1. Benim İki Dünyam (Sergio Chejfec / Jaguar Kitap)
“Arjantinli büyük yazar Chejfec, şüphesiz ki daha çok bilinmeyi hak ediyor. Benim İki Dünyam, geleceğin romanına giden yolun taşlarını döşüyor.” –Enrique Vila-Matas
Benim İki Dünyam’ın elli yaşındaki yazar anlatıcısı, bir edebiyat konferansına katılmak için Brezilya’ya gider; fakat yazar için önemli olan konferans değil, şehirde yaptığı yürüyüşlerdir. İsimsiz yazar, neresi olduğunu bilmediğimiz bir şehirde haritadan rastgele ”büyük, yeşil bir lekeye benzeyen park”ı seçer ve bu noktaya ulaşana dek amaçsızca ilerler. Zamanla, zihninin kendi içinde yaptığı bir gezintiye dönüşen bu yürüyüşlerin her adımında/cümlesinde, kendi benliğinin iki farklı dünyadan oluştuğunu keşfeder. İçinde küçük bir gölü barındıran parktaki “göl saatleri”nde somut ile soyutun, gerçek ile hayalin, yaşanılan ile yazılan dünyanın sınırları biraz daha belirginleşir.
Metafizik düşüncenin kendi kurgusunu oluşturduğu ve Latin Amerika edebiyatının dinamizmini metafizik bir alana taşımasıyla tüm dünyada dikkatleri üzerine çeken Benim İki Dünyam, Bülent Kale’nin İspanyolca aslından çevirisi ve Enrique Vila-Matas’ın önsözüyle…
2. İlkbahar (Karl Ove Knausgaard / Monokl Kitap)
“Hala Knausgaard okumayı denemediyseniz ya da onun New York Times’daki sıradan seyahat yazılarından tatmin olmadıysanız, İlkbahar’ı deneyin mutlaka. Hayli dokunaklı ve güzel. Knausgaard’ı sevmeyeceğinizi ya da sevmediğinizi düşünüyorsanız bile İlkbahar’ı bir okuyun ve bizim gibilerinin neden onun için çıldırdığını anlayın.”
– Los Angeles Review of Books
“Knausgaard mevsimler ansiklopedisiyle yeni doğan kızı için vahşi ve sert türden bir sevgi çemberi oluşturdu. Aile geleneğindeki yabancılaşma ve kayıp gitmeye karşı ona dünyaya tutunmayı ve bağlanmayı anlatıyor. Dünyaya aşık olmayı, ona duyarlı kalmayı, onda kalmayı öğretiyor…” -The New York Times
“Gündelik hayatı çiçeklerden, havadan, renklerden, eşyalardan oluşan bir dramaya dönüştürmek. İlkbahar Knausgaard’ın yapıtına muhteşem bir giriş, şimdiye kadar yazdığı en kısa yapıt.” -The Washington Post
“İlkbahar; Sonbahar ve Kış’tan keskin bir kopuş sergiliyor, denemeler yerini bir kısa romana bırakıyor. Sevgi, kayıp ve gülümseme arasında muhteşem bağlantıları açığa çıkarıyor Knausgaard.” -Publishers Weekly, starred review
“Başkalarının hata saydığı şeyler Knausgaard’da bir dehaya dönüşüyor: sinirli, kaba saba, duygusal ve tutarsız olmak nefes alıp veren bir erdeme dönüşüyor.” -Sam Leith, Daily Telegraph
“Hayat ve sanat üzerine pek çok derin düşünce, bol dönüşlü ve heyecanlandırıcı.” -Anthony Cummins Metro
“Knausgaard İlkbahar’da bir şeyin özüne o kadar yaklaşıyor ki, onun ne olduğu öylesine beliriyor ki, o şeyin sıradanlığı bir sihre dönüşüyor.” -Peter Murphy Irish Times
“Knausgaard’ın kendini otobiyografik Kavgam serisinde ifşa etmesi fazlasıyla ilginçti. Ama Mevsimler serisindeki spekülasyonların tadı bir başka; tabutların neden penceresi yok ki diye sorduğunda ya da seksin bir barbarlık olduğunu söylediğinde bana kalırsa Knausgaard çok daha çekici ve inandırıcı.” -Anthony Cummins Observer
“Knausgaard parlak bir edayla, bir baba adayı olarak, her bir parçada bize dünyanın sanki yepyeni olduğunu düşündürtüyor… Hepsi de nadide bir güzellikle yazıya dökülmüş parçalar.” -William Leith
“Dünyanın hakkında en çok konuşulan anı yazarı. Anılarımızdaki meçhulleri ve geri alınamazları ortaya çıkarırken bütünüyle baştan çıkarıcı.” -Andrew Neather
“Soluk soluğa…. Kimse gündelik hayatı Knausgaard kadar muhteşem anlatamamıştı.” -The Times
“[Knausgaard] sıradan şeylerin simyacısı… Bu yazar gerçek zamanlı devasa bir yapı inşa ediyor. Çağımızda çok az sanat projesi ilgilenilmeyi bundan daha fazla hak ediyor.” -Dwight Garner, The New York Times
3. Maphushane Çeşmesi (Adnan Veli / Kırmızı Kedi Yayınevi)
Vaktiyle gazetelerde tefrika edilen ve kitaplaştıktan sonra dönemin en çok ilgi gören kitaplarından Mapusane Çeşmesi, bir taraftan mahpusluğun ne olduğunu, orada hayatın nasıl geçtiğini anlatırken diğer taraftan 50’li yıllar Türkiye’sinin panoramasını ortaya koyuyor. Turgut Çeviker’in titiz çalışmasıyla yıllar sonra yeniden okuruyla buluşan Mapusane Çeşmesi, aslında Adnan Veli’nin edebiyatımızda “olması gereken” yerini de gözler önüne seriyor.
“Mapusane, bir karanlık kuyu… Bu kuyunun içine bir kere yuvarlanan, kolay kolay karanlıklardan kurtulamıyor. Orada bildiğinden, sandığından değişik bir dünya buluyor.”
4. Kulağım Karadeniz’de-Kuvayi Milliye Donanmasının Romanı (Kemal Anadol / Kırmızı Kedi Yayınevi)
Çılgın Türk denizcileri sadece Kurtuluş Savaşı malzemesini değil, aynı zamanda bağımsızlık ve özgürlük ateşini taşıdılar. Onlar sayesinde Gazi Mustafa Kemal Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da, kulağım İnebolu’daydı? diyebildi.
Kemal Anadol, 1919-1923 arasında Karadeniz’de yaşanan olayları akıcı bir roman kurgusuyla okuyucuya aktarıyor. Mustafa Kemal’den Frunze’ye, Lenin’den Stalin’e, Cebesoy’dan Mustafa Suphi’ye, Enver Paşa’dan Çiçerin’e sizi aynı toplantı odasında ya da mektuplarla belgelerde buluşturuyor. Bugüne kadar bilinmeyen pek çok tarihsel gerçeği okuyucuya heyecanla aktarıyor.
Sayfalar arasında, başarı, zafer ve mutluluk kadar, acı, hüzün ve yokluk duyguları da dolaşıyor.
Kitabı kapatırken Atatürk’ün ünlü sözünü hatırlıyorsunuz:
“Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”
5. Merhametin Kıyısında (William Kent Krueger / Epsilon Yayınevi)
“Öfke, pişmanlık ve kefaretin eşsiz öyküsü.” -Publishers Weekly
“Sevdiklerinizi kaybetmenin kışkırtıcı bir incelemesi. Frank Drum’ın çocukluktan sıyrılma yolculuğunda yetişkinlikle gelen ‘bilgeliğini’ ve bunun üzücü bedelini görüyoruz. Bu romana bayıldım.” -Dennis Lehane, Zindan Adası’nın New York Times çoksatan yazarı
“Bu kadardı. Hepsi bu kadardı. O kadar sıradan bir duaydı ki hatırlanması için bir neden yoktu. Yine de aradan geçen kırk yıla rağmen tek kelimesini bile unutmamıştım.”
Yıl 1961. New Bremen, Minnesota’ya yaz gelmişti. Aynı zamanda genç bir başkanı olan ülkeleri için masum ve umutlu zamanlardı. Fakat on üç yaşındaki Frank Drum ölümün onu farklı şekillerde sık sık ziyaret edeceği bir yaz geçirecekti.
Papaz babası, tutkulu bir sanatçı olan annesi, konservatuara gitmek üzere olan ablası ve yaşından çok daha olgun erkek kardeşinin başına talihsizlikler gelmeye başlayınca Frank kendini yetişkinlerin sırlar, yalanlar, ihanet ve yasak aşkla dolu dünyasında bulacaktı.
Merhametin Kıyısında görünürde bir gizem hikâyesi olsa da çok daha fazlası. Aslında talihsizliklerin bir çocuğa, ailesine ve sonunda da ufak bir kasaba halkına neler yapabileceğinin anlatısı. Hayatlarının gidişatını değiştiren o yazın üstünden kırk sene geçtikten sonra Frank’in gözünden anlatılan hikâye, erişkinliğinin eşiğinde duran bir oğlanın, dünyası etrafında yıkılmaya başlayınca ne yapması gerektiğini anlamaya çalışmasının hikâyesi.
“Kırk yılda bir masanıza bir kitap düşer. Onu elinize alır, ilk sayfayı okursunuz. Sonra da ikinci sayfayı. Kendinizi kitaba kaptırırsınız. Merhametin Kıyısında da böyle bir roman. Bittikten sonra bile aklınızda kalacak ve hatırladığınızda kendi kendinize gülümseyeceksiniz.” -Huffington Post
6. Meşrutiyet Çok Bulutlu On Beş Santigrat Yağmur Olasılığı Sıfır (Fahri Öz / Kaos Çocuk Parkı)
Basma yüklü çivit mavisi bir Skoda kamyonet ilerliyor Akdeniz’de yükünden yalpalayan yampiri tekerlekleriyle pişmiş asfaltın üstünde sürücüsü kasketini çıkarıp siliyor alnındaki terleri, teneke gibi kaportasıyla yarıyor havayı emektar araba, bir av hayvanı, gideceği yeri bilen bir tazı gibi ne kadar çok yer zarfı savruluyor pat pat çarpan çiçekli (dallarda kuşlar) pazen topunun poplin topunun terleyen ucundan mavi tablosuna haziranın!
7. Soğuk Masal (Hıdır Murat Doğan / Kaos Çocuk Parkı)
Besbelli, tecrübeyle duvarlara sabitlenmiş dolapların içinde saklıyordu ninem ölüm kokan çocukluk anılarını. Bir tren kazasıdır aslında büyümek. Her şeyin üst üste gelmesi böyle bir şeydir. Önce bir şeyler devrilir içinden sonra da hepsi.
Bana onulmadık bir hikaye anlat.
“Aslında.” diye başlayan cümleler kurmaktan korkarım ben aslında. Gardıropların üzerine kaldırılan kahverengi bavullar, bana da hep hüzünlü gelir. Sana kimsenin cinayetini üstlenmeni öğütleyemem. Çünkü biliyorsun, yolların üzerinde uçuşan kuşlar aniden ölür.
Bana duyulmadık bir hikaye anlat.
Annem öldü. O gece onun yastığında uyudum. Yanağında. Kalabalık dağıldı sonra. Acı kaldı bir tek. Çocukken “Seni buramda taşıdım” demişti annem karnındaki sezaryen yarasını gösterirken bir keresinde.
“Buramda. İçimde.”
Sanırım şimdi ben onu buramda taşıyacağım. Buramda. Karnımdaki o derin boşlukta. İçimde…
Bana kesilmedik bir hikaye anlat.
8. Kuşlar Cesetken Ne Düşünür İbrahim (Hakan Unutmaz / Kaos Çocuk Parkı)
Kolonya kokusundan nefret eden bir adam tanıdım. Bir o kadar da … oğlunu. Noktalı alana tabir bulamadım uygun düşecek. Sarhoş desem, kendimi ele veririm; berduş desem, kuşkularımı… Bu baba eskiden kuşları sevdiği kadar severdi insanları da, emin olabilirim. Sevdiği insanların hepsinin kuşları sevmediğinden de o emindir. Örneğin, karısı sevmezdi. Peki, adam sevmeli miydi eşini? Otuzlu yıllar önce atılan bir imzaya bu kadar mı bağlı kalmalıdır taşra? Menopozun tek kişilik kıyım olduğunu neden öğretmemişti kuşlar? Yoksa kerhanenin yolunu adama kuşlar mı göstermişti? Dakikalık viziteden sonra sehpaya sinen kolonya kokuları…
Doğmamış çocuklar boğuşurken plastikle, bir o kadar da oğlunu…
Yine noktalı alan…
Tabir. Uygun. Bulunamayan.
9. Yeni Tanrıların Dünyası (Enes Şengönül / Karakum Kitap)
İncelemek üzere olduğunuz bu eser; modern kast sistemine övgüler ithaf edip, fantastik bir dünyada sınıfsal ayrımları, bilinç ve bilinç altında kuvvetlendirmediği için muhtemelen çok satanlar listesinde tutunamayacaktır. Ancak, ötekileştirilmiş, hor görülmüş, korkulmuş, korkutulmuş ama aynı dünyayı paylaştığımız, her gün bir şekilde aynı kaldırımları eşit derecede işgal ederek, aynı havayı soluduğumuz insan hikâyelerinden oluşan bu roman çalışması yaşadığımız toplumun ve ait olduğumuz çağın bir sureti olarak okurun ilgisine sunulmuştur.
Varlıklarını önemsemediğimiz ve hatta var olmasını istemediğimiz kişilerle aynı dünyada, aynı şehirlerde yaşayıp, aynı uğultulara maruz kalıp, aynı reklam filmlerini izliyoruz. İçinde yaşadığımız sahte bir rüyadan, kâbuslarla uyanmış kişilerin olduğu bir dünyaya eleştiri niteliğindeki bu eserde, kahramanlarımızın sıcak ve huzurlu birer evleri yok. Kapıyı çalınca kendilerini karşılayan birer aileleri, lüks saatleri, pahalı kol düğmeleri de bulunmamakta. Ama her birinin bir hikâyesi var. İçinde kendimizden bir şeyler bulabileceğimiz hikâyeleri
Sevgilerin, acıların, matemlerin tekdüzeleştiği bir dünyada, standartlaşmayan veya kategorize edilmemiş/edilememiş kişilerin varlığı herkesi heyecanlandırması gereken bir hadise olmalıyken, sisteme adapte edilemeyen kişiler bizim en çok korktuğumuz, en çok nefret ettiğimiz kişiler durumuna nasıl geldi? Bu insanlardan ve hikâyelerinden murat edilen ve çok daha fazlası incelemek üzere olduğunuz eserin muhtevasında mevcuttur.
İnsanoğlunun, yine kendisi için dizayn ettiği ve hazırlık evresi son bir kaç yüzyıldır devam eden yeni dünya düzeninin yaratıcılarının da, tebaalarının da görmek istemediği, bakınca yüzünü çevirdikleri kişilerin hikâyelerinden oluşan bu roman, bulunduğumuz çağın bir fotoğrafı olarak dünya insanlık tarihine ithaf edilmiştir.
10. Resul (Hüseyin Kıran / Yapı Kredi Yayınları)
“Artık insan olmayacak ve korkmama gerek kalmayacak.”
Sadece canlı, sadece kendisi, kendisiyle eşit ve kendinden ibaret oluşun bilgisiyle kuşanmadan, bir yanıyla salt var oluşa, bir yanıyla çaresiz yok oluşa koşan Resul, dil’in içinde bir dil, ev’in içinde bir ev kuruyor: Durmadan devinen, dönüşen ve her şeyi şekillendiren bir dünyada, “hayatta ve bilmede” daima başladığı yere dönmeye mahkûm o varlık, gerçek olanın tekinsizliği gerçekdışının açık seçikliğinde bedeninin ve aklının sınırlarını zorluyor.
Hiçbir şeyi netleştiremiyor, hiçbir şeyi sabitleyemiyor, durmadan çırpınıyorum. Durmadan her şeyde başa dönmek ve sonuna kadar bilmek istiyor, her seferinde anlamayı bitirdiğim şeylerin değiştiğini ve o ana dek yaptığım her şeyin boşa gittiğini görüyorum. Bundan yorulmak bir işe yaramıyor. Hayatta ve bilmede her an yeniden başa dönmek gerekiyor. Bundan vazgeçmek mümkün değil, o tuhaf sarsak aklım söz dinleyesi değil, yapıyor. Bana düşen onun sonu gelmez tartışmalarına ve durmadan değişen yeni duruma uyarlanma çabalarına kahramanca tahammül etmek.
11. Doğum Günü Kızı (Haruki Murakami / Doğan Kitap)
“Ne var ki, tek bir dilek hakkın var, iyice düşünesin” dedi yaşlı adam bir parmağını havaya kaldırıp. “Tek bir dilek. Sonra kararını değiştirip vazgeçemezsin.”
Bir doğum günü hikâyesi… Kısacık bir metinle yüreğimizde bir şeylerin yerini değiştiren bir büyü yapıyor Haruki Murakami.
12. Karşılaşmalar-Bir Benjamin Romanı (Jay Parini / Kolektif Kitap)
“Hiçbir zaman tatmin edemediği Tarih Meleği tarafından öldürülmüştü hiç kuşkusuz. Onu öldüren en bariz şeyse genellikle alaycı bir şekilde tetikte bekleyip en sonunda her zaman sahnede belirerek daha önce gerçekleşmiş olan her şeyin, her çıtkırıldım adım ve irkilmenin, gözün her titreşiminin, kalpten hissedilmiş her çizginin ve rasgele her jestin yazarlığını üstelenen Zaman’dı.”
Walter Benjamin’in 1940 yılında Nazi Almanya’sının Fransa’yı işgalinin hemen ardından Paris’ten kaçışıyla başlayan Karşılaşmalar Benjamin’in tutkularıyla tuhaflıklarının peşine düşüp ölümünün matemini tutuyor.
Felsefe tartışmaları, Nazi işgali, savaş ve kaçış ekseninde ilerleyen, Bertolt Brecht, Gershom Scholem, Hannah Arendt gibi isimlerin de yer aldığı romanda, Benjamin arkadaşları ve ailesi, aşkları ve yalnızlığı, hayatı ve intiharı, gözünden sakındığı elyazması sayfalar vasıtasıyla yeniden ete kemiğe bürünürken hayat hikâyesi de yirminci yüzyılın ortasında dünyayı yakıp yıkan korkunç savaşın güçlü bir metaforuna dönüşüyor.
13. Istrancalı Abdülharis Paşa (Berk Yaltırık / İthaki Yayınları)
İlk romanı Yedikuleli Mansur’la hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaşan Mehmet Berk Yaltırık’tan 17. yüzyılda başlayıp günümüze dek ulaşan, tarihi kurguyla korkuyu harmanlayan yeni bir kitap.
“… Öğleye doğru günlük güneşlik rutin bir bahar havasında iki tarafında meşe ve kayın ağaçlarının yükseldiği asude bir yolda ilerliyordu Asil. Altında araba olmasa, asfalt üzerinde hızla yol alıyor olmasa kendisini hoş bir rüyanın içinde zannedebilirdi. Buralardaki tabiatın harikaları, el değmemişliği insanı mest ediyordu. Dereköy Sınır Kapısı yolunda olduğundan gidiş sebebini anımsayınca canı sıkıldı. Böyle yeryüzündeki cennet köşesi bir yerin mazisinde nasıl kanlı ve ürkünç hikâyeler olabilirdi?”
Bir ailenin ve bir ismin peşine düşen genç bir araştırmacı, kendini bir anda asilerin, eşkıyaların, haramilerin, haydukların, ayanların ve komitacıların arasında, zaferlerin ve bozgunların hengâmesinde, soygun masallarının ve kocakarı hikâyelerinin ortasında buluverir. Tarihle başlayan yolculuğu, ruhunun ve Istrancaların kuytularına sapmışken korkulu Balkan rivayetleriyle giriştiği amansız boğuşma nasıl nihayete erecektir?
Hırsının kölesi derebeylerinin, geceleri dolaşıp kapıyı pencereyi tırmalayan şeylerin, insan suretli canavarların, efsaneyle hakikatin birbirine karışıp tarihin sislerinin ardına gömülen bu roman, kâh kanlı baskınlara tutulan kâh geleneklerin kamçısı altında inleyen Balkan tarihine uzanan karanlık bir araştırmanın serüveni.
Istrancalı Abdülharis Paşa, zamanın yavaş aktığı bir coğrafyada ürpertili bir arayışın romanı…
14. Bay Less (Andrew Sean Greer / İthaki Yayınları)
2018 Pulitzer Edebiyat Ödülü
Romanları John Updike, Ann Patchett, Michael Chabon, John Irving gibi yazarların övgülerini alan, öyküleri Esquire, The Paris Review, The New Yorker dergilerinde yayımlanan, Kuzey California Kitap Ödülü, O. Henry Öykü Ödülü sahibi, Amerikan edebiyatının mizahi yanı kuvvetli, yaratıcı seslerinden Andrew Sean Greer son romanı Bay Less ile Pulitzer Ödülü’ne layık görüldü.
Elli yaşına basacak, başarısız bir romancı Bay Less. Bir gün posta kutusunda o düğün davetiyesini görür: Dokuz yıl beraber olduğu eski erkek arkadaşı nişanlanmış, şimdi de evleniyor. Bay Less düğüne gidecek mi peki? Gitse rahat edemeyecek, gitmese de kaçıyor gibi hissedecek. Çalışma masasının üstünde, dünyanın dört bir yanında yapılacak, çok da mühim olmayan edebiyat etkinliklerinin davetleri. Bay Less düğüne gitmeyecek elbette. Bahanesi de hazır. Bütün davetleri kabul edip yola çıkacak: Meksika. İtalya. Almanya. Fransa. Fas. Hindistan. Japonya. Bay Less, Paris’te âşık olacak belki, Güney Hindistan’da şu pek de iyi olmayan roman dosyasını düzeltmeye çalışacak, uçağı Japonya’ya indiğinde bavulunu bulamayacak… Bir ara da elli yaşına basacak işte.
Andrew Sean Greer, “turist Amerikalı”yla alay ederken kültürün, cinsiyetin, yaşın ötesinde bir aşk hikâyesini, dehanın yakınında olmanın ama o yüceliğe asla erişememenin acısını mizahı asla unutmadan anlatıyor. Bay Less, yanlış anlaşılmalar, sonu gelmeyen hatalar ve insan kalbinin derinliklerine dair bir roman.
“Bir roman isteyebileceğim her şeye sahip, dopdolu bir okuma tecrübesi. Yoğun mizahi bölümlerle, bilgelik dolu anlarla, zekice tespitlerle ve görkemli imgelerle dolu muazzam bir kitap!” -Karen Joy Fowler
“Fark yaratan üslubu ve edebiyatta nadir görülen derinlikteki başkarakteri, bu romanı muhteşem kılıyor.” -Roxane Gay
“Yaşlanmak ve sevginin gerçek doğasına dair üslupta müzikal, yapıda ve çeşitlilikte ise zengin, çok yönlü bir roman.” -2018 Pulitzer Ödülü, Seçici Kurulu
Yılın en iyi kitapları:
New York Times, Washington Post, San Francisco Chronicle, New York Post, American Library Association, Paris Review
15. Küllerin Anlattığı-Gece Göğünün Tesellisi (Cevad Karahasan / İletişim Yayıncılık)
Çağdaş Boşnak edebiyatının usta yazarı Cevad Karahasan’ın, kimi eleştirmenlerce Umberto Eco’nun Gülün Adı’na, Amin Maalouf’un Semerkant’ına akraba sayılan kitabı, Selçuklu’nun ve Ömer Hayyam’ın dünyasını rengârenk tablolaştıran bir anlatı…
Selçuklu İmparatorluğu’nun payitahtı İsfahan’da beklenmedik ve şüpheli bir ölüm gerçekleşir. Ölen, saygın bir adamdır ve Ömer Hayyam’ın dostudur. Büyük bilgin ve şair, ölüm sebebini araştırmaya koyulur, bir yanda da hatıraların ve kederin tefekkürüne dalar. Derken, Selçuklu ülkesinin günü yavaş yavaş kararmaya başlar, tehditler büyür, çöküş ilerler, “savaşlar, kargaşa, hastalık, fakirlik, açlık” kol gezer.
“Kütüphanelere ve benzer yerlere ihtiyaç duyulmayan bir zamana” gelinir… Ömer Hayyam, ömrünün son deminde, kendi hayatıyla beraber, Selçuklu’nun parıltısının ve çöküşünün de muhasebesini yapacaktır. Bereketli bir çoğulculukla fanatizm arasındaki çatışmanın muhasebesidir bu aynı zamanda.
“Küllerin Anlattığı, miyoplar ve çekingenler için, gayretkeşler ve kitap kurtları için, öğrenme tutkunları ve gözlük takanlar için dev bir müdafaanamedir…” -Julia Kospach
16. Faili Meçhul Öfke (Adnan Gerger / Karakarga Yayınları)
Matruşka, hücre evi, sahte plaka, kod ad, Beyaz Şahin, Toros, gözbağı, sorgu odası, işkence…
Acı acı güldüren serüvenleriyle gencecik insanlar, kendi elleriyle çizmeye başladıklarından daha büyük bir resmin detayları oluyorlar.
Gammazla, kazılan kuyularla, kaypaklıkla tanışıp kendilerine bile güvenemez hale gelmiş, değerleri şaşmış adamlar, ulaşmak istedikçe koptukları gerçekliği çarpıtıyorlar.
Adnan Gerger, emniyet mensupları ve örgüt üyeleri arasındaki karışık bir koşuşturmacada, iyi ve kötü tarafın sadece anlarda ortaya çıktığını ve bu anların bizim tüm gerçekliğimizi belirleyebileceğini gösteriyor.
17. Başka Dünyalarda Canlı Mahlükat Var mıdır? (Osman Nuri Eralp / Karakarga Yayınları)
Türkiye’nin ilk bilim-kurgu eseri, bir asır sonra ilk defa Latin harfleriyle okuyucuyla buluşuyor.
“Bu dünyalarda canlı yaratık var mıdır? Şüphesiz böyle bir sorunun cevabı lazımdır, dediğimiz sürece hayat neden sadece dünyamızda oluşmuş olsun? Bu âlemlerin ortasında, bu dünyaların hepsi birdir. Toz kadar olan Dünya’mızda hayat, canlı yaratık olsun da, onlarda olmasın? Onlar bu dünyadan küçük müdür? Onlar bu dünyadan ilerleme bazında farklı mıdır? Hayır, bu bahsedilen dünyamız gibi hep birbirinden doğmuştur. Hepsi birbirinin anası, babası, hepsi birbirinin kardeşidir. İşte bu soruya karşı bugün kesin cevap verilmiş:
Her âlemin kendine özgü, kendi doğal şartlarına göre oluşmuş canlısı, canlı yaratığı vardır.”
Bakteriyoloji ve kimya alanlarında uzmanlaşan Osman Nuri Eralp’in bilimsel çalışmaları, kendi döneminde en kapsamlı ve öncü çalışmalar arasında yer alıyordu.
Türkiye’de bilim-kurgu adıyla kategorize edilebilecek belki de en eski örnek olan bu eser, Bilge Kösebalaban tarafından keşfedildi ve Osmanlıca harflerle ilk yayımlanışından bir asır sonra, ilk kez Merve Köken tarafından Latin harfleriyle çevrildi.
18. Auschwitz Dövmecisi (Heather Morris / Pegasus Yayınları)
Lale Sokolov’un gerçek yaşam öyküsünden yola çıkılarak kaleme alınmıştır.
Ben onun koluna bir dövme yaptım, o ise adını kalbime kazıdı.
Slovakyalı bir Yahudi olan Lale Sokolov, Nisan 1942’de Auschwitz-Birkenau toplama kamplarına götürüldü ve Naziler tarafından diğer esirlerin kollarına, numaralarının dövmelerini yapmakla görevlendirildi.
İki buçuk yıldan uzun bir süre esir tutulan Lale hem vahşete hem de inanılmaz sevgi ve cesaret eylemlerine tanık oldu. Kendisiyle aynı kaderi paylaşan insanların hayatlarını kurtarmak amacıyla canını tehlikeye atarak ayrıcalıklı konumunu, katledilen Yahudilerden kalan mücevher ve paralar karşılığında yiyecek satın almak için kullandı.
1942 Temmuz’unda bir gün, 32407 numaralı Lale, koluna 4562 numarasının dövmesinin yapılması için titreyerek sırada bekleyen genç bir kadınla karşılaştı. O genç kadının adı Gita’ydı ve Lale onu gördükten sonra ne olursa olsun hayatta kalıp onunla evlenmeye yemin etti.
Binlerce mahkûmun koluna Yahudi Soykırımı’nın en çarpıcı sembollerinden biri haline gelecek olan dövmeleri yapmakla görevlendirilmiş Lale Sokolov’un gerçek yaşam öyküsü, umudun, aşkın ve insanlığın en kötü, en karanlık şartlarda bile ayakta kalabildiğine dair güçlü bir kanıt.
“Aşk bir yolunu buluyor, ne kadar ihtimal dışı, ne kadar imkânsız görünse de buluyor ve bu yürek sızlatan kitap da bunun güzel bir ifadesi.” -The Bookbag
“Savaş dehşetinin ortasında aşka, sadakate ve dostluğa dair hem acı hem de moral veren bir roman.” -Jill Mansell
“Auschwitz Dövmecisi insan davranışlarına en uç örneklerle dolu: içten gelen fedakârca sevgi eylemlerine karşılık kasten yapılan kötülükler. Bu kitabın içine çekilmeyecek, okurken gerçeklerle yüzleşip duygulanmayacak tek bir kişi bile hayal edemiyorum.” -Graeme Simsion, Rosie Projesi’nin yazarı
“Auschwitz Dövmecisi’nde karanlık bir peri masalı havası var. Basit ve destansı, merhamet ve aşkla dolu ama tüm bunların üzerine insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en kanlı canavarlarının gölgesi düşüyor. Bu kitabı herkes okumalı.” -Hugh Riminton, gazeteci ve yazar
“Buraya yazacağım hiçbir şey size bu kitabın ne kadar güçlü ve dokunaklı olduğunu tarif etmeye yetmez. Morris bu hikâyeyi özünde neyse o şekilde anlatmış; bir aşk hikâyesi olarak… Okurken gözyaşlarım sel oldu. Son olarak Lale’nin sözlerinden alıntı yapacağım: ‘Sabah uyandıysanız o gün güzel bir gündür.’” -NetGalley
“Hayal bile edilemez bir nefretin hüküm sürdüğü korkunç bir ortamda yaşanmış, insana yaşam sevinci veren güçlü bir aşkın hikâyesi.” -Pamela Wallace, Akademi ödüllü senarist
“Morris, savaşın karanlık ve zehirli atmosferine dalıp aşkın gücüne dair sıra dışı bir hikâyeyle ortaya çıkıyor.” -Leah Kaminsky, yazar
“Lale’nin, toplama kampından Gita’yla birlikte sağ çıkma konusundaki kararlılığının yürek burkan, etkileyici gerçek hikâyesi iyiliğe, kıvrak zekâya ve umuda dair dokunaklı bir kanıt niteliğinde.” -People
“Morris’in bu çalışması bizi Nazilerin en kötü şöhretli ölüm kampında günlük hayatın içine alıyor. Morris üç yıl boyunca Lale’yle röportajlar yapıp anıları gün yüzüne çıkarmış ve yapmak zorunda bırakıldığı dövmecilik mesleği sayesinde iyiliğin de insanlığın da var olmadığı bir yerde ikisini de yapabilme fırsatını yakalamış bir Yahudi’nin yürek burkan hikâyesini bu anılarla ilmek ilmek örmüş.” -BookPage
“Auschwitz Dövmecisi hem her şeye rağmen umudun ve hayatta kalma mücadelesinin hem de aşkın gücünün hikâyesi.” -Popsugar
“Shoah Vakfı için soykırım mağdurlarıyla pek çok röportaj yapmış ve çok üzücü hikâyeler dinlemiş olsam da Auschwitz Dövmecisi’ni elimden bırakamadım. İki insanı hayal dahi edilemez acılara rağmen ayakta tutabilecek kadar büyük bir aşkın alışılmadık hikâyesi. Okuyun, paylaşın, hatırlayın.” -Jenna Blum, Yahudi Sevgili kitabının yazarı
“Pek çok kişi bu kitabı bir toplama kampında esir edilmenin ne kadar dehşet verici olduğunu gözler önüne serdiği için, bir o kadarı da hikâyenin verdiği, gerçek aşkın en insanlık dışı şartlara bile galip gelebileceği mesajıyla cesaret bulacağı için sevecektir. Tarihî roman sevenler için kusursuz bir kitap.” -Publishers Weekly
“Etkisinden kolay kolay kurtulamayacağınız, yürek burkan, çok güçlü bir hikâye.” -Kirkus Reviews
“Bu kitaptakinden çok daha fazlasını içerdiğinden şüphelensek de Lale’nin hikâyesinin büyük bir kısmı bu sayfalara yansımış. Ve Lale’nin bu mücadeleden sağ çıkacağı aşikâr olsa da Morris romanına takdire şayan bir merak unsuru katmayı başarmış.” -Booklist
“Heather Morris’in, Yahudi Soykırımı’ndan sağ çıkmayı başarabilen Ludwig (Lale) Sokolov’un gerçek yaşam öyküsünden yola çıkarak kaleme aldığı Auschwitz Dövmecisi bize insan ruhunun ve aşkın en karanlık yerlerde bile çiçekler açabileceğini kanıtlıyor. Ve Auschwitz-Birkenau toplama kamplarından daha karanlık bir yer hayal etmek zor. Lale kader arkadaşlarına yardım etmek için kendi hayatını tehlikeye attıkça, Gita’ya ve diğerlerine yardım etmek için riskler aldıkça yüreğim ağzıma geldi. Geride bıraktıkları yıllara ve hiç ortadan kalkmayan ölüm tehdidine rağmen Lale ve Gita karı koca olarak bir arada yaşayabilecekleri bir geleceğe inanmaktan hiç vazgeçmediler. Auschwitz Dövmecisi çok güzel, hayat dolu bir roman. Bu hikâye her aklıma geldiğinde hâlâ gözlerim doluyor ve yüreğim ısınıyor.” -Seira Wilson, Amazon Book Review
“Konuşulmayanı dile getirmek için samimi, dokunaklı bir girişim.” -The Sunday Times
“Toplama kampındaki kader arkadaşlarının kollarına numaralarının dövmesini yapmaya zorlanan Lale Sokolov’un gerçek yaşam öyküsü.” -The Bookseller
“Auschwitz Dövmecisi bize en karanlık zamanlarda bile eğer irademiz ve inancımız güçlüyse her şeyin üstesinden gelebileceğimize dair umut aşılıyor.” -Book Ninja
“Muazzam bir hikâye… Beni en şaşırtıcı anlarda gözyaşlarına boğacak kadar güçlü ve sürükleyici. Bu yıl okuduğum en iyi on kitap arasında yer alacak. Elimi kalbime koyup herkese bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum.” -Batty About Books
“Auschwitz dövmecisinin hayatını anlatan bu müthiş aşk hikâyesinin dokunmayacağı yürek yoktur.” -Libelle
“Bu kitap, iradeli insanların nelerin üstesinden gelebileceğini gözler önüne seriyor.” -Oorlogsboekenreviews
“Bu kitabı tek bir kelimeyle tarif etmem gerekseydi o kelime, ‘etkileyici’ olurdu.” -Boekenbeschrijfster
“Hikâyenin en dehşet verici kısımlarında bile içten içe sonunda iyi bir şeyler olacağını hissetmek çok ilham verici.” -Perfecte Buren
Yeni Zelanda’da dünyaya gelen Heather Morris, Melbourne, Avustralya’da yaşamakta ve çalışmaktadır. 2003’te Lale Sokolov’la tanışmaları ikisinin de hayatını değiştirmiştir. Aralarındaki dostluk güçlendikçe Lale Sokolov, Yahudi Soykırımı yıllarında yaşadıklarının en gizli detaylarını tüm dünyaya anlatması konusunda Morris’e güvenmiştir.
19. Yedi Cinayetin Kısa Tarihçesi (Marlon James / Pegasus Yayınları)
“Baştan sona bir güç gösterisi.” -The Wall Street Journal
2015 Man Booker Ödülü,
Amerikan Kitap Ödülleri ve Minnesota Kitap Ödülleri’nin Sahibi,
Ulusal Kitap Eleştirmenleri Birliği Ödülü Finalisti,
Anisfield-Wolf Kurgu Ödülü ve The Ocm Bocas Kurgu Ödülü Kazananı.
Bob Marley’nin Gülümse Jamaika konserinde sahne almasından iki gün önce, 3 Aralık 1976’da, yedi silahlı adam şarkıcının evine bir saldırı düzenledi ve bu saldırıda Marley, karısı ve menajeri yaralandı. Resmî olarak tetikçilerle ve suikastla ilgili pek az açıklama yapılsa da Batı Kingston sokaklarında uzun süre olayla ilgili pek çok fısıltı ve dedikodu dolaştı. Yedi Cinayetin Kısa Tarihçesi’nde Marlon James iç yüzü hiçbir zaman tam olarak anlaşılamayan bu yıkıcı vakayı tekrar canlandırırken otuz yıllık bir zaman çizelgesinde tetikçilerden, uyuşturucu satıcılarından, tek gecelik ilişkilerden, CIA ajanlarından ve hatta hayaletlerden oluşan, akıldan çıkmayacak karakterlerin öykülerini ustalıkla işliyor ve sonuç olarak ortaya gizemli, güçlü ve karşı konulamaz bir roman çıkıyor.
“Şiddet kavramının sınırlarını zorlayan, tahrik edici bu roman sizi ölüm dansına davet ediyor.” -The Washington Post
“Kelimenin tam anlamıyla destansı! Coşkulu, efsanevi, sınırları zorlayan ve göz kamaştıracak kadar çetrefilli bir hikâye.” -The New York Times
“Bu romanı okurken büyüleneceğinizi daha ilk sayfadan anlıyorsunuz.” -Entertainment Weekly
“Yedi Cinayetin Kısa Tarihçesi, bağımsızlığını yeni kazanmış Jamaika’da çetelerin şiddeti ile Soğuk Savaş dönemi arasındaki bağlantılara parmak basıyor.” -The New Yorker
“Marlon James tam bir virtüöz. Jamaika’nın postkolonyal dönemde geçirdiği sarsıntıları ve Amerika’nın bu süreçteki rolünü destansı bir dille anlatmış.” -The New York Times Book Review
“Senaryosunu Oliver Stone ve William Faulkner’ın yazdığı, Bob Marley şarkılarının eşlik ettiği bir Tarantino filmi gibi.” -Financial Times
“Cüretkâr, okuyucunun yakasına sarılan ve büyük dikkat gerektiren bir edebî eser.” -The Wall Street Journal
“Kusursuz bir keskinlikle ve nadir görülen bir empati duygusuyla yazılmış.” -Time
“Yedi Cinayetin Kısa Tarihçesi’nin sayfalarını bir kez açmanız yetiyor. Birden fazla anlatıcısı bulunan bu roman bana Roberto Bolaño’nun Vahşi Hafiyeler romanını hatırlattı.” -NPR
“Tuhaf ancak büyüleyici bir roman… Marlon James’in 20. yüzyıl Jamaika siyasetini ve çete savaşlarını işleyiş şekli okuyucuları hem sarsıyor hem de inanılmaz derecede etkisi altına alıyor.” -The Economist
“Marlon James fısıltılarla ve tarihsel gerçekliklerle dolu, tehlikeli bir roman yazmış. Kimin neyi, neden yaptığına dair teoriler üretirken Bob Marley’nin intikamını da kurguya büyük bir başarıyla yedirmiş. Ancak yazarın başarısı, Marley’nin hayatıyla ilgili önemli bir dönemeci açığa çıkarmaktan öteye gidiyor. Marlon James bizi sokaklarla ve Bob Marley’nin, ‘Gözlerinizi açın ve kendinize dönüp bir bakın, yaşadığınız bu hayattan memnun musunuz?’ diye sorduğu umutsuz Jamaika halkıyla tanıştırıyor.” -The Boston Globe
“Saf, kendine özgü ve inanılmaz derecede detaylı bir hikâye. Bu romanda resmedilen Jamaika’yı belki pek çok insan şarkılardan duydu ancak daha önce hiç böylesine çarpıcı sahnelerle anlatıldığını görmedi.” -Chicago Tribune
“Heyecandan kanınızı kaynatan, tutkulu bir hikâye.” -Los Angeles Times
“Aile, dostluk, şöhret, sanat, cinsellik, azınlıklar, uyuşturucu ticareti, ırkçılık ve daha pek çok konu eşliğinde okuyucuları Jamaika, New York, Miami ve Küba arasında getirip götüren, sınırların ötesinde bir roman.” -Newsweek
“Don DeLillo’nun komplo teorisi temelli eserleriyle birleşmiş destansı 19. yüzyıl romanlarına benzeyen Yedi Cinayetin Kısa Tarihçesi harcadığınız zamana kesinlikle değiyor ve şiddet, yolsuzluk ve insanlığın karanlık yüzüyle ilgili karmaşık bir bakış açısı sunuyor. Bu kitabın son sayfasına geldikten sonra gidip Marlon James’in yazdığı ne varsa okumak istiyorsunuz.” -The Philadelphia Inquirer
“Marlon James’in dili kullanma şekli gerçekten çok şaşırtıcı. Coşkulu, incelikli ve okuyan herkesin zihnini ele geçiren Yedi Cinayetin Kısa Tarihçesi elden bırakması güç bir eser.” -Ebony
“Müzik, uyuşturucu, seks ve şiddet bu hikâyede beklenmedik bir patlamaya yol açmış.” -Bustle
“Marlon James’in ustalıklı romanı müthiş bir şekilde ışıldıyor. Silahlardan, uyuşturucudan ve siyasetten oluşan girdap etkisindeki bu romanda güçlü karakterlerin etkisi altında kalacaksınız.” -Playboy
“Bu roman kesinlikle tarzından ve üslubundan ödün vermiyor. Vahşi ve kusursuz bir sanat eseri.” -Minneapolis Star Tribune
“Yedi Cinayetin Kısa Tarihçesi, iktidarın, yolsuzlukların ve yalanların romanı. Bu yüzyılda daha iyisini okuduğumu sanmıyorum.” -Irvine Welsh, Trainspotting’in yazarı
“Son günlerde Karayip kökenli, genç ve yetenekli pek çok yazarla tanışıyoruz ve Marlon James’in, yalnızca bu yazarların en iyilerinden değil, tüm dünyadaki genç yazarların en iyilerinden biri olduğunu söylemekte hiçbir sakınca görmüyorum. İçinde bulunduğu kültüre inanılmaz derecede hâkim ve büyük bir tesirle, benzersiz bir netlikle yazıyor. Elinizde tuttuğunuz bu roman herkes tarafından bilinmesi gereken bir dünyanın kapılarını aralıyor. Destansı bir güce sahip ve amaçladığından da fazlasını başarıyor. Bir yandan şiirsel bir güzelliğe sahip, diğer yandan insanın kanını donduracak kadar ürkütücü. Arkadaşlarınızı karşınıza alıp onlara bu kitaptan parçalar okumak isteyeceksiniz.” -Russell Banks
“Bob Marley’ye 1976 yılında düzenlenen suikast etrafında şekillenen Yedi Cinayetin Kısa Tarihçesi şiirsel üslubuyla insanı kendine hayran bırakan bir öykü. Orijinal, zekice ve birden çok anlatıcının gözünden yazılmış. 1970’ler Jamaika siyasetinin tehlikeli dünyasını ve uyuşturucu ticaretinin yarattığı karmaşayı gözler önüne seriyor. Gerçekten büyüleyici.” -Chris Salewicz
“Okuyucu bu kitabı bitirdiğinde Jamaika’nın zorlu yıllarına dair ne varsa öğrenmiş olacak. Dikkatle okunması gereken bir eser.” -Publishers Weekly
“Akıllara durgunluk veriyor… Bizi hiç bilmediğimiz bir dünyaya götüren o büyük, çetrefilli ve gösterişli romanlardan biri.” -Library Journal
“Marlon James birbirinden çok farklı sesleri ve kültürleri bir araya toplamak konusunda gerçek bir usta olduğunu ispatlamış. Jamaika’nın kenar mahallelerindeki şiddeti, uyuşturucu etkisi altında, soğukkanlılıkla gerçekleştirilen cinayetleri büyük bir gözükaralıkla yazmış.” -Kirkus Reviews
Marlon James 1970 yılında Jamaika’da doğdu. Yedi Cinayetin Kısa Tarihçesi’yle 2015 yılında Man Booker Ödülü’nü kazanan James’in bir diğer romanı The Book of Night Women da Minnesota Kitap Ödülü’ne layık görüldü ve aynı zamanda Ulusal Kitap Eleştirmenleri Birliği Ödülleri’nde finalist oldu. Son olarak 2019 yılının Şubat ayında Black Leopard, Red Wolf romanı yayımlanan James, Birleşik Devletler’de yaşamaktadır.
20. Dedemin Ayakkabıları (Rıfat Mertoğlu / Öteki Yayınevi)
“Her sabah güneş ışıklarını içime çektim, içtim Zare. Tüm acılara inat gülümsedim güneşe, bir gün seni yeniden görebilme umudumu hiç yitirmedim. İçimdeki ışık asla sönmedi.”
Rıfat Mertoğlu, gözden ırak, ıssız, sessiz ama kendi içinde acılarıyla, hayalleriyle ve umutlarıyla devinen bir vadiye götürüyor okurunu. Vadide yaşayan insanların trajik öykülerini ustalıkla birleştiriyor. Yıllar önce, birbirinden kopan sevgililerin ömürlerinin son demlerinde kavuşmalarını çarpıcı, insanın içine işleyen duru anlatımıyla veriyor.
Dedemin Ayakkabıları, çok katmanlı bir roman. Betimlemeler güçlü, anlatılan sahneler okuyucunun gözünde canlanıyor. Değişik kahramanların dar dünyalarından, evrene pencereler açıyor. O acılara ve umutlara tanıklık edelim diye.