabın kahramanı Kahraman Odabaş’ın hikâyesi bisiklete atlamasıyla başlıyor. Bisikletle yolculuk fikri nasıl oluştu?
Oluşma anını hatırlamıyorum ama fikri bulunca romanı kolayca yazabileceğimi anlamıştım. Bisiklet, kariyeri düşüşe geçmiş bir oyuncu, Ege kıyıları ve kış. Fikirler zincirin halkaları gibi birbirine bağlandı. Benim için çok özel, çok anlamlı bir yolculuk oldu.
Kitapta Kobani’ye de, orada yaşananlara da vurgu yapılıyor. Bu iklimde bunları yazmaktan korkmadınız mı?
O final kitapta en çok gurur duyduğum kısım. Bana Hair’in finalini hatırlatıyor: Ani ve beklenmedik bir hamleyle olayın çok yakıcı ve evrensel bir sosyolojiye bağlanması. Öykünün değerini arttırıyor. 17 senedir yazarak, insanlara iyi öykü anlatmaya çalışarak hayatımı kazanıyorum ve bu bir yerden sonra kumar gibi, alkol gibi bir bağımlılığa dönüşüyor. Çok samimi olduğuma inanın: İyi bir final için başımı belaya sokabilirim, hiç sorun değil.
Korkmak demişken artık ister kitaplarınızda, ister senaryolarınızda “Dur yahu şunu da yazmayayım, başımıza bir şey gelmesin” dediğiniz oluyor mu?
Edebiyatta henüz oralara gelmedik bence ama televizyonda alanımız çok daraldı. Bugün öpüşme sahnelerinde bile sorun yaşıyoruz. İnternet dizileri görece daha özgür. Sinemanın sorunuysa sansürden çok komedi ve sıkıcı sanat filmlerine indirgenmesinden, aradaki çok büyük alanın boş kalmasından kaynaklanıyor.
Kahraman Odabaş bisikletiyle çıktığı bu yolculukta kendi mi buluyor, yoksa kendi mi kaybediyor?
Bu soruyu okuduktan sonra bir süre düşündüm. Sanırım her ikisi de oluyor. İnsanı düşündüklerinden çok, yaptıkları belirliyor. Kahraman bence finale doğru bu basit ama önemli gerçeği fark ediyor ve hikâyesini tamamlamanın tek yolunun “durmamak” olduğuna karar veriyor. Çünkü yaşamanın, hayata katlanmanın, kendinle ilişki kurmanın tek yolu bu. Son cümlesi de bu yüzden önemli bence: “Yaşamaktan başka çarem yoktu” diyor.
Günümüz yazarlarından kimlerle ilgileniyorsunuz? Bugün üretilen edebiyatı nasıl buluyorsunuz?
Bu ara Ishiguro ve Javier Marías okuyorum. Antoni Casas Ros’un ilk iki kitabını şiddetle tavsiye ederim. Büyük yazarlarım Pamuk, Auster ve Murakami. Bugün üretilen edebiyatı eleştirmek çeşitlilik yüzünden çok mümkün değil. Artık iyi okur olmanın yollarını bulmak, bunu tartışmak daha önemli. Yayınevlerini tanımaya, çeviri denilen şeyin önemini kavramaya, kendi zevklerinizi anlamaya başlayınca iyi edebiyata ulaşma şansınız yükseliyor.
Yeni projeleriniz var mı?
İçinde fantastik öğeler barındıran, polisiye tarafı da olan bir gençlik dizisi yazdım, hayata geçme şansı oldukça yüksek ve bu gerçekleşirse çok çok mutlu olacağımı düşünüyorum. Dizi senaristliğinin birçok zorluğu var ama milyonlarca insana hikâye anlatmak ve geri dönüş almak hâlâ çok güzel ve tarifi zor bir zevk.