1. Aydaki At (Luigi Pirandello / Alakarga Yayınları)
Şu attan, şu çılgın ayın ışığından, gökyüzünde gaklayıp duran şu kargaların gölgesinden uzağa… Hepsinden uzağa, çok uzağa, uzak… Uzaklara…
Klasik İtalyan edebiyatının büyük ustası Luigi Pirandello’dan içinizi ısıtacak, olağanüstü güzellikte beş öykü. Dünyamız önyargılarla, bitmek bilmez mücadelelerle doludur ama bir yandan da güzelliklerle çevrilidir. Aşkın, doğa sevgisinin, sadeliğin, bize her gün iyilik fısıldayan yılmaz yanımızın öyküleri…
2. Kış (Karl Ove Knausgaard / Monokl Kitap)
“Knausgaard’ın kendini otobiyografik Kavgam serisinde ifşa etmesi fazlasıyla ilginçti.
Ama Mevsimler serisindeki spekülasyonların tadı bir başka; tabutların neden penceresi yok ki diye sorduğunda ya da seksin bir barbarlık olduğunu söylediğinde bana kalırsa Knausgaard çok daha çekici ve inandırıcı.” -Anthony Cummins Observer
“Dünyayı kutsal sürprizler ve tutkular diyarına dönüştürüyor Knausgaard. Kış, mevsimlerin en derinine ruhani bir yolculuk.” -Kirkus Reviews
“Keşke her kız çocuğu Knausgaard’ın kız çocuğu olacak kadar şanslı olsa, böylesine muhteşem hikayelerin daha doğmadan kendisine yazıldığı bir çocuk olsa. Bu olamayacağına göre, çocuklar ve anne babalar Kış’ın ve ona eşlik eden diğer mevsimlerin tadını çıkarmalı.” -Bookreporter.com
“Knausgaard parlak bir edayla, bir baba adayı olarak, her bir parçada bize dünyanın sanki yepyeni olduğunu düşündürtüyor… Hepsi de nadide bir güzellikle yazıya dökülmüş parçalar.” -William Leith
“Onun efsane haline gelen Kavgam külliyatından sonra, Mevsimler de Masumiyetin Şarkıları’na dönüşüyor. Okuyucunun zihni yazarın yolunu gündelik şeylerin yavanlığından şeylerin göksel başkalığına doğru nasıl bulduğu karşısında allak bullak oluyor. Knausgaard dünyayı bir kum tanesinde, cenneti de bir yabani çiçekte buluveriyor.” -Frances Wilson
“Dünyanın hakkında en çok konuşulan anı yazarı. Anılarımızdaki meçhulleri ve geri alınamazları ortaya çıkarırken bütünüyle baştan çıkarıcı.” -Andrew Neather
“Soluk soluğa…. Kimse gündelik hayatı Knausgaard kadar muhteşem anlatamamıştı.” -The Times
“[Knausgaard] sıradan şeylerin simyacısı… Bu yazar gerçek zamanlı devasa bir yapı inşa ediyor. Çağımızda çok az sanat projesi ilgilenilmeyi bundan daha fazla hak ediyor.” -Dwight Garner, The New York Times
“Dante kadar tüyler ürpertici bir şekilde tasvir eden az bulunur, İlahi Komedya’da cehennemin en iç halkası buzla örtülü devasa bir göl olarak anlatılır, burada ölüler yalnızca kafaları yüzeyde kalacak biçimde donup buza sıkışmıştır. Kımıldayamazlar, gözlerindeki yaşlar bile donup kalmıştır. Kımıldatabildikleri tek şey ağızlarıdır. Böylece lanetler okuyabilir veya pişmanlıklarını dile getirebilirler, fakat bedenleri ile destekleyemedikleri bu sözlerin bir ağırlığı, anlamı yoktur. Bana sarhoşların sokaktan gelip geçenlere bağırmasını veya parkta bir yabancıya içini açmasını düşündürtüyor bu; onların sözleri de öfke, çaresizlik, neşe veya içtenlik dile getiriyor olabilir ama hiçbir yere varmazlar, orada, sokaklardaki yaşamlarında sıkışıp kalmışlardır. Sarhoşluk onları bir yandan neşelendirirken öbür yandan esir alır. Son yıllarında babamı işte böyle, içinden çıkamadığı bir tuzakta hatırlıyorum. Onun kışı hiç bitmiyordu; oturduğu evin yalnızca dışında değil içinde de dört bir yandan soğuk rüzgârlar esiyor, sürekli kar yağıyordu. Gözümde böyle canlanıyor o ev. Yatak odasında, merdivenlerinde, mutfağında, salonunda kar fırtınası var. Babamınsa ruhunda kış, zihninde kış, yüreğinde kış.”
3. Boğulmadan Hemen Önce (James Brydon / Nemesis Kitap)
Cezayir Savaşı’nın doruk noktasında, Direniş kahramanı Yüzbaşı Jacques le Garrec yüz kızartıcı bir suçtan yargılanmak üzere anavatanı Fransa’ya gönderilir. Mahkemesi sonuçlanana dek yerleştiği çocukluğunun kasabasında izini sürmesi teklif edilen bir cinayet soruşturması onu beklemektedir. Suçunun ayıbıyla yüzleşmekle meşgul eskinin polisi şimdinin istihbarat subayı le Garrec, polisin rafa kaldırdığı bu vahşi cinayeti aydınlatmaya çabalarken sadece Fransa’nın değil, özgürlük ve adalet ideallerinin de vicdani bir sorgulamasını yapacaktır. Bu kaosta boğulmadan önce istediği tek bir şey vardır: gerçeğin ortaya çıkması!
“Hayat, Bay le Garrec, çok hızlı şekilde bir tuzak halini alır. Tüm deneyimlediğimiz, güdülerin kesintisiz feshidir. Sanırım bir toplum içinde yaşama karşılığında ödediğimiz bedel bu: sulugözlü bir uyuşukluk haliyle işe gitmek, gazeteleri okumak, güncel meselelere dair kişisel fikirler geliştirmek, birkaç yılda bir oy pusulasına eşitliğin sembolü ya da garantisiymiş gibi çarpı koymak.”
4. Dünyanın Ölçümü (Daniel Kehlmann / Can Yayınları)
18. yüzyıl sona ererken iki genç Alman birbirinden habersiz aynı hayali kurar: Bilimin ışığında dünyayı ölçmenin peşindedirler. Coğrafyacı Alexander von Humboldt bu uğurda Güney Amerika’nın balta girmemiş ormanlarında, sarp dağlarda, ilkel kabileler arasında mücadele eder, zehirler tadar, obruklara, mağaralara, maden ocaklarına girer, volkanlara tırmanır. Bulduğu her gölü, her ırmağı, her dağı, her çukuru ölçer. Matematikçi ve astronom Carl Friedrich Gauss ise yaşadığı şehirden hiç çıkmaz; yaşamı formüllerden, hesaplamalardan ibarettir. Yıldızların tüm hareketlerini tek satırlık kısa bir formülde toplamayı düşler, zamanın bükülebileceğini müjdeler.
Çünkü dünyayı ölçmek onun sırlarını çözmek, dahası ona hükmetmek demektir, insan aklı bunu başarabilir. Bu iki biliminsanının çabaları dünyayı değiştirir. Gelgelelim 1828’de Berlin’de bir bilim kongresinde karşılaştıklarında dünyanın onlara bir sürprizi olacaktır.
Daniel Kehlmann, romanlarında varoluş ile görünen arasındaki uyuşmazlıkla oyun oynamayı seven bir yazar ve yirmiden fazla dile çevrilen bu romanında bilimsel aklın egemenlik düşleri üzerinden kuruyor oyununu. Dünyanın Ölçümü, iki dâhinin arzularına ve zaaflarına mercek tutarken bilimin gerçeklik tasarımını da sorgulayan bir roman; katıksız hırslara nüktedan bir cevap.
“En sevdiğim Alman romancı.” -Ian McEwan, The Sunday Times
“Kehlmann günümüzün en parlak, okuması en zevkli yazarlarından biri.” -Jeffrey Eugenides
5. Bir “Çevirgen”in Notları (Celal Üster / Can Yayınları)
Bir insan elli yıldan fazla bir zamandır, editörlük, yayınevi ve dergi yönetmenliği, hele gazetecilik gibi başka uğraşlara da dalmasına karşın çeviri yapmadan edememişse, önüne gelen kitabı çevirmemiş, belirli bir beğeniye yaslanmaya özen göstermiş olsa da yarım yüzyılda doksana yakın kitap çevirmişse, ona “çevirgen” denmez de ne denir!
Usta bir çevirmen kadar bir kültür insanı ve edebiyatçı kimliğiyle de öne çıkan Celâl Üster’in bu uğurda yarım yüzyılı aşan serüvenine tanıklık ediyor Bir “Çevirgen”in Notları. Bu serüvenin anılar kısmında “çevirgen”liğe kendini ilk kez kaptırdığı çıraklık günlerini, Memet Fuat gibi bir ustanın yanında yetişmesini, Mamak Cezaevi’nin zorlu koşullarında çeviri uğraşında nasıl ısrar ettiğini anlatıyor. Bundan başka edebiyat sevgisine, tutkuyla çevirdiği yazarların kendisine verdiği esrikliklere, ustaların dünya şiirinden olağanüstü dizelerin olağanüstü çevirilerine ve bazı çeviri analizlerine de yer veriyor bu yazılar. Ayrıca Karl Marx, James Joyce, J.L. Borges, George Orwell gibi büyük yazar ve düşünürlerin eserlerinin ülkemizdeki çeviri ve yayımlanma serüvenine ışık tutuyor.
“Bir ‘Çevirgen’in Notları’nın çeviri üstüne kuramsal bir kitap olmasından özellikle kaçındım,” diye yazıyor Celâl Üster, kitabın öndeyişinde.
“Notlar, daha çok, yarım yüzyıllık bir çevirmenin bu uğraş için yelken açtığı dalgalı denizlerde geçirdiği ömrün bellekteki izdüşümleri…”
6. Vahşi Hafiyeler (Roberto Bolano / Can Yayınları)
Canın sıkkın olduğunda okunacak kitaplar var. Hem de pek çok. Sakin olduğun zamanlar için de bir edebiyat var. Bence bu tür en güzeli. Bir de hüzünlü olduğun zamanlar için bir edebiyat. Ve neşeli olduğun zamanlar için bir başka edebiyat. Bilgiye susadığın zamanlar için de bir edebiyat var. Ve umutsuz olduğun zamanlar için de ayrı bir edebiyat var. Ulises Lima ile Belano’nun üretmek istedikleri edebiyat işte bu sonuncu türden bir edebiyattı.
1975’in son gününde “damardan gerçekçilik” akımının kurucuları Arturo Belano ile Ulises Lima ödünç aldıkları bir arabayla Meksika’dan ayrılırlar. Amaçları, uzun yıllar önce Sonora Çölü’nde kayıplara karışmış gizemli şair Cesárea Tinajero’nun izini bulmaktır. Belano ile Lima’nın kovalamacaya dönüşen arayışları ve sonraki yirmi yıla yayılan maceraları hem yakın dostları hem de dünyanın dört bir yanında yollarının kesiştiği kişiler aracılığıyla aktarılınca ortaya bir kuşağın öyküsü çıkar.
Çağdaş Latin Amerika romanının en önemli örneklerinden Vahşi Hafiyeler, sınırların ve türlerin birbirine karıştığı bir dünyada genç ve şair olmak hakkında: Latin Amerikalı ve sürgün olmak, yaşama ve ölüme olduğu kadar edebiyata da inanmak…
Tıpkı Cortázar’ın Seksek’i gibi çığır açıcı, muhteşem bir eser. İki binli yılların yeni edebî akımları bu eserin açtığı yolu takip edecekler. -Enrique Vila-Matas
7. Carol Gömülmeden (Josh Malermann / İthaki Yayınları)
Kafes Kitabının Çoksatan Yazarı Josh Malerman’dan Uyuyan Güzel Masalı İle Vahşi Batı Öykülerini Ustaca Harmanlayan Gerilim Dolu Bir Roman: Carol Gömülmeden
Carol Evers’ın karanlık bir sırrı vardı. Bazen komaya giriyor ve komaya girdiğinde bir ölüden farksız oluyordu. Nabzı ve kalbi duruyor, nefes aldığı belli olmasa da bilinci asla kapanmıyordu. Ancak doktorlar bile onun öldüğünü düşünüyordu.
Bu sırrı bilen iki kişiden biri olan ve ondan kurtulup servetine konmak isteyen kocası, Carol komaya girdiğinde onu diri diri mezara gömmek için yaptığı planı hayata geçirmeye koyulur. Komadaki Carol çevresinde olan her şeyi duyup hissederken, Harrows adlı kasabada cenaze hazırlıkları başlar.
Bu sırrı bilen diğer kişi, Carol’ın eski sevgilisi, meşhur kanun kaçağı James Moxie ise haberi aldığında Carol gömülmeden Harrows’a yetişmek için yola çıkar. Tehlike ve gizemle dolu Yol’da yolculuk ederken eski düşmanlarla, ürkütücü varlıklarla ve peşindeki kiralık katillerle başa çıkmak zorundadır.
“Fevkalade zekice yazılmış bir roman. Çoktan kaybedilmiş bir hayatı kurtarmak için yapılan tehlikeli bir yolculuğu ve ölümün bazen sadece başlangıç olduğunu anlatan bir eser.” –J. D. Barker, Çoksatan Dördüncü Maymun ‘un yazarı
“Carol Gömülmeden, hepimizin içinde var olan tuhaf Batı’da cereyan eden bir Poe öyküsü, roman sadece yeri yerinden oynatmakla kalmıyor, yeri deliyor da. Bir tabutun sığacağı kadar.” –Stephen Graham Jones, Melezler’in yazarı
8. Hissiz Kumpanya (Volkan Yalçın / İthaki Yayınları)
Yakın geleceğe atılan keskin bir bakış, bildiğimiz dünyada bilmediğimiz numaralar, elektronik cüzdanlara aktarılan kôinler, şokatar tabancalarla edilen intiharlar, geçmişi yakalayan kasklar, videoportlar, monokopterler, şirket cennetleri, mikrocehennemler, YeniYaşamcılar, baş imamlar ve halifeler…
Bilimkurguyla distopyanın kesiştiği noktada, bazen günümüzde bazen biraz uzakta, daha acımasız, daha mekanik, daha karanlık bir dünya: Hissiz Kumpanya.
Volkan Yalçın, yerli bilimkurguda yapılmayanı yapıyor ve iddialı öykülerle sahneye çıkıyor.
“Ben doğduğumda bir şeylerle savaşıyorduk, öldüğümde de bir şeylerle savaşıyorduk. Nefesim, şaibeli müsabakanın sürpriz ve düşsel finalini görmeye yetmedi. Bu çekişmede bir şeyleri tutuyordum, bir şeylere inanıyordum.
Ben öldüğümde Mars’taki ilk cinayet çoktan işlenmişti.
Ben öldüğümde öğretmenler mütemadiyen yalan söylüyordu.
Ben öldüğümde keyifler kapsama alanı dışındaydı.
Ben öldüğümde halife hâlâ hayattaydı, bağlı bulunduğu yaşam destek ünitesinden emirler vermeye devam ediyordu.”
9. Sendrom (John Scalzi / İthaki Yayınları)
Hugo Ödüllü yazar John Scalzi’nin yakın gelecekte geçen bilimkurgu – gizem türündeki Sendrom Serisi’nin ilk kitabı Sendrom’la heyecan başlıyor.
Bilinmeyen bir virüs tüm dünyada yayılmaya başlamıştır. Virüsü kapanların çoğu bu durumdan etkilenmezken, şanssız beş milyon insanda “Sendrom” ortaya çıkar. Hastalar tamamen bilinçli ve kendinde olsalar da hiçbir şekilde hareket edemezler. Her çeşit insanı etkileyen bu hastalık tüm dünyayı değiştirir.
Yirmi beş yıl sonra, “Haden sendromu” adı verilen hastalığın şekillendirdiği dünyada çaylak FBI ajanı Chris Shane, deneyimli bir ajan olan Leslie Vann ile ortak olur. İkili, Watergate Hotel’de işlenen ve Haden sendromuyla bağlantılı gibi duran bir cinayete atanırlar ve tek şüpheli de bir “entegreci” yani bedenini sendromlu birine bir süreliğine ödünç veren biridir. Bu yüzden asıl şüphelinin kim olduğunu bulmak oldukça zorlaşır.
Shane ve Vann cinayetin gizemlerini ortaya sermeye başladıkça suçun çok daha büyük bir şeyle alakası olduğu açığa çıkar. Bir cinayet vakası olarak başlayan soruşturma, ikiliyi büyük şirketlerin salonlarından sendromluların Agora denen sanal ortamlarına ve sürprizlerle dolu yeni bir toplumun derinliklerine götürür. Orada karşılaşacaklarıysa akla hayale sığmayacak kadar büyüktür.
“Zekice yazılmış, düşündürücü, eğlenceli ve ayrıca sağlam aksiyon barındıran bir roman.” -Patrick Rothfuss
“John Scalzi, yazdıklarını bambaşka bir seviyeye taşıyor. Sendrom, bugüne kadar yazdığı en iyi kitap.” -Cory Doctorow
10. Boşlukta Uyanmak (Burak Parmaksız / İthaki Yayınları)
Buraya nereden, nasıl ve ne şekilde getirildikleri bilinmeyen; katillerin, şizofrenlerin, masumların, sadistlerin ve dünya çapında aranan suçluların yaşadığı, geçmiş kavramının olmadığı bir akıl hastanesi. Buradan kurtulmanın tek bir yolu var: Kaçmak! Hastanenin çevresini saran kalın duvarları aşıp, boşlukta yok olmak! Mikail ise buna cesaret edebilecek tek kişi. Fakat duvarların arkasında ne var? Burak Parmaksız Boşlukta Uyanmak adlı romanı ile okuru bu kez içinden çıkılması olanaksız bir çukurun içine sürüklüyor.
“Tecavüze uğrayan insanlar, tecavüz eden insanlar. İşkence ederek arındığını sanan insanlar ve işkence görerek arınan insanlar. Dünya üzerinde geçirecekleri süre dolana kadar aralıksız uyuyanlar. Uyumadığını sanarak dört duvar arasında koşturanlar. Hiç kıpırdamadan durarak hayatı ıskalamayı başaracağına inananlar… Ve inançları uğruna ölümü dahi göze alanlar. Hepsi bir adım önümdeydiler.”
11. Kedi ve Ölüm (Erhan Bener / Everest Yayınları)
“Herkes asılmasına bir gün kaldığını bilen bir ölüm hükümlüsünün gözüyle değerlendirebilseydi geçen zamanı, dünyanın görünüşü muhakkak ki bambaşka olurdu.”
Erhan Bener’in 1961’de Ara Kapı adıyla kaleme aldığı, sonraki baskılarda adını Kedi ve Ölüm olarak değiştirdiği romanı, ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrenen resim öğretmeni Zahit’in, kalan üç aylık süreçte tüm yaşamını, yaşamla ölüm arasındaki bir “ara kapı”da sorgulamasını anlatır. Fransız yayınevi Albin Michel’in Büyük Tercümeler dizisinde yayınlanmasıyla Fransa, Belçika ve Almanya’da da büyük beğeni kazanan Kedi ve Ölüm, kusursuz dili ve çözümlemeleriyle hayat üzerine kısa, sert, sarsıcı bir yapıt.
“Erhan Bener’in Kedi ve Ölüm’ü kısa, veciz, yoğun ve çok başarılı bir denge içinde kurulmuş bir roman. Yazar, öyküsünü güçlü ve kusursuz bir mükemmellikle yürütüyor, ayrıntı sayılabilecek noktalarda bile, her seferinde bize insan ruhunun en erişilmez derinliklerini göstermeyi biliyor. İçimize bıçak gibi saplanan, hayran olunacak şekilde işlenmiş, heyecan yüklü ve güçlülüğüyle güzel bir roman…” -N. Presl, La Nouvelle Gazette de Charleroi (Belçika)
“Ölümün beklenişi konusu birçok kez ele alınmıştır. Ancak bu romanın övünülecek yanı konusu değil, sanat yönüdür… Erhan Bener sanatıyla bizi büyüleyip tasalandırıyor. İnce bir ruh incelemesi, sağlam ve güçlü bir üslup, gereksiz zorlamalardan uzak bir anlatış… bizde, kendisinden başka çeviriler okumak isteği uyandıran bir yazar.” -Celaine, Tageblatt (Lüksemburg)
12. Mülteciler (Viet Thanh Nguyen / Kafka Kitap)
“Mülkiyetin her şey sayıldığı bir ülkede, bizim sadece hikâyelerimiz vardı.”
Pulitzer ve Carnegie Madalyası ödüllü Sempatizan’ın yazarı Viet Thanh Nguyen’in son yirmi senede kaleme aldığı öykülerden oluşan Mülteciler parçalanmış anayurtları ile yeni ülkeleri arasında sıkışıp kalmış insanların deneyimleri üzerinden kimlik aile,yuva göç ve Amerikan rüyası temalarını işliyor.
San Francisco’ya gelip eşcinsel bir çiftin yanına yerleşen Vietnamlı genç bir mültecinin yaşadığı derin kültür şokundan, bunamaya başlayan kocası tarafından eski bir sevgilisiyle karıştırılan bir kadının hüsran dolu günlerine; Ho Chi Minh Kenti’nden genç bir kızın, Amerika’da yaşayan ve onun sahip olmadığı her şeyi elde etmiş gibi görünen üvey ablası tarafından ziyaretine kadar göç tecrübesini en alışılmadık açılardan ele alan bu sekiz öykü, mültecilerin hayallerini ve karşılaştıkları güçlükleri büyüleyici, ışıltılı bir anlatıyla kayda geçiriyor.
2017 yılında Asya/Pasifik Asıllı Amerikalılar Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Mülteciler’de Nguyen, vatanından ayrılıp başka bir ülkede yuva kurmaya çalışan insanların özlemlerini, aynı zamanda yaşamımızın sınırlarını çizen kendimizi bulma yolculuğunda kurduğumuz ilişkileri ve beslediğimiz arzuları keskin, dolambaçsız, mizahi bir üslupla irdeliyor.
13. Bakir İntiharlar (Jeffrey Eugenides / Domingo Yayınevi)
Senin burada ne işin var tatlım? Hayatın ne kadar kötüleşebileceğini bilecek yaşta değilsin.
Hiçon üçyaşında bir kız olmadığınız anlaşılıyor doktor.
Cecilia, Therese, Bonnie, Lux ve Mary; Lisbon kardeşler bu sırayla intihar edecekler, beşgüzel kız, bir yıl içinde, tüm mahalle yolun karşısından onlarıizlerken. Herkes kendince bir sebep yazacak, kısa süre sonra intiharlar yılıülkede ters giden her şeyin simgesi olacak. Kızlarıtaparcasına sevmiş, hemen her yerden onları
gözetlemişmahallenin oğlanları, hayatlarına devam edebilmek için yirmi yıl sonra bile aynısorunun cevabınıarayacak: Lisbon kızlarıbunu neden yaptı?
34 dilde yayımlanan ve Sofia Coppola tarafından beyaz perdeye de aktarılan Bakir İntiharlar bir modern klasik. Middlesex ile
Pulitzer Edebiyat Ödülü’nükazanan ve çağdaşedebiyatın kült yazarlarından birine dönüşen Jeffrey Eugenides, bu ilk romanında gençlik ve kaybolan masumiyete dair eşsiz bir portre çiziyor.
“Eugenides öyküanlatıcılarına bahşedilmişen büyülühediyeyle kutsanmış; sıradan olanıolağanüstüne dönüştürme yeteneği.” -New York Times
14. Asimetri (Lisa Halliday / Domingo Yayınevi)
New York, 2002. Genç editör Alice kendisinden yaşça oldukça büyük, ünlü yazar Ezra Blazer’la bir ilişkiye başlıyor.
Heathrow, 2008. Irak’taki ağabeyini görmek için yola çıkan Irak kökenli Amerikalı ekonomist Amar, havaalanında alıkonup yılın son hafta sonunu sahipsiz topraklarda, ülkesiz bir bekleme odasında geçiriyor
Edebiyatın dikkat çeken yeni isimlerinden, Whiting Ödülü sahibi Lisa Halliday, yaşamdaki dengesizlikleri merkeze alarak, birbiriyle alakasız görünen bu iki öyküden sıra dışı bir roman ortaya çıkarıyor. Gençlik-yaşlılık, eşitlik-adaletsizlik, Batı-Orta Doğu, şans-yetenek gibi asimetriler arasında gücün nasıl keskinleştiğini ve böyle bir dünyada kendimize yer edinmek adına yaptıklarımızı çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Yer yer komik yer yer iç burkan anlatımı ve kurmacanın sınırlarını zorlayan kurgusuyla Asimetri, son yılların en özgün romanlarından biri.
“Bir harika.” -Zadie Smith
“Nefes kesiyor.” -Guardian
“Benzersiz… Bizim için yol, tavşan deliğinin içinden bilinmeyen yerlere çıkmaya razı olmaktan geçiyor. Asimetri o mükemmel sonuna ulaştığında okurun yapacağı tek şey hayranlıkla en başa dönmek ve Halliday’in öyküyü tekrar tekrar nasıl altüst ettiğini keşfetmek.” -Washington Post
15. Norveç Masalları (Frederick H. Martens / Maya Kitap)
Maceranın ve mücadelenin ülkesi Norveç’ten kuzey masalları…
Yaşamın doğayla iç içe olduğu Norveç’te, halkı bir araya getiren de doğada yapılan etkinliklerdir. Büyüleyici kuzey ışıklarının altında anlatılagelen bu masallar, kuzey halkının geleneklerini ve inanışlarını gözler önüne seriyor.
Norveç kültürünün kökenine inen bu 32 masalla, yeraltından dağlara kuzeyin engin coğrafyasında bir yolculuğa çıkıyoruz.
Per Gynt’ten Ola Storbaekkjen’e, Helge-Hal’den Soria-Moria Kalesi’ne kadar çok sayıda masalda “trol” figürünün ne kadar baskın olduğuna şahit olurken bazı masallarda doğunun zengin kültürünün bu topraklara kadar geldiğini göreceksiniz.
Geçmişle geleceği birbirine bağlayan bu masallar, masal seven herkesin kitaplığında bulunmalı.
16. Renklerden Moru (Alice Walker / Doğan Kitap)
Ben nasıl savaşılır bilmiyorum. Tek bildiğim hayatta kalmak!
“Renklerden Moru önemini her daim koruyan bir Amerikan romanı.” -Newsweek
“Müthiş dokunaklı…” – The New York Times Book Review
Erkek egemen bir dünyada siyahi olduğu için de ayrıma uğrayan Celie’nin yaşadıkları o kadar ağır ve utanç vericidir ki, bunu yüksek sesle Tanrı’ya bile söyleyemez, sadece yazarak anlatır. O ağır hayatın içinde tecavüz, şiddet, çocuk yaşta evlendirilme, çok çalışma vardır. Sevgi ile zulüm, inanç ile kötülük iç içedir. Ancak bir gün Celie, kendi gücünü ve içindeki neşeyi keşfettiğinde dönüşümü de başlar.
Alice Walker’a 1983 yılında Pulitzer Ödülü kazandıran Renklerden Moru, her biri birbirinden dirençli kadınların yanı sıra, kendi ezilmişliklerinin acısını kadınlardan çıkaran erkeklerin hikâyesiyle de zenginleşen bir roman.
17. Gaugin (Maximilien Le Roy , Christophe Gaultier / Karakarga Yayınları)
Modern sanatın öncülerinden.
Bir sömürgecilik düşmanı, barışçı, antimilitarist ve anarşist.
Fransa’daki yaşamından bıkmış olan usta ressam Paul Gauguin,1891’de Tahiti’ye yerleşmeye karar verir. Tropik bölgedeki yaşamın sağladığı değişimle yeni bir soluk, yaşamak için bir iştah ve yeni bir ilham kaynağı bulur. Nefes kesici doğayı ve bölgedeki yerlilerin basit ve ruhani yaşamlarını keşfeder. Öte yandan anarşist ruhu, bir Fransız sömürgesi olan Tahiti’de de onu takip eder.
“Oraya gideceğim ve kendisini medeni addeden dünyadan elimi eteğimi çekip kendisine vahşi diyenlerle yaşayacağım.” -Paul Gauguin
18. Antonin Artaud Antoloji (Antonin Artaud / Sub Yayınları)
Sen değil miydin en kadimimiz olan seni yaşlı ibne? O yüce elin dururken kim sahip olabilirdi bir insanın eline? Usta mı, maymun mu? Usta derim ben, sen ne dersin tanrım? Güzelce kesilmiş ayak tırnaklarından burun deliklere giren parmağına kadar insan elini iyi tanıyan kim? Ya sensin tanrım, ya da senin sonsuzluğundan çok daha önce o eli sikmeyi başarmış biri! insan olmak için bütün hayatı boyunca çaba sarf etmiş biri! Ve ona en büyük ayıbı sen ettin senin için bütün dünyayı kazıp duran terli götüne insandan kesilmiş ve bir maymuna takılmış boklu elinle dokunmana izin veren ona karşı en büyük günahı sen işledin her zaman götüme sokmak istediğin o yüce haç kadar nefret dolu bir şey var mı bu dünyada? Morarmış göt deliğinle bir de gelip konuşuyorsun seni göt meraklısı seni boklu göt seni kılsız göt götünün deliğinden sıçtığın o ruhu benim götüme sokmaya çalıştın seni pis orospu çocuğu seni boklu göt! götünün deliğinden sıçtığını bana layık gördün morarmış göt delikli orospu çocuğu seni! Kıllı maymun elli orospu çocuğu seni! Götünün en derinlerindeki bokları o kıllı maymun ellerinle topladın sırf beni kusturmak için!
19. Terk Edenler (Lisa Ko / Timaş Yayınları)
Deming’in annesi, yasadışı bir Çinli göçmen olan Polly, bir sabah güzellik salonundaki işine gider ve bir daha evine dönmez. Ardında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuştur adeta. On bir yaşındaki Deming, cevaplanamayan sorularıyla şaşkın ve yalnız kalır. Sonunda iyi niyetli bir profesör çift tarafından evlat edinilen Deming, Bronx’tan küçük bir kasabaya taşınır. O artık Daniel Wilkinson’dır. Peki adını değiştirmek yeni bir başlangıç için, geçmişini silmek için, geride bıraktığı annesini unutup yeni ebeveynlerine bağlanmak için yeter mi?
Hikâye boyunca Deming köksüz bir genç adama dönüşürken Polly de dünyanın en yalnız, kayıp annelerinden birine evrilir. Sevgi dolu ve bencil, kararlı ve korkmuş olan Polly, birbiri ardına yaptığı anlık tercihlerle bir kader çizer kendine.
Terk Edenler’in bir yarısı New York’ta, bir yarısı Çin’de. Biraz Deming anlatıyor, biraz Polly. Bu, aile, aidiyet, kökler ve göçmenlik üzerine ötekinin dilinden bir hikâye. Bu, bir çocuğun sevdiği her şeyi yitirdiğinde kendini nasıl bulduğunun, bir annenin geçmişin hatalarıyla yaşamayı nasıl öğrendiğinin hikâyesi.
*2016 PEN/Bellwether Ödülü kazananı
*2017 Amerikan Ulusal Kitap Ödülü finalisti
*2017 PEN/Hemingway Ödülü finalisti
Etkileyici… Lisa Ko manşetlerdeki bir haberin üzerine eğiliyor ve görünenin ötesindeki parçalanmış, cesur, sıradışı ve sıradan hayatları gözler önüne seriyor.
20. Tebriz’den Masallar (Seçkin Sarpkaya / Karakum Yayınları)
Bir hikayedir Tebriz.
Birer birer ağaçların kulaklarına fısıldanacak.
Yine hepsi uyuyacak.
Yine “Cırtdan” uyanık kalacak.
Yine “Devler” kaybedecek.
Yine
“Anneannem”in masalları kazanacak.
Bir hikayedir Tebriz.
Yine de
“Diken Toplayan Yoksul Kişi”nin akıllı kızı
Şah’ın evine gelin gidecek.
Yine güller açacak, bahar olacak.
Yine “Bahtı Kara Yıldız”
Sabredecek.
“Sabır Taşı”na yalvaracak.
Yine sabreden kazanacak.
Yine “Kara Bibi”nin yalanları ortaya çıkacak.
Herkes “Nar Kızları”nın masumiyetine inanacak.
Ve yerden üç elma göğe uçacak.
Birisi Ay’ın
Birisi Güneş’in
Birisi de bizim olacak.