Röportaj: Hakan Özbek
Twitter: @gormoti
Sürekli bir arayış içindeyim okumak konusunda. Geçmişte yabancı yazarlara öncelik veriyordum okurken ancak bu sırada kendi edebiyatımızdan uzaklaştığımı fark etmeye başladım. Yeniden bizden bir şeyler okudukça fark ettim ki, sadece geçmiş yazarlarımız değil, günümüz yazarları da çok iyi eserler yaratıyor. Bunlar arasında en etkileyici olanlardan biri de kuşkusuz Mustafa Becit. Geçtiğimiz aylarda ikinci romanı İnsan Çürümeye Başladığında ile okuyucu karşısına çıkmasının ardından bu yazarımızı daha yakından tanımalıyız diye düşünerek, bir röportaj gerçekleştirdik kendisiyle.
Bizi kırmadığı için kendisine teşekkür ederken, sizleri de yazar Mustafa Becit’le baş başa bırakıyorum.
1. Ben Mustafa Becit ile bu kitapla tanıştım, bunun için de açıkçası üzüldüm. “Çok iyi bir yazarı görememişim” dedim kendi kendime. Sonra sizi daha iyi tanımamız gerektiğini düşündüm. Bize biraz kendinizi anlatabilir misiniz? Mustafa Becit kimdir?
Kendimi anlatmayı beceremiyorum. Bunu lütfen ukalalık olarak algılamayın. Bir insanın kendisini anlatmasını da yadırgıyorum. Ama kısacası İstanbul Üniversitesi PDR bölümünden mezunum. İyi bir yazar olmak için çırpınan, nitelikli hikâyeler üretmek için çalışan biriyim.
2. Kasım 2017’de ikinci kitabınız İnsan Çürümeye Başladığında ile yeniden okurun karşısına çıktınız. Okurken insanı içine alan bir anlatımınız var. Yazmaya nasıl başladınız?
Bir şey yazmalıyım deyip oturmuyorum en başta. Genelde psikoloji okumaları yaparken karşıma birtakım kavramlar çıkıyor. Bu kavramları derinlemesine araştırdığımda ise aklımda bir takım hikâyeler beliriyor. Bu romanın temeli aslında Alfred Adler’in “Aşağılık Kompleksi” diye adlandırdığı çalışmalarına dayanıyor. Sıklıkla notlar alıp zihnimde beliren hikâyenin gelişmesini bekliyorum. Sahne sahne hayal ediyorum. Yazmaya geçmeden önce hikâyeyi nasıl bir atmosferde anlatacağımı arıyorum. Bu aşamadan sonra da aslında anlatım biçimi ortaya çıkmış oluyor. Kısacası zihnimdekileri pek çok aşamadan geçiriyorum. Anlatım konusunda daha almam gereken çok yol var. Yaza yaza öğreniyorum diyelim.
3. Kitabınızı polisiye olarak kategorize etmemiz yanlış olmaz sanırım. Ancak sadece ‘polisiye’ demek de yetmiyor açıkçası. Çünkü salt bir olayın çözümü yok hikayenizde. İnsanın kendisi var, ruhu var. Sizden kendi kitabınızı kısaca değerlendirmenizi istesek?
Bir polisiye roman yazacağım iddiasıyla masaya oturmadım. Ülkemizde işlenen cinayetler genelde gösterişli, kusursuz planlanmış cinayetler değiller. Yani ülkemizde bir Hannibal Lecter yok. Haliyle böyle bir karakter üretmek yahut cinayet kurgulamak bana güzel gelmedi. Bu sebeple öyle bulmacalı, çözülmesi güç bir cinayet kurgulamaktan ziyade hayatın olağan akışı içinde gerçekleşmiş bir cinayet ihtimaline ağırlık verdim. Bunu yaparken de cinayeti arka planda tutup karakterlerin duygu durumlarını merkeze almaya gayret ettim.
4. Okurken verdiğim aralarda, “Bu romandan iki farklı roman da çıkabilirmiş” diye düşündüm. Sadece Rauf’a, Muhsin’e, Cihan’a ya da Taner’e odaklı bir hikaye… Siz yazarken, aklınızda bu romana dair farklı seçenekler var mıydı?
Vardı tabii. Mesela Doktor Taner’in hikâyesini de yazmak istedim. Ancak bundan bir süre sonra vazgeçtim. Çünkü Taner’in yapmış olduğu eylemi neden yapmış olabileceğini okuyucu düşünsün tartışsın istedim. Sahi, bir insan neden böyle bir şey yapar ki?
5. Kitaptaki betimlemeleriniz beni etkiledi. Tam tadında buldum kendi adıma. İster istemez gözümde canlandı. Muhsin’in Taner’i öldürdüğü sahne sonrası kitabı kapattım ve hazmetmeye, anlamaya çalıştım. Beni en çok bu sahne etkileyecek derken, Muhsin’in Halime’ye olayı anlattığı sahne ve Halime’nin verdiği tepkiler beni daha çok etkiledi. Bu noktada okur tepkileri nasıl oldu?
Genelde okurlardan olumlu geri dönüşler aldım. Bazıları da ilk kitapla kıyaslama yoluna gittiler. Her halükârda okurlarla konuştuğumda aynı şeyleri hissettiğimizi, aynı şeyleri aradığımızı fark ettim. Zaten bu da bizi birbirimize daha çok bağladı.
6. İnsan Çürümeye Başladığında kitabınızda olay örgüsünün yanı sıra, hem adalet kavramı sorgulanıyor hem de insanın kendine yabancılaşması çok güzel işleniyor. Okuyanlar mutlaka “Bu olayda adil olan nedir?” sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor. Diğer yandan olaya kendimizi o kadar kaptırıyoruz ki, en azından bende öyle oldu, Muhsin’de gözlemlesem de Rauf’un kendine yabancılaşmasını gözlemleyemedim. Bu planlanmış bir şey miydi yoksa? Çünkü biz Muhsin’i çok iyi tanısak da Rauf sonlara kadar hep kapalı kutu.
Kompleks içinde olan birinin ben kompleks içindeyim demesini güzel bulmadım. Rauf yaşadığı eksiklik duygusuyla yıllarca yalnız mücadele etmiş, artık bir noktadan sonra bu mücadele onu sonu kestirilemeyen bir bulanıklığa sevk etmiş. Biz o bulanık kısımda Rauf’un hikâyesini okumaya başlıyoruz.
7. Kemal ile Rauf, Muhsin’in Taner’i öldürmesini konuşurken Kemal böyle bir durumda çok daha kötü şeyler yapacağını söylüyor. Bizim aklımızda bir hikaye var ancak, Rauf ne yapardı? Özel değilse birinci ağızdan dinlememiz mümkün mü?
Buna cevap vermek çok güç. Okuyucu Rauf’la beraber yürüdüğünde bir cevap bulacaktır. Ben bir şey söylersem yanlış olur. Daha doğrusu yönlendirme yapmak istemiyorum.
8. Bu kitabı okumak kolay değil. Gerçekten çok zor bir konu işleniyor. Okurken zaman zaman durmanız gerekiyor. Hem Rauf’un hem Muhsin’in hem Halime’nin hem de Cihan’ın yerine koymanız gerekiyor kendinizi. Kitabın sonunda Muhsin’i kahraman olarak görmedim, ama suçlu da olmadı gözümde. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Ben yeryüzünde mutlak iyi ya da mutlak kötünün olduğunu düşünmüyorum. Herkesin kendi içinde iyiyi ve kötüyü barındırdığına inanıyorum. Kitaptaki karakterlerin duygu ve düşünceleri de bu bağlamda ele alınabilir.
9. Bu kitapta sürekli bir dram var, aksiyon var ancak ben Rauf’un sürekli otoriteye karşı hamlesi, Kemal’in odasında sigara içmesi gibi hallerini gözümde canlandırdıkça gülümsemedim desem yalan olur. Bir de Rauf’un önceleri eğlenceli bir insan olduğu durumu var, onu da merak ettim açıkçası. Size göre kitapta komedi unsuru var mı, en eğlenceli bulduğunuz yer neresi acaba?
Rauf Aka saf bir âşık. Leman’la olan evliliği onun hayatında görüp görebileceği en büyük mutluluk. Haliyle bu mutluluğun iş ve sosyal çevresine oldukça olumlu bir yansıması olmuştur. Tabii o mutluluk avuçlarının içinden kayıp gittiğinde dünyası da yavaş yavaş değişmeye başlar. Artık bir yerden sonra Rauf Aka, o olmaktaki kişiliğinden tastamam uzaklaşıp kabuğuna çekilir. Tüm mücadelesi de onu hayata bağlayan mutluluğu yeniden yaşamaktır. Kitapta komedi değil de kara mizah vardır belki.
10. Hikayenizde adaleti, insan olma fikrini sorguluyorsunuz. Peki Mustafa Becit’in adalete bakışı hikayedekinden ne kadar farklı? İnsanın çürümesine nasıl bakıyorsunuz?
İnsan tuhaf ve çözülmesi zor bir denklem. Yüzyıllardır insan nedir, ne değildir sorusu tartışılıyor zaten. Bende kendi çapımda arıyorum bu sorunun cevabını. Yaşım daha 28. Bu yaşlarda insanlık için bir şeyler söylemek çok güç. Yaşadıkça birtakım ipuçları yakalayabiliyoruz. Bense bu ipuçlarının sayısını arttırmak için daha fazla çaba harcıyor, daha fazla okuyor ve daha fazla gözlem yapıyorum. Yüzyılların getirdiği bir insan bilgisi var. Aralarından beni cezbedenleri, düşüncemle paralellik gösterenleri buluyor ve suyu çıkana kadar okuyup anlamaya çalışıyorum. Adalet kavramı içinde bu dediklerim geçerli. İşte tüm bunlardan arıtarak elde ettiğim düşünceleri de romanlarımın içine katmaya çalışıyorum.
11. Yazmayı nasıl görüyorsunuz? Mesai gibi mi yoksa akışına mı bırakırsınız, bir planlamanız var mı?
Herhangi bir planlama yapmıyorum. Kendimi tamamen akışa bırakıyorum. Hadi bir şeyler yazayım, diye masaya oturmuyorum. Yazma işi atıyorum bir yıl sürüyorsa; düşünmesi, hayal etmesi, tasarlaması, araştırması çok daha uzun sürüyor. Yazmak olgusu benim için ticari bir yerde durmuyor. Bu sebeple özgürüm.
12. İkinci kitabınızla okurun karşısına çıktınız. Kitabınızı kitapçıların raflarında ya da okuyucunun elinde gördüğünüzde hissiyatınız nasıl oldu? Tepkiniz ilk kitabınıza göre nasıldı?
İlk romandan sonra ikinci romanı yazıp yazamayacağımla ilgili bir kaygım vardı. Ama kitap bittiğinde muazzam bir hafiflik hissettim. Hele ki raflarda veya okuyucunun elinde gördüğümde ise tebessümlere boğuldum. Çünkü beni bu dünyada heyecanlandıran şeylerin başında, anlatmak istediğim hikâyelere birilerinin elinin gözünün değdiğini biliyor olmak geliyor.
13. Ben Mustafa Becit’in dilini, anlattıklarını sevdim. Muhtemelen sizin yazdıklarınızı okuyanlar da benimle aynı fikirdedir. Peki yakın zamanda sizden yeni bir kitap okuma fırsatımız olacak mı?
Teşekkür ederim. Çoktandır kafamda dönüp duran bir hikâye vardı, onu yazıyorum. Nefesim yeterse 2018’de üçüncü romanı tamamlamış olurum. Tabii işlerin de durumuna bağlı biraz.
14. Bir de “Bu kitabın filmi de olurmuş aslında” diye düşündüm ben. Böyle bir düşünce var mı aklınızda?
Her yazar kitabının sinemaya uyarlanmasını ister. Böyle bir şeyi tabii ki ben de isterim.
15. Siz en çok hangi yazarları okuyorsunuz? Kimlerden etkileniyorsunuz?
Dostoyevski’nin, Marquez’in, Tanpınar’ın, Hasan Ali Toptaş’ın kitaplarını tekrar tekrar okuyorum. Bu saydığım yazarlardan etkilendiğimi de açıkça itiraf edebilirim.
16. Edebiyatımız ve bu toprakların yazarları hakkında neler düşünüyorsunuz? Kimleri beğeniyorsunuz?
Türkiye’de edebiyata keşke hak ettiği itibarı gösterebilsek. Ama maalesef ki bu ülkede gerçekten nitelikli edebiyat yapmaya çalışan insanlar değil; ticari kaygılarla ve popüler olma hevesiyle hareket eden kişiler itibar görüyor. Kitap yazmak bu kadar ucuz ve kolay olmamalı! Tanpınar’ı ve Hasan Ali Toptaş’ı beğendiğimi söylemiştim. Onları ustam gibi görüyorum, her fırsatta tekrar tekrar okuyorum.
17. Son olarak Dada Kitap okuyucularınıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
En başta sıkıcı cevaplarımı okuma sabrı gösterdikleri için teşekkür ediyorum. Bunun dışında iyi metinleri okumalarını temenni ediyorum.