1. Aparkat (Selami Genli / Bilgi Yayınevi)
İnsanı insan yapan ilk hareketin adı, dik durmaktır.
Kahraman bileklerini kesmişti. Tentürdiyot kokulu hastane odasında işte bu yüzden yatıyordu. Peki henüz yirmi sekiz yaşında, üstelik yakışıklı ve zeki bir adam bileklerini niçin keser? Kahraman bunu yapmıştı. Çünkü doktorlar, kendisine uygun kalp bulunamadığı takdirde en fazla üç ay yaşayabileceğini söylemişlerdi. Kahraman da ölümü beklemek yerine, ona kendi ayaklarıyla gitmeyi tercih etmişti. Çünkü insan ne zaman öleceğini bilirse yaşamanın tadı kaçar. Genç adam yaptığı şeyden pişman değildi. Eline geçirdiği ilk fırsatta bileklerini yine kesecekti. Toplama kampındaki boksörle oğlunun hikâyesini dinlemeseydi bunu gerçekten yapacaktı!
2. Labirent (Kadir Çevik / Yeni İnsan Yayınevi)
Yusuf, hayatının en güzel yıllarını yaşadığını düşünürken kendisini karanlık duvarları arasında buluverdiği labirentten çıkmayı başarabilecek mi? Kurtulabilecek mi? Hayatına kaldığı yerden devam edebilecek mi?
Yusuf, son dönemde hızla büyüyen yabancı sermayeli bir bankanın, geleceği parlak şube müdürüdür. Yakın zamanda terfi etmesine ve bankanın üst düzey yöneticisi olmasına kesin gözüyle bakılmaktadır. Çapkın olması dışında hiçbir aşırılığı, olumsuzluğu, kanunsuzluğu yoktur. Evi ile işi arasında kendi halinde, tekdüze ancak mutlu denebilecek bir hayat yaşamaktadır.
Ancak bir sabah evine gelen polislerin, hakkında dava açıldığını söylemesi ile Yusuf’un hayatı bir anda alt üst olur. Olan biteni anlamak mümkün değildir. Dava ne için açılmıştır, kim tarafından açılmıştır? Yusuf’un ne yapması gerekir? Bu davadan nasıl kurtulabilir, kurtulmak mümkün müdür, bir kurtuluş yolu var mıdır? Yusuf, tüm enerjisini bu soruların cevaplarını bulmak için harcarken, aslında çok daha büyük bir kurgunun içinde ve hatta tam merkezinde olduğunu fark eder. Cevaplanması gereken daha önemli sorular vardır.
Gerçek kurtuluş labirentten çıkış mı? Yoksa labirentin ta kendisi mi?
3. Prendiluna (Stefano Benni / Cumartesi Kitaplığı)
“Sekiz gün,” dedi, “dünyayı kurtarmak için yarın sabahtan itibaren tam sekiz günün var.”
“Anlayamıyorum,” dedi yaşlı kadın. “Ariel, sen yıllar önce öldün.” Kedinin gözleri alev gibi parladı.
“Yalnızca sen dünyayı kurtarabilirsin. On Deli, on Doğru bul.”
“İtalyan Edebiyatı’nın siyasi hiciv ustası Benni, Prendiluna’da bizi Dünyayı Kurtarmaya çağırıyor.”
Prendiluna, on kedisini sığdırdığı valizi, yorgun kollarıyla sürükleyerek yola çıkar. Ve biz, Dolcino, Başmelek, David Bowie, Aiace, Trumpistler, Kibar Şoför, Beatles, Sex Shop, Çoklu Rüyalar, Herkül, Hüzünlü Müzisyenler, Jugband Blues, Buckley ve Hannibalcılar ve burada adını vermediğimiz diğerleriyle karşılaşırız…
4. Sıradan Bir Gün (Yekta Kopan / Can Yayınları)
Sıradan bir günde başınıza neler gelebilir? Sıradan bir günde kahvaltı yapıp gazetenizi okuyabilir ve işinize gidebilirsiniz. Çalışırken biraz içiniz geçebilir mesela. Bir kahve içip toparlanabilirsiniz. Sıradan bir günde sevdiklerinizle görüşür, evinize market alışverişi yapabilirsiniz. Sıradan bir günde bir cinayete tanıklık edebilir ve hayatınızın sonsuz yolculuğuna çıkabilirsiniz. Sıradan bir gün size bazen kişisel gelişim kitaplarında yazanlardan fazlasını öğretir.
Takma isimle kişisel gelişim kitapları yazan Armağan Gündoğdu’nun hikâyesi bu. Yekta Kopan’ın kaleminden sahte kimlikler, yalanlar ve hesaplaşmalar üstüne sürprizlerle dolu bir roman.
5. Kumandanı Öldürmek (Haruki Murakami / Doğan Kitap)
Hepimiz hiç kimseye açamayacağımız sırlarla yaşıyoruz…
Dünya edebiyatının tartışmasız en büyük yazarlarından olan Haruki Murakami’den gerçek bir şaheser… İlmek ilmek örülmüş bir gizem hikâyesi… Kumandanı Öldürmek yalnızlığı bir yük olarak görmeyen, yeri geldiğinde yalnızlığını bir madalya gibi göğsünde taşıyanlar için yazılmış bir roman. Tıpkı bir dağ başında yalnız bir hayat süren, bu yalnız varoluşuyla gizemli bir şeyleri hayatına davet eden roman kahramanı gibi. Bu muhteşem romanı okurken yol arkadaşımız yine müzik olacak… Mozart’ın Don Giovanni’sini, Strauss’un Güllü Şövalye’sini başucu müziğimiz yapacağız. Kumandanı Öldürmek’in gizemli labirentlerinde kaybolurken Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’sine selam gönderecek, Orwell’ın 1984’ü yazarken inzivaya çekildiği o adayı merak edeceğiz… Ve hepsinden önemlisi “büyülü bir dünya”da yaşadığımızı bir kez daha anlayacağız.
6. Sus Barbatus! (Faruk Duman / hep kitap)
979 kışı. Ülkenin kuzeydoğusu kara teslim olmuştur. Ç. ilçesinin bir köyünde yaşayan Kenan ile hamile karısı Zeynep için yaşam çok zordur. Neredeyse yiyecek lokma bile bulamayan genç çift, her şeye rağmen direnmekte, birbirlerine duydukları sevgi sayesinde bütün güçlükleri aşacaklarına inanmaktadırlar. Bir avcı kahvesindeki sohbete kulak misafiri olan Kenan büyük bir domuz avlarsa, yabancılara hizmet veren otellere, restoranlara domuzu satıp çok para kazanacağına ikna olmuştur. Korkunç hava koşullarına aldırmadan ormana gider ve çok iri bir domuz vurur. “Sus Barbatus” türü bir domuzdur bu. Ancak o kar kıyamette domuzu köye götürmesi imkânsızdır. Kenan’ı donmaktan kurtaran, ormandaki sığınaklarda saklanan solcu gençler olur.
Bu arada köyün solcu gençlerinden Faruk, jandarmayla girdiği çatışmada ağır yaralı olarak yakalanır. Jandarma komutanı onu konuşturabilmek için ilçeye, tedavi olabileceği bir sağlık ocağına göndermeye karar verir. Ancak bir atın çektiği kızakla yapılacak olan bu yolculuk çok risklidir.
Faruk Duman dondurucu kışı, domuzuyla, kurduyla, kartalıyla acımasız doğayı ve yaşam döngüsünü masalsı bir dille anlatıyor.
7. Tavan (Rober Haddeciyan / Aras Yayıncılık)
Bereketli bir edebiyat yaşantısına son derece başarılı eserler sığdıran ve Ermenice edebiyatın yaşayan en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilen Rober Haddeciyan, başyapıtı olarak kabul edilen Tavan’da yatalak kalmış bir adamın dünyasına davet ediyor okuru. Hastanede tavanı izlerken girişilen hayat muhasebesinin zaman ve mekân algısını nasıl yeni baştan şekillendirdiğine şahit oluyoruz. Bu yeni kurgunun yegâne pusulasıysa iç âlem oluyor. Serbest çağrışım ve bilinç akışı tekniğine başvuran Tavan, bu özelliğiyle evrensel konusunun yanı sıra türünün çağdaş, eskimeyen bir klasiği olarak da dikkat çekiyor. Bir projektör misali kahramanın düşünce buhranlarına ışık tutan bu zemin herkesi kendi benliğiyle yüzleşmeye çağırıyor. Haddeciyan, bu romanında, sınırlı gibi görünen bir dünyanın ardında yatan uçsuz bucaksız bir âlemin kapılarını açarken, bireyin inşasını da keskin bir analize tabi tutuyor.
8. Çin Masalları (Frederick H. Martens, Richard Wilhelm / Maya Kitap)
Doğunun sonsuzluklar ülkesi Çin’den egzotik masallar…
Dünyanın en eski uygarlıklarından biri olan Çin’in kayıtlı tarihi 4000 yıl kadar geriye gitmektedir. Çok zengin bir geçmişe sahip Çinlilerin sözlü anlatım kültürü kuşaktan kuşağa yayılmış, günümüze kadar ulaşmıştır.
Çin’in kültürel zenginliğinin, hayata yansımasını gözler önüne seren özenle seçilmiş bu 50 masalla kendinizi Uzakdoğu’nun uçsuz bucaksız diyarlarında bulacaksınız.
Bu masallarda Maymun Kral Sun Wukong’tan Ay Tanrıçası’na, Naja’dan büyücülere ve hayaletlere kadar ilginç karakterlerle dolu büyülü bir dünyaya yolculuk yapacaksınız.
Geçmişle geleceği birbirine bağlayan bu masallar, masal seven herkesin kitaplığında bulunmalı.
9. Rolls Royce’u Taramışlar Baba (Shahzadeh N. Igual / Mona Kitap)
Genç kadına Tahran’dan Avrupa’ya doğru yola çıkmadan önce bir emanet verilmiş; içinde bir mektup ve bir kol saati olabileceği söylenmiştir. Bu paket uzun zamandır Paris’te yaşayan Anahita’ya verilecektir. Genç kadın üstünde Farsça el yazısıyla “Anahita’ya” yazan, taş fıskiyeli, gül kokulu evde yıllardır saklanan zarfa dokunur, koklar ama açmaz. Zira bazı mektupların nasıl hüzün ve keder gizlediğini iyi bilecek kadar vatan hasreti çekmiştir. Anahita’yla buluşmaları ise her ikisi için de yaşamlarında bir dönüm noktası olacak, geçmişin gölgelerinden çıkan hikâyelerle yüzleşmeleri gerekecektir.
“Ben çocukluğumu, o gençliğini bağrına bastı, bize yabancı bir kentin uyumaya hazırlanan gözlerinin önünde.Yürüdük sonra ayrı yollara doğru. Birkaç adımda bir durup arkamıza bakarak, bir elin parmağı kadar olsa bile hayatta kalanlardan biri olduğumuza dua ederek, baktık birbirimize, bir sokağın bir köşesini dönene değin, baktık…”
10. Soyka-Benim Hikayem (Bedia Ceylan Güzelce / Çınar Yayınları)
Sevilmemiş, “kıpkırık” bir kadının hikâyesi
Babasının beylik tabancasıyla sevgilisi Salih’i ensesinden tek kurşunla öldüren Soyka, yüzünü arı sokan Başkomiser Demir tarafından tutuklanıyor. Genç kadının konuşmayacağını anlayan Demir, ona kelimeler veriyor ve kelimelerin onun için anlamlarını, çağrışımlarını, hikâyelerini anlatmasını istiyor. Birlikte suç nedir, suçlu kimdir üzerine bir sorgulamaya giriyorlar. Soyka öyle bir hayattan geliyor ki, “Salih’i öldüren silahı, tetiği, kurşunu nasıl ki tutuklayamıyorsan beni de tutuklayamazsın,” diyor.
Bedia Ceylan Güzelce bir sorgu odası hikâyesi anlattığı Soyka’da, sevmenin öğretilmediği insanların trajedisini kelimelere bölüyor. Güzelce’nin kendine has üslubuyla gerçek hayatların gerçeküstü anlatımı var bu romanda.
11. İnce Tren (Haydar Ergülen / Kırmızı Kedi Yayınları)
“Boş garlar, kuzey filmlerini andırır. Belki duygusunda vardır kuzey, ıssızlık, yalnızlık, kar, beyazlık, boşluk… Tren oysa yalnız garları değil, ovaları en çok da, bozkırları, ve karın adeta bir heykel durumu aldığı zamanları, kentleri, yolları doldurur. Beyazperdeyi de ilk trenin doldurduğunu, sinema salonundaki seyircilerin lokomotif üstlerine geliyormuş duygusuyla kaçıştıklarını okurken biraz şaşırmış, ama çokça gülmüşüzdür. Tren garlardan, yollardan sonra en çok öyküleri, romanları, filmleri, şarkıları, türküleri, mektupları doldurdu… (Trenin gelişi gibi cümlenin de gelişi ve gidişi belli. Siz bir zahmet benim yerime cümlenin devamını şöyle yazıverin: En çok da gönlümüzü doldurdu.)”
Bilen bilir, Haydar Ergülen’in yazı hayatını en çok trenler, yolculuklar ve Eskişehir doldurur. Belki bu yüzden İnce Tren’deki yazılar da lirik bir demiryolunda ilerlerken, Edip Cansever’in “Vakit vakit incelen vakit” dediği gibi “incelir” ve gönlümüzde kalır.
12. Sekiz Dağ (Paolo Cognetti / Kafka Kitap)
2017’de prestijli Premio Strega’ya layık görülen, yine aynı yıl Fransa’da Médicis Étranger Ödülü’yle onurlandırılan Sekiz Dağ, 30’u aşkın dile çevrilmiş modern bir başyapıt.
“Dağlara bir kez olsun özlem duymuş bizim gibi insanlar için çok yoğun ve insanın içini sızlatan bir hikâye, zarif bir kitap.” —Annie Proulx
“En güzel sığınak, belleğin sığınağıdır.”
Pietro, Milano’da ailesiyle yaşayan yalnız bir çocuktur. Annesi banliyöde bir sağlık merkezinde çalışmakta, melankolik bir adam olan babası ise bir fabrikada kimyagerlik yapmaktadır. Yıllar geçtikçe birbirinden uzaklaşan çiftin en önemli tutkusu ise İtalya’nın dağlarıdır. Ailelerinin temeli bir dağda atılmış, trajedide bile onları dağlar bir arada tutmuştur.
Yaz tatilleri için Pembe Dağ’ın eteklerindeki Grana köyünü keşfettiklerindeyse, oğulları Pietro için doğru yeri bulduklarını düşünürler. Burada Pietro’yu kendi yaşlarında ama onun gibi tatil yapmak yerine sığır güden sarışın bir çocuk, Bruno beklemektedir. Dağ çayırlarını keşfe çıktıkları, terk edilmiş kulübeleri, viraneleri, eski değirmenleri merakla inceledikleri yazlar boyunca iki çocuk gitgide büyürken, tüm farklılıklarına rağmen dost olmanın anlamını da öğrenirler.
Ayrıca Pietro bu yıllar boyunca babasının peşinden dağ patikalarında uzun yürüyüşler de yapar. Babasıyla olan ilişkilerinin temel izleğini de hem ilkgençlik çağında hem de huysuz kimyagerin ölümünden sonraki yetişkinlik çağında yine bu dağ patikaları oluşturur.
Çocukluk, yetişkinlik, dostluk, insanın dünyadaki yerini bulması, baba-oğul ilişkileri gibi evrensel temaları lirik bir dille işleyen roman, sakin ama derin anlatıları sevenler için müthiş bir okuma deneyimi sunuyor.