Haldun Taner Öykü Ödülü sahibi yazar Neslihan Önderoğlu son kitabı “Tuhaf Şeyler Oluyor Bay Tarantino” ile bizlere bir yandan keyifli bir okuma fırsatı sunarken diğer yandan bizleri sinema tarihinde kısa bir gezintiye çıkardı.
Kurguyla gerçeklik arasına sıkışan ve artık bunu ayırt edemeyen sinema öğrencisi Evren’in hikayesini anlatan Önderoğlu ile “Tuhaf Şeyler Oluyor Bay Tarantino” üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Kaleminize sağlık Neslihan Hanım, yine keyifle okuduk yazdıklarınızı. Peki sinemanın bilinen karakterlerini edebiyata taşıma fikri nasıl ortaya çıktı?
Teşekkür ederim. Benim niyetim sinema karakterlerini edebiyata taşımaktan ziyade sinema ile edebiyatın buluşacağı bir metin ortaya çıkarmaktı. Çünkü ben de romanımın kahramanı Evren gibi bir sinefilim ve yaşamım boyunca üzerimde iz bırakmış pek çok film ve film karakteri var. Bunların hepsine bir gönderme yapmak elbette imkansızdı ama konu ve kurgunun elverdiği ölçüde bunu yapmaya çalıştım.
Bu sorunun yanıtı kitabınızda var aslında ancak “Neden Tarantino?”
Evet kitapta var. Evren’in en sevdiği yönetmen o. Benim de en sevdiğim yönetmenlerden biri. Bir kere adam çok zeki bir adam, bunu kabul etmek gerek. İkincisi de yaptığı işler. Farklı filmler onunkiler. Bir Tarantino dokunuşu, gerçeküstü bir boyut, ironi hepsi çok iyi ve zekice harmanlanmış. Edebiyatta da sinemada da kendine özgü tarzı olan eser sahiplerini seviyorum.
Hayatın rutini içinde zaman zaman hepimiz gerçeklikten kopmak istiyoruz. Peki Evren’in kurguyla gerçeklik arasına sıkışmasının nedeni nedir? Ailesinin, özellikle de babasının onun üzerinde kurduğu baskı mı yoksa sadece Evren’in ‘kurguyla iç içe’ yaşayışının getirdiği bir patlama mı?
Baba baskısı değil herhalde. Çünkü bu ülkede yaşayan her genç kadar Evren de anne- babasının korumacı ve “ben her şeyi senden daha iyi bilirim”ci tavırlarından muzdarip. Bu anlamda bir sıkışmışlık var ama hangimiz bunu yaşamadık ki. Evren belki de bu sıkışmışlık duygusunu izlediği filmlerle aşabiliyor. Böylece başka hayatlara açılma yaşıyor.
Ana karakterin yanı sıra televizyonu satın almaya gelen Ricardo, taksici Travis gibi karakterler özellikle çok gerçekti. Bu karakterler nasıl ortaya çıktı? Gündelik hayatta insanları ‘özellikle’ gözlemler misiniz?
Evet iyi bir gözlemciyim. Bazen etrafımda hiç tanımadığım bir insana takılır, saatlerce onu gözleyebilirim. Örneğin bir restoranda arka masada ilgimi çeken bir konuşma olmuştur ya da sıra dışı bir şey, ben takılırım ona ve o andan itibaren hem kendi masamda hem de arkadayımdır. Biraz röntgencilik de denebilir galiba. Zaten sinema da böyle bir şey değil mi? Bir anlamda başka insanların hayatlarını röntgenliyoruz izleyici olarak.
En az öykü türünde olduğu kadar roman türünde de başarılı eserlere imza attınız. Mutlaka her iki türün de kendine has zorlukları ve güzellikleri vardır ancak size göre kısa yazmak mı yoksa uzun yazmak mı daha zor?
Öykü ve romanı birbiriyle karşılaştırmaktan hoşlanmıyorum. Ama evet ikisinin de kendine göre zorlukları ve güzellikleri var. İlle de bir tercih yapmam gerekirse öykünün daha zor bir tür olduğunu söyleyebilirim. Ne tuhaftır ki roman daha çok yazılmasına ve okunmasına rağmen özellikle ülkemizde iyi öykücü sayısı iyi romancı sayısından çok daha fazla.
Eserlerinize baktığımda hem sayı olarak hem de nitelik olarak oldukça üretken bir yazar olduğunuzu düşünüyorum. Peki hiç üretmekte zorlandığınız oluyor mu?
Olmaz mı? Şu anda öyle bir dönemdeyim örneğin. Kişisel hayattaki bazı sıkıntılar sizi bloke edebiliyor kimi zaman. Ama ben elimden geldiğince disiplinli yazma sürecini korumaya çalışıyorum. Her gün yazmak bunun reçetesi. Çoğu çöp olsa bile yazmayı sürdürmek.
Şu anda yeni bir romanla karşımızdasınız ancak yine de aklınızda bir çalışma vardır diye düşünüyorum. Paylaşmak ister misiniz?
Öyküyü özledim. Üstünde çalıştığım öyküler var. Ama aynı zamanda romana doğru giden bir metin de bekliyor. 2019 da yeni kitap yok, sonra da hangisi önce biterse.
Başarılı bir yazar olarak son dönemde Türkiye’de yayıncılığı ya da yayınlanan kitapları nasıl buluyorsunuz? Malum sosyal medyada bile kitap tartışır hale geldik.
Bu konuda fazla konuşmak istemiyorum. Pek çok yerde söyledim. Çok fazla kitap basılıyor. Gereğinden çok. Bu da bir kirliliğe neden oluyor. Yine de zaman diye bir takdir komisyonu var neyse ki. Zamana yenik düşmeyip gelecek kuşaklara kalanlar olacak, unutulup gidenler de.
Son olarak okurlarınıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Bu ay Milliyet Sanat’taki köşemde de yazdım. Yılbaşında kendim dahil herkese ama özellikle de çocuklara kitap hediye edeceğim. Başkalarına da bunu yapmalarını öneririm. Kitaplara her şeyden daha fazla ihtiyacımız var.