Murat Meriç’in Anason İşleri Kitapları logosunu taşıyan iki ciltlik kitabı Hayat Dudaklarda Mey yakın zamanda okurlarla buluştu. Kitabın kapağında da belirttiği üzere bu kitap içinde “memleketin anason kokan şarkıları”nı barındırıyor. Ancak buna genel bir seçki demek ise yanlış olur. Meriç de hemen kitabın başında belirtiyor zaten, bu seçkinin kişiye göre değişebileceğinden. Ancak genel olarak bakacak olursanız çilingir sofraları kurulduğunda olmazsa olmaz dediğiniz şarkıların çoğunu göreceğinizden şüpheniz olmasın. İşin güzel yanı ise bu şarkıların bir hikayesi var. Hikayesi olan şeyleri hepimiz seviyoruz sanırım.
Bir yandan şarkıları dinleyip bir yandan o şarkıların hikayelerini okuduktan sonra Murat Meriç ile Kadıköy’de, Bina’da bir araya geldik ve Hayat Dudaklarda Mey’i konuştuk.
Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Zor soru aslında. Müzik üzerine bir şeyler yazmaya çalışan bir insanım. Müziğin tarihini araştırıyorum. Müziğin tarihini araştırırken memleket tarihinden uzaklaşmamaya çalışıyorum. Aslında iyi bir dinleyiciyim ve o dinlediğim şeyleri merak ederek başladım bu işe. Peşinden gittim. Peşinden gidince de onlar beni bir yerlere savurdu. Kimya mühendisliği okuyordum, mesleğimi yapmamaya başladım. Bu uğraş okul yıllarında aklımı çeldi ve radyoculuğa başladım. Sonra da devam ettim.
Kimya mühendisliği alanında hiç çalışmadınız o zaman?
Stajı saymazsak çalışmadım. Doğrudan öğrenim görürken radyoculuğa başladım. Orada Metin Solmaz ile tanıştım ve o bana yazı yazma konusunda destek verdi. Yazılarımı yazdım, onlar bir yerlerde yayımlandı ve ondan sonra yoluma devam ettim. Bir taraftan DJ’lik yapıyordum o dönemde. Yazarak ve DJ’lik yaparak para kazanabildiğimi görünce… Radyodan kazanılmıyor gerçi. Daha sonra TRT’ye girince oradan da bir şey gelmeye başladı. Dolayısıyla böyle böyle kendi yolunu çizdim. Dinleyiciyken bir anda öğrendiğim şeyleri insanlara anlatırken buldum kendimi. Bu da çok hoşuma gitti ve oradan ilerledim.
Az önce bahsettiğiniz konu sormak istediğim sorulardan biriydi. Müzik ve müziğin tarihi konusunda böyle bir ilginizin olduğunu nasıl fark ettiniz? İnsan normal olarak kendinde olan şeyi fark eder ama…
Aslında çok meraklıyım. Her şeye meraklıyım, her şeyi çok merak ederim. Bilim seçmemin sebebi de o. Matematiği çok seviyordum ve mimar olmak istiyordum. Ona puanım yetmedi, kimya mühendisliğine girdim. Mimarlık dışında diğer istediğim kimya mühendisi olmak, kimya mühendisliği okumaktı.
Bir taraftan kimya mühendisliği okuyordum, edebiyata, tiyatroya, sinemaya bulaştım. Okulda tiyatro grubunu kuran insanlardan biri oldum. Her şeyi izlemeye başladım sinemada ve tiyatroda. Bir taraftan bir sürü şeyi merak etmeye devam ettim. Edebiyat tarihi üzerine çalıştım mesela. Sevdiğim yazarların, şairlerin kitaplarını buldum, okudum, peşlerine düştüm. Onların hangi şartlarda o kitapları yazdığını öğrendim ama bir taraftan da müzik hep yandan yandan gitti. Klasik müziğe çok merak salmıştım bir ara. Deli gibi klasik müzik çalıştım. O konuda kitaplar okudum, ansiklopediler karıştırdım. Daha Google’ın olmadığı dönemlerden bahsediyorum. Sonrasında da bir şekilde, yavaş yavaş işte bu merak edip öğrendiklerimi insanlara anlatır buldum kendimi. Daha sonra da müziğin tarihine merak saldım. Müziğin tarihi derken; Türkiye’de hangi ara pop müzik çıktı, nasıl gelişti, hangi gruplar kuruldu, kim hangi plakları yaptı, hangi şarkı hangi bestecinin gibi şeylerden sonra nihayet onlar da bir noktada bitti. Yani bir insan belli sayıda plak yapıyor ve yeni plak yapana kadar, yeni şarkı çıkartana kadar aslında onun hakkında çok konuşulacak bir şeyiniz kalmıyor. Merak edilecek bir şey de kalmıyor. O plakların hangi koşullarda yapıldığını merak ettim ve memleket tarihine merak saldım, onları birleştirdim ve bu noktaya geldi.
Yani aslında okumayla gelen bir merak diyebiliriz sanırım. Ben öğrendim, insanlarla paylaşayım boyutunda.
Evet evet tamamen okumayla. Öğrendiklerimi kendime saklamayı sevmiyorum. Gerçekten insanlar bunları bilsin, öğrensin istiyorum. Öğrendiğimde beni çok şaşırtan bilgileri başkalarıyla paylaştığımda onları da şaşırtmasını çok seviyorum.
Pek çok sorunun yanıtı aslında kitabın giriş kısmında var ama okumayanlar yahut henüz fırsat bulamayanlar için de soruyorum bazı soruları. Böyle bir seçki oluşturmak fikri nasıl ortaya çıktı? Seçki olarak adlandırıyorum ama…
Doğru, ben bir liste önerisi sunuyorum insanlara. Bu şarkı listesi çilingir sofralarında, dinlenecek şarkılardan oluşuyor. İnsanlar bir taraftan muhabbet ederken inceden müzik dinlesinler ama o müzik muhabbeti artıracak, tamamlayacak, çoğaltacak bir konumda olsun istiyorum her zaman. Arkadaşlarımla buluştuğumda, bir şeyler yerken, içerken, muhabbet ederken mutlaka müzik olan yerlere gidiyorum ya da müziği doğrudan ben yapıyorum. Ama dışarda bir yerde otururken telefonu açıp ortama müzik yaymak değil de, bir evde buluşmuşsak o müzik işini üstüme alabiliyorum. Böylesi durumlarda insanların yardımına koşsun diye listeler yaptık. Arka arkaya dinlendiğinde de bir anlam ifade eden listeler olsun istedim. DJ’liğimden ya da radyoculuğumdan gelen bir refleks bu. Bir şarkı bitip diğer şarkı başladığında insanlar yadırgamasın, “Bu nereden çıktı şimdi?” demesin. Hepsi tek şarkıymış gibi ilerlesin istedim, bunun için de uğraştım. İnsanlara dinlettim, dizdim, tekrar karıştırdım derken, kendimce en güzel listeye ulaştım.
O sıralamayı belirlemek bayağı bir zahmetli bir süreç oldu o halde?
Öyle. Bu bir günde arka arkaya şarkıları dizmekle alakalı bir şey değil. Neredeyse haftalar süren bir süreç. Kimi şarkılar düştü, kimi şarkılar kaldı, kimi şarkılar devam etti… Bunları yaparken hikayeler üzerinden hiç ilerlememiştim. Listeleri yapıp o şarkıların hikayelerini anlatmak istiyordum fakat hikayesi nedir, ne değildir bakmadığım için o arada bazı fireler verdik. Hazırlarken kitabı bazı şarkıların hikayesine ulaşamadım, bazıları beni tatmin etmedi, bazıları ise diğerlerinin yanında çok eksik kaldı. Dolayısıyla onları da çıkarmayı tercih ettim. Asıl hedef o listeleri oluşturmaktı sonra da onların hikayelerini anlatmak.
Peki çok sevmenize rağmen o an hikayesine ulaşamadığınız için yer vermediğiniz şarkılar oldu mu?
Gripin’in Böyle Kahpedir Dünya şarkısını çok seviyorum, güzel de bir hikayesi var ancak içime sinmedi yazdığım metin ve o haliyle ortalığa çıkarmak istemedim. Belki bir gün bir yerde yayınlarım onu. Bir sürü şarkıcının şarkısı listeye giremedi. Yeni Türkü, Kalben, Adamlar yok… Son dönemde en çok dinlediğim grup Adamlar ve onların bir şarkısını buraya almak isterdim. Aslında Adamlar’ın buraya uyacak çok şarkıları vardı. Bunların dışında Tarkan yok mesela, Kenan Doğulu yok… Böyle, ana arterde çok mühim isimlerin bir kısmı yok. Dolayısıyla eksikli bir liste ama ne kadar yaparsanız yapın, bu saydıklarımızı ekleseniz bile, yine eksik kalacak. Sizin söylediğiniz bir ismi eklesem, yine eksik kalacak. Neticede sınırlı bir liste. Dolayısıyla onu çok dert etmedim ama almayı isteyip de alamadığım bir sürü gruplar, şarkıcılar ve şarkı var.
Bana biraz yeni isimlerin uzağında bir liste gibi geldi. Daha ziyade eski diyebileceğimiz isimlerin ağırlıkta olduğu bir liste.
Çok da eski değil aslında. Günümüze yaklaştım, hatta on tane çok yeni isme de yer verdim.
Diğer yandan bu çok normal. Mecburum çünkü. Bir kere beş tane tür var ve bu türlerden üçü yeni çalışmalar üretilmeyen türler. Halk müziğinde yeni türkü çıkmıyor. Yeni bir türkü çıkmıyor demek daha doğru olacak sanırım. Yeni Türkü çıkmıyor deyince grup ismi gibi oldu 🙂 Türküler zaten var olan şeyler. Yeni yorumlar çıkabiliyor en fazla ki bunların da bir kısmını kitaba aldım. Karadır Kaşların’ı eski haliyle değil, Grup Yorum’un yorumladığı haliyle kitaba koydum.
Alaturka derseniz en son İncesaz var. Onun dışında yeni bir çalışma, yeni bir beste yok. Mine Kutan, Güzin Değişmez gibi isimler var eski üsul alaturkayı devam ettiren ama onlar da bildiğimiz şarkıları söylemek durumundalar, çünkü yeni beste yok.
Arabesk keza aynı şekilde. Form değiştirince, rockun popun içine kendini entegre edince onda da yeni bir şey çıkmamaya başladı. Ben Türkiye’deki son arabesk hitinin İsmail YK’nın Allah Belanı Versin şarkısı olduğunu düşünüyorum. Ondan sonra öyle sağlam bir arabesk yapılmadı. Hemen önce ise Ebru Yaşar’ın Bu Sahilde şarkısı vardı. Bir tık öncesinde Hakan Taşıyan belki. Onlar da en az 20 yıllık şarkılar neredeyse. Dolayısıyla 20 yıldır yeni bir şey üretilmiyor.
Hakan Taşıyan bayağı eski, klasik artık.
Kesinlikle Hakan Taşıyan eskidi, klasikler arasına girdi. Dolayısıyla üç türde yeni şarkı yok. Diğer iki türde de günümüze yaklaşmaya çok özen gösterdim ama dediğim gibi çok da yaklaşamadım belki. İşte rockta en son Duman ve Yüzyüzeyken Konuşuruz’a kadar gelebildim. Popta en son Sıla’ya kadar yaklaşabildim. Elbette bir sürü yeni isim koyabilirdim ama biraz da demli şarkılar olmasını istedim. Yaşanmışlıkları olan, insanlara yaşanmışlık hissettirecek, dinlediğinde “Yahu şu şarkı zamanında da bak biz neredeydik” dedirtecek şarkılar… Yine de hızımı alamayıp çok yakında çıkmış şarkılardan oluşan bir liste de koydum. Melike Şahin de var, Melek Mosso da var içinde, Daniska ve Teneke Trampet de var. Yakın dönemde iş yapmış şarkıcılar ve gruplar bunlar. Onları da es geçmemeyi istedim. Çünkü bir taraftan da günümüzde olan şarkıların da bunlara yakışacağını, 75’te yapılmış bir şarkıyla bu kitabın yayımlanmasından 10 gün önce çıkmış bir şarkı arasında çok da farklar olmadığını göstermek istedim. Hepsi aynı listede, aynı şekilde, aynı potada eriyebiliyor.
Ben de bir çilingir sofrasında arkadaşlarımla oturduğumda ortalama bunları dinliyorum. Belki bir kaç tane daha farklı şarkı ekleyebilirim. Okuyorken aklıma şarkılar oldu. Uzun uzun düşünüldüğünde mutlaka pek çok farklı şarkı daha çıkacaktır. Bu biraz daha kişiye göre değişen bir şey. Peki size “Şu şarkı neden yok” gibi eleştiride bulunan okurlarınız oldu mu?
Şöyle bir öneri geldi, çok da hoşuma gitti o öneri. Keşke olsaymış dedim. “Huysuz ve Tatlı Kadın şarkısı niye yok?” dedim. Sahiden niye yok diye düşündüm. Aklıma gelmedi o şarkı. Alaturka çok geniş ve ben de alaturkadan bir şeyler anlatabileceğim şarkıları seçtim. Huysuz ve Tatlı Kadın hiç listeye girmedi üstelik. Girip de elenen şarkılardan da değil.
Benim de favorilerimden biridir.
Ben de çok severim o şarkıyı aslında. Hele ki o Müzeyyen Senar ve Nükhet Duru yorumu vardır bir tane. O yorum benim en bayıldığım ve çaldığım yorumlardan biri mesela. İnsanlar bana geldiğinde, beraber bir şeyler yaparken, rakı içerken dinlettiğim şarkılardan. Onun olmaması bir eksiklik bence. Kim bilir daha ne şarkılar vardır öyle. Henüz annemle konuşmadım, kitaptaki listeye bakmadı annem 🙂 Kim bilir annemden ne şarkılar gelecek mesela. “Bu niye yok?”, “Bunu niye almadın?” gibi şeyler. Onun dışında “Tarkan niye yok?” diyenler oldu. Tam tersi “Yüzyüzeyken Konuşuruz niye var?” diyenler oldu. Böyle tersten eleştiriler de geliyor. Neticede her şey benim kendi seçimlerimden ibaret. Tamamen öznel bir liste ve bunların hepsinin olmasını ya da olmamasını ben kişisel sebeplerle açıklayabilirim. Diğer taraftan özellikle böyle gıcık olduğum için almadığım birisi de olmadı.
Unutkanlık diyebiliriz bazıları için o halde?
Unutkanlık ya da işte kimisini de ben bilerek ve isteyerek listenin dışında bıraktım. Seninle Bir Dakika’yı istiyordum başta ama sonra baktım, olmadı. Eurovision dışında başka bir hikaye anlatamayacağımın farkına vardım o şarkıyla ilgili. Onu da anlatmayayım istedim. Eurovision bambaşka bir hikaye. Kimi şarkılarda dokundurmalar var ona ama “1975’te Eurovision’a nasıl gittik?” bu kitabın hikayesi değil bence. Dolayısıyla onu dışarıda bıraktım bu yüzden. Böyle bir kısım şarkılar dışarıda kaldı. Ama eksik çok kesinlikle.
Benim de en çok dikkatimi çeken Huysuz ve Tatlı Kadın oldu. Böyle bir ortamda ilk aklıma gelecek şarkılardan biri çünkü.
O çok acayip yahu hakikaten. Tamamen basiret bağlanması. Hani türkülerde de çok eksik var. Türkülere çok kısıtlı bir yer ayırdım, onda da çok eksik var. Bir sürü olmasını isteyip de yazmadığım, yazamadığım türkü var. O da başka bir hikaye bence.
Sanırım özellikle türkülerin peşine gittiğinizde çok daha fazla mesai harcamak gerekecektir.
Tabii, kesinlikle.
Yine bu yenilerden yer vermediğim isimler oldu dediniz. Kalben, Adamlar gibi… Bunun haricinde yenilerden “Aslında şu da olabilirdi” dediğiniz kimler var?
Çok insan olabilirdi. Bir kere rapçiler olabilirdi. Listeleri bugün yazsaydım, bir kere bir rap listesi yapardım. Aslında şarkı koymuştum sonra çıkarttım onu. Bir Aga B şarkısı koymuştum, onu da çıkarttım. Ama keşke kalsaymış diye düşünüyorum şimdi.
Çeşitlilik açısından iyi olurmuş aslında. Bir yönden de rapi koyduğunuzda bu kez ayrı bir eleştiri gelecektir muhtemelen.
Evet, muhtemelen. “Yani rakı masasında da rap mi dinleyeceğiz?” diyecekler vardır ama ben dinliyorum ve dinletiyorum. Kimse bir şey demiyor. Mis gibi de oluyor yani. Aga B ile rakı içmeyi de seviyorum, onun yaptığı bir şarkıyı arkadaşlarıma dinletmeyi de seviyorum. Bu karşılıklı bir şey. Yani rakı içen adamın şarkısı her yerde dinlenebilir bir kere.
İnsanların sohbet etme, kederlenme türleri farklı olduğu için, bu noktada onlara eşlik edecek şarkılar da haliyle farklı olacaktır.
Tümüyle her şey çok öznel aslında. Başka birisi yapsa, başka bir şekilde bu şarkıları belirler. Hatta ben okuyucularıma, arkadaşlarıma söylüyorum; siz de alternatif listeler yapın, Hayat Dudaklarda Mey’in yanına iliştirelim bunları. “Bu da benim listem” diye gönderin. Onu da “Hayat Dudaklarda Mey bilmem kimin önerisi” diye yayınlayalım istiyorum. Yani kitap çoğalsın, başkaları da başka listeler yapsın. Belki yeni ciltlerin önünü açar, orada bir liste beğenirim, bir şarkıyı alırım, başka bir yerde yazarım ya da yeni bir cilt eklerim buna. Çok çoğalabilecek bir kitap bu.
Sizin için bu listede çok özel yeri olan şarkılar var mı?
Olmaz mı? Tülay German’ın Doğrul Koçum Doğrul şarkısı olmazsa olmazdı. Gönül Penceresinden Ansızın Bakıp Geçtin. Seçil Heper yorumuyla listeye aldım ama Güneri Tecer yorumu benim için çok özeldir. Spotify’da o olmadığı için Seçil Heper’e yöneldim. Annemin en sevdiği şarkı hala ve o olmazsa olmazdı. Doğrul Koçum Doğrul, Tülay German’ın hayatında çok önemli bir şarkı. Yılmaz Güney’e ithaf ettiği bir şarkı. Erdem Buri’nin yazdığı ve Tülay German’ın yorumladığı şarkı. Ben Tülay German’ı çok seviyorum ve bu kitapta olacağı en başından belliydi. Duman’dan Yürek olmazsa olmazdı bence bu kitapta. Bir hikayeye eşlik ediyor olması sebebiyle Zülfü Livaneli’den Gözlerin olmazsa olmazdı bu kitapta. Barış Manço’nun da Sözüm Meclisten Dışarı şarkısı. O cacıklı, rakılı şarkısı… O da olmazsa olmazdı. Daha bu kitabı ilk düşünürken, ilk aklıma gelen şarkıydı o.
Şimdi aklıma geldi, Barış Manço’dan Binboğanın Kızı niye yok? Olmalıydı bu kitapta. Böyle düşündükçe aklıma geliyor, keşke olsaydı. Aslında olmazsa olmaz bir sürü şarkı vardır ancak ilk aklıma gelen beş tanesi bunlar.
Sürekli müzikle ilgili çalışmalar yapıyorsunuz. Daha önce 100 Şarkıda Memleket Tarihi var mesela. Bu kez iki ciltlik bir çalışma, bir seçki var. Diğer yandan üzerine çok koyulabilecek bir çalışma. Yeni ciltler eklemeyi ya da farklı çalışmalarla desteklemeyi düşünüyor musunuz?
Hayat Dudaklarda Mey hakkında bir sürü şey düşünüyorum. Buna ek ciltler de dahil ancak belki başka bir mecraya taşımak da olabilir. Belki bir internet sitesi kurup, oradan devam etmek. Başkalarının da yazılarıyla katkıda bulunduğu, şarkı hikayelerinin anlatılacağı bir site olabilir. Diğer yandan bir radyo ya da televizyon programına, hatta bir belgesele dönüştürmek mümkün.
Yeni ciltler eklemek sanırım en kolayı. Oturur yazarım ve 3., 4. cilt yayımlanır, sonra onlar başka bir kutuya girer ve böyle devam eder. Ben hayatım boyunca Hayat Dudaklarda Mey’e yeni ciltler ekleyebilirim çünkü bu benim kişisel ansiklopedim. Bugün itibariyle bir çok başka şarkıyı da içine katarak yeni bir şey yazabilirim. Ama bunu yapmalı mıyım, yapmamalı mıyım? Önemli olan soru o bence.
İnternet sitesi konusunu biraz araştırdım ancak sizin tarif ettiğiniz gibi bir mecra bulamadım. Güzel bir proje olabilir. Olayların içinden belki bu şarkıyı yaratan insanların kaleminden çok farklı hikayeler çıkacaktır.
İnternet sitesi cazip geliyor ancak gerçekten zaman ayırmak gerekiyor. Ancak şöyle de olabilir; kitapların yanına bir plak iliştirilir. Listede yer alan şarkıların eski yorumları kullanılabilir ya da yeni yorumlara yer verilebilir. Tamamen başkalarına söyletilebilir.
Yakın zamanda pop rap müziğe sırtını dayadı eleştirileri oldu. Rapçilerin bir araya gelip #SUSAMAM’ı yaptıklarında bazı insanlar “Rockçular neden bir şey yapmıyor?” diye söylenmeye başladı. Aslında rockçular yıllardır yapıyor ama… Siz bunları ve Türkiye’de bugünün müziğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rockçuların varoluş sebepleri bu ve yıllardır bir şeyler yapıyorlar. Diğer yandan ben içinde bulunduğumuz dönemin müziğini değerlendirmeyi pek sevmiyorum. İçinde bulunduğumuz dönemde bir sürü şeyi görmezden geliyoruz ya da gözümüzden kaçırıyoruz bence. Biraz daha uzaktan bakıp değerlendirmekte fayda var. Yani 90’ları 90’larda değerlendirmeye kalksam, dünyanın en kötü müziğinin yapıldığı dönem diye değerlendirirdim. 80’leri 80’lerde değerlendirsem de böyle. Şimdi bakınca 80’lerde inanılmaz şeyler çıkmış. 90’larda bu bizim burun kıvırdığımız bir sürü şarkı aslında çok iyiymiş. Sonraları insan bunları anlıyor, görüyor. 2000’lerin başında Hande Yener ortaya çıkınca burun kıvıran bir sürü insan vardı, şimdi Hande Yener şarkılarıyla dans ediyorlar. Tam tersi de olabiliyor. Serdar Ortaç çok iyi prim yapıyordu, şimdi adı anılmıyor neredeyse. Şarkıları çoktan yok oldu gitti. Çaldığımızda yine eğlenirler mi, eğlenirler tabii ama bugün artık bir Serdar Ortaç şarkılarından söz etmek mümkün değil. Sonuç olarak içinde bulunduğumuz dönem çok yanıltıcı olabiliyor.
Bu rap meselesini de böyle değerlendirmek gerekiyor, diğerlerini de böyle değerlendirmek gerekiyor. #SUSAMAM çok güzel bir refleksti, olmadı. Devamı gelmedi. Destek gelmedi. Çok ses getirdi Türkiye’de ve dünyada ama destek gelmeyince ve kendi içinde bir takım kırılmalar olunca mecburen şarkı böyle havada kaldı. Çok güzeldi. Oturup dinlediğinizde hala bir çok şeyi anlatıyor, dikkat çektiği şeyler sahiden çok önemli şeyler ama orada kalmaması gerekiyordu. Daha da ilerlemesi gerekiyordu. Belki rockçular ona yeni bir halka ekleyebilirdi. Ya da rapçiler, başka rapçiler…
Bu süreçte bir yandan Ceza’nın da içinde olduğu grup diğer yandan Ezel’in şarkısı da yayınlandı. Sonuçta enteresan bir hamleydi o. Keşke devamı gelseydi. Ama gelmeyeceği anlamına da gelmiyor.
Hem rapte hem de rockta temel olarak protest bir yan var tabii ki ancak Türkiye’de rap #SUSAMAM’dan önce biraz eleştiriden uzaklaştı gibi. Daha doğrusu popüler isimlerde biraz öyle oldu sanki. Mesela Ceza’nın Holocaust ya da Rapstar albümlerinde daha sert şarkılar vardı bana göre.
Bu bir noktada doğru. Ben Fero’ya bakarsak, evet. Diğer yandan Şanışer’e baktığınızda bambaşka. Aslında #SUSAMAM’ın içinde de aynı şekilde; Mirac’a baktığınızda başka, Kamufle’ye baktığınızda bambaşka bir şey var ortada. Ben Kamufle tarafındayım burada, Mirac’ın yaptığı müzik bana çok hitap etmiyor ama kötü de değil.
Ceza’da ise yumuşamamı, değişim mi yoksa bir ara dönem mi? Bunu bilmiyoruz fakat bundan sonra yapacaklarına bakmak lazım. Mor ve Ötesi için de bir dönem yumuşadı dedik ama sonra canavar gibi işler yaptılar. Onun için biraz daha geriden bakıp değerlendirmek daha iyi bana göre. Bu benim tercihim ama. Anlık değerlendiren insanlar da var ancak ben onlardan olmamayı tercih ediyorum.
Bir yandan radyoya devam ediyorsunuz, bir yandan DJ’lik devam ediyor, kitap var, aklınızda farklı projeler var. Bu ciddi anlamda yoğun bir çaba gerektiriyor. Bünyeniz bu yoğunluğu nasıl kaldırıyor?
DJ’lik devam ediyor ancak biraz azalttım. Türkiye’de çalma halleri biraz sıkıntılı hale geldi. Hem maddi hem manevi anlamda çok yorucu olmaya başladı. Dolayısıyla sadece önem verdiğim yerlerde, özel projelerde çalıyorum bu aralar. Şimdi en yakın, 3 Ocak’ta Babylon’da Barış Manço gecesi var. Barış Manço’nun doğum gününü kutlayacağız., orada çalacağım. Bu benim açımdan önemli bir şey. Daha önce bir kere katılmıştım, Kabus Kerim ile birlikte 3 yıl önce çalmıştık orada. Şimdi Barış Manço ile ilgili bir gecede yeniden çalmak çok güzel olacak. Böyle projelere katılıyorum. Çalma işlerini biraz azalttım ama radyo programları devam ediyor. Açık Radyo’da Salı günleri bir programım var.
Aşağı yukarı uyurken bile aklımdan bir şeyler geçiyor. Rüyamda artık proje görmeye başladım 🙂 Bu İyi bir şey, hoşuma gidiyor.. Ayakta olduğum sürece, yapmaya gücüm yettiği sürece devam etmek istiyorum. Bir sürü yere dağılıp, bir sürü proje yapmayı seviyorum. Bu arada bir sürü şey de kaynayabiliyor. YouTube üzerinden yayınlanan Plak Dolabı programı var. Her hafta mutlaka bir yazı yazıyorum Duvar’a. Aylık bir kısım mecralarda yazılar yazmayı tercih ediyorum yine. Bunlar bana sürekli bir dinamizm sağlıyor.
Keyif aldığınız için belki de daha az yorgunluk hissediyorsunuz?
Tabii. Yani o yazıyı oturup yazmayı seviyorum. O yazı için düşünmeyi seviyorum. Cuma düşünme ve yazma günüm mesela. Sizden sonra oturup bir yazı yazacağım.
Bazen bir hafta öncesinden, bazen bir gün öncesinden, bazen o dakikada ne yazacağıma karar verebiliyorum. Program da öyle; ne zaman ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Önceden belirlenmiş programlar da var elbette. Mesela Ahmet Kaya’nın öldüğü güne denk gelen günde bir Ahmet Kaya programı yapacağım diyorum kendime. Ancak onun dışında her şey günün koşullarıyla şekilleniyor. Bu koşturmayı ve son dakikacılığı seviyorum. Bu editörlerim açısından bazen büyük dert olabiliyor. Bilirsiniz; yayın işini yönetme hali fenadır ve bazı yazarlar çileden çıkartır insanı. Ben o çileden çıkartan yazarlar kısmındayım maalesef. Kendime çeki düzen vermeye çalışıyorum bazen ama bu kadar dağınık olduğum için bir türlüolmuyor. Tembel olduğumu düşünüyorum ben. Normal şartlarda daha da çok iş yapabilecekken yapmamayı tercih ediyorum.
Bazen dağınıklık da bir düzen oluyor. Başka bir insan “şöyle yapsan daha derli toplu olur” dediğinde tüm düzeninizi bozabiliyor.
Benim kendimce bir düzenim var. Nerede, neyi, ne zaman yapacağımı biliyorum. Birlikte çalışılan insan için bazen dertli olabiliyor. Kimileri için dertli, kimileri için ise dertsiz.
Yeniden kitaba dönecek olursak Zeki Müren’den bir şey okurken sadece şarkıya değil, Müren’in hayatına da, o döneme de tanık oluyoruz aslında.
Evet, gazinolardan bahsederken, kadınlar matinesine zıplıyorum, dönemin film tartışmalarından söz ediyorum. Mesela Ada Sahillerinde Bekliyorum maddesinde 27 Mayıs 1960’dan sonra o türkünün yasaklandığını da söylüyorum. Çünkü Ada Sahillerinde Bekliyorum, Yassıada’ya bir gönderme diye, dönemin iktidarı tarafından Menderes övülüyor iddiasıyla yasaklamış. Böyle tuhaf hikayeler de var. Her taraftan görmeyi seviyorum tek bir şarkıyı. Bir sürü yorumu, bir sürü şeyi anlatmayı seviyorum.
Kitap için tek tip baskı var sanırım piyasada?
Evet, herkesin elinde olan baskısı var sadece piyasada. Bu arada 10 bin tane basıldı, yani çok iddialıyız.
Okumak keyifli ancak baskı da çok keyifli bu arada, çizimler vs…
Matbaa sağ olsun çok özen gösterdi buna. Biz de çok özen gösterdik. Sayfa düzeninden içeriğe, katkıda bulunan çizerlerden, Spotiyf listelerinin hazırlanmasına kadar bir sürü yerden bir sürü insanın çok büyük katkıları var. Ben bunu çok önemsiyorum, çünkü çok değerli kılıyor benim için. Çizimler zaten inanılmaz. Kitabı adeta bir sanat eserine dönüştürüyor.
Benim için çok elimin altında olmasından hoşnut olduğum bir kitap oldu. Zaman zaman açıp çizimlerine bakıyorum. Bazen bir sayfa açıp o sayfadaki şarkıyı dinliyorum.
Bunları duymak yetiyor bana aslında. Şarkılardan fal tutan varmış. Geçen bir arkadaşım söyledi; akşam oturduk, açıyorduk kitabı, hangi şarkı kime çıkıyorsa onu dinliyorduk ve onu konuşuyorduk diye. Bu çok hoşuma gitti. Ben de sayfaları rastgele açıp gelen şarkıyı dinliyorum. Prova baskı elime geldiği gün heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Normal şartlarda hepsini okuyup yanlışları düzeltmem gerekiyo. Açtım, öyle baktım. Bir de kitabın yazılma süreci bir buçuk yıl sürdü ve ilk anda yazdığım maddeleri son dönemde unuttum. Kitabı bütün olarak okuduğumda çok daha büyük bir iş yaptığımı fark ettim. Küçük küçük maddeleri yazıp editöre gönderip onları dizmek kolaymış.
“Bir seçki var, bir kaç şarkı sıralanmış” şeklinde bakıldığında yapılan iş çok basite indirgeniyor. Ancak kitapta çok ciddi bir emek var. Çok değerli hikayeler, bilgiler var ve okuduğunuzda insanı doyuruyor.
Evet, ciddi bir emek var ve sadece benim emeğim de değil. Bugüne kadar bu işi yapan bir sürü insanın emeği var bu kitapta. Roll dergisini çıkartan, bir dönem kültür sanat muhabirliği yapmış herkesin emeği var. Yine bir dönem radyolarda program yapmış bir sürü insanın emeği var. Onlar sanatçılarla röportaj yapmasaydı, bu hikayeleri anlattırmasaydı, bu hikayeler bugüne ulaşamayacaktı. Ben sadece onları derledim, toparladım. Toplu bir şekilde insanlara sunmayı tercih ettim. Ben aktarıcıyım aslında. İlk kitabımda hazırlayan ve sunan Murat Meriç demiştim, bu da öyle bir şey. Radyo programı gibi.
Son olarak…
Dediğim gibi bu benim kişisel ansiklopedim ve bu kitapta anlattıklarımın son kırk yılına ben bizzat tanık oldum. 7 yaşımdan itibaren kendimi konserlerde buluyorum ve sürekli eğlence hayatı hali var. Aile ile gidilen şeyler, benim kendi başıma gittiğim konserler, arkadaşlarla gittiklerim falan derken, hakikaten son 40 yıla ciddi anlamda tanıklık etmiş birisiyim. Ve bunları yazmayı çok seviyorum. Kişisel ansiklopedi derken; Türkiye’nin eğlence hayatını günümüze taşıyan bir kaynak olsun istedim. Şarkı hikayelerinden yola çıkarak ama sadece şarkı hikayeleri anlatmayayım, başka hikayeler de anlatayım. Dolayısıyla buradan girdim ve ilerledim.