Çin’de MS 1000, Fransa’da ise 1700’lü yıllardan bu yana restoran kültüründen bahsedebiliyorken, Osmanlı İmparatorluğu için aynı durum söz konusu değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında bir nebze olsun gelişmeler olsa da, dışarıda yeme kültürümüz uzun süre Avrupa’nın oldukça gerisinde kaldı. Peki neden? Ceylan Özge Kunduz ve Elif Yirmibeşoğlu’nun birlikte kaleme aldıkları Hesap Lütfen adlı kitap bu soruya yanıt arıyor ve Türkiye’de dışarıda yeme kültürüne dair bilgileri bizlere sunuyor.
Fransa’da restoran kültürü özellikle ihtilal sonrasında giderek yaygınlaştı. İhtilal öncesinde yavaş yavaş gelişen restoran kültürü monarşi sonrasında hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. Bunun monarşi ya da cumhuriyetle bir ilgisi yokmuş gibi görünebilir ancak monarşinin yıkılması ile sarayda görev alan dönemin en önemli aşçıları restoranların dönüşümünde etkili oldu.
Soyluların güç kaybettiği Avrupa’da ticaretle güçlenen burjuva belki soyluların gücüne sahip olamıyordu ancak statülerini göstermenin bir yolu daha vardı: restoranlar. Krallara sofralar hazırlayan aşçıların “krallara layık” sofrasına oturmaya başlayan burjuva kesimi böylece kendini gösterme fırsatı bulmuş oldu.
Diğer yandan Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Avrupa’da olduğu gibi bir sınıf anlayışı gelişmemişti. Elbette insanlar zaman zaman haklarını arıyordu ancak bu arayış Avrupa’daki boyutlara hiç ulaşmadı. Bu dönemde Osmanlı’da dışarda yemenin karşılığı pikniklerdi. Burada insanları birbirinden ayıran şey pikniklerde ne yedikleriydi. 1800’lerin sonlarına doğru ise bugün sıkça duyduğumuz kavramlardan biri insanların hayatına girdi: Millet Bahçesi. Bu alanların sahibi ise ekonomik seviyesi iyi olan kesimler oldu. Bu grubun Millet Bahçelerine yönelmesi ile mesire alanlarını orta ve alt ekonomik seviye insanların tercihleri haline getirdi.
Osmanlı’da restoran kültürünün gelişmemesinin nedenlerinden biri de böyle bir talep olmamasıydı. Sokak yiyecekleri vardı, yolcular için hanlar vardı ancak o kadar. Çünkü bildiğimiz anlamda restoranı talep edecek bir burjuva kesimi yoktu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile restoran kültürü yavaş da olsa gelişmeye başladı. Çünkü Avrupa’yı yakalamaya çalışan yeni devletin böyle bir ihtiyacı doğmuştu. Tek tük restoranlar olmasına rağmen Türkiye’de hala sokak yemekleri kültürü baskındı. Bu durum 1980’lerin sonuna kadar devam etti. Ülkenin dışa açılması ile birlikte Türkiye’yi kendine pazar olarak gören Mc Donalds, ilk şubelerini açmaya başladı. Mc Donalds’ın yayılma ve hizmet stratejisi Türkiye’deki yerli girişimlere de bir örnek oldu ve bu süreçte Bambi, Kızılkayalar, Marmaris Büfe gibi yerli zincirler gelişmeye, hatta pazarda ciddi anlamda söz sahibi olmaya başladı.
Dışarda yeme-içme kültürü cumhuriyetin ilk yıllarından 1990’lara kadar olan bölümde oldukça yavaş gelişse de 2000’li yıllarla birlikte tam tersi şekilde hızlı bir gelişim gösterdi ve bugün gelinen nokta ise malümunuz. Günümüzde dışarıda yemek sadece prestij değil, bir ihtiyaç. Çünkü yoğun çalışma şartları, daralan yaşam alanları derken artık dışarıdan yemek yeme insanlara cazip geliyor. Bir de bu kültür maalesef bizlere evlerimizde pek de mutlu olmadığımızı gösteriyor.