Ötüken Neşriyat yeni kitapları okurlarla buluşturmaya devam ediyor. Ziya Nur Aksun ve Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin “İslam Tarihi”, Belma Aksun’un “Yaşamayı Bilme Sanatı”, Suphi Saatçi’nin “Darağacında Sallanan Bayraklar”, Bahtiyar Aslan’ın “Kar ve Düğüm” ile Sinan Ateş’in “Türkiye’de Din Politikaları ve Din – Siyaset İlişkisi” kitapları Ötüken Neşriyat etiketiyle raflarda yerini aldı.
İslâm Tarihi – Hz. Peygamber’den Günümüze Kadar
İlk baskısı 1974’de, ikinci baskısı ise 1982’de tek cilt olarak yapılan eseri yayınevimiz yeniden ele alarak üc cilt halinde yayınlamıştır. Elinizdeki baskısıyla kitabın tek ciltlik eski düzenine dönülmüştür. İslam Tarihi, Filibeli Ahmet Hilmi ve Ziya Nur Aksun’un takriben yarım asır ara ile ama neredeyse müştereken denilebilecek tarzda kaleme aldıkları bir eserdir. Ziya Nur, Filibeli Şehbenderzâde Ahmet Hilmi’nin İslam Tarihi’ni sadeleştirerek, geniş bir şekilde şerh ederek ve gerekli gördüğü ilaveleri yaparak adeta yeniden yazmış ve neşretmiştir. Esere Filibeli hakkında etraflı tetkike dayanan bir biyografi de eklemiştir. Eser, usul bakımından emsallerinden farklı olduğu gibi, dini-siyasi cereyanları bugünkü nesillerin sorularına cevap verecek bir bilgi, özet ve muhakeme tarzıyla tebarüz ettirir. Dokusunu milli ve dini şuur, “dinimizin ve milletimizin bin dört yüz yıllık genetik sarmalının oluşturduğu bu hikemi telif; modern çağlara şahsiyetli bir yönelişi sağlamak gibi yüksek bir gaye ile kaleme almıştır. İslam Tarihi, hakikat arayıcılığını ilim ve imanın özü olarak değerlendirenlerin baş tâcı edecekleri cinsten bir eserdir. Bu eseri felsefe müderrisi Ahmed Hilmi ile, “fenâ fi’d-devle” mertebesine erişmiş Ziya Nur’un üslubundan okumak müstesna bir lezzettir.
Yaşamayı Bilme Sanatı – Görgü
“Ada vapuruna binmiş, inanılmaz bir karmaşa, itiş kakışla güverteye çıkıyorduk. Arkamdaki delikanlıların neredeyse sırtımdan atlayıp öne geçme telaşında olduklarını farkettim. Dehşet bir şeydi! Ellerinden gelse üzerimize basıp ezip, geçeceklerdi önümüze.
Bunlar o ataların torunları mıydı? Hani vapurdan inerken birbirlerine yol vermeleri yüzünden bir semte Beylerbeyi adının verilmesine sebep olan o beyfendi, saygı, nezaket, kibarlık âbidesi insanların ahfadından mıydılar gerçekten?
Sokakta, trende, tramvayda, parkta bahçede vb. hemen her yerde gözle görülür bir kabalık, vurdumduymazlık kol geziyor gibiydi… Pek kimse de bundan şikayetçi görünmüyor, kaba, nezaketsiz olduğunu fark etmiyor, harala gürele mutlu mesut yaşayıp duruyordu işte. Yani kimsenin “terbiyeli, nazik, kibar olayım, kendime bir çeki düzen vereyim” diye bir derdi yok gibiydi.
Oysa “makine için yağ ne kadar elzemse, toplum için de terbiye ve nezaket o kadar elzem”di.
Kim bilir, belki de kimi çocukların birden boy atıp serpiliverdikleri için ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını bilmedikleri gibi biz de pek kısacık bir sürede büyük değişim, dönüşüm geçirmiş, zenginleşip gelişivermiştik de onun hazımsızlığını, şaşkınlığını yaşadığımız, uyum zorluğu çektiğimiz bir geçiş dönemi geçiriyorduk?!”
İşte böyle bir dönemde “GÖRGÜ kitabı çıkartmak, akıntıya kürek çekmek olur. Neye yarar, kim alır okur ki?” demeyip Nasrettin Hoca’nın göle maya çalması misali, ilk baskısı 1980 yılında yayımlanmış “Yaşamayı Bilme Sanatı-GÖRGÜ” nin, yeni bölümler eklenip, yerli yabancı anektodlarla zenginleştirilerek yeni baştan kaleme alınmış baskısı bu kitap.
Sadece bir GÖRGÜ kitabı olarak değil, aynı zamanda akıcı üslubuyla zevkle, keyfle okunabilecek, sık sık başvurulabilecek bir başucu kitabı…
Darağacında Sallanan Bayraklar
Bu kitaptaki hikâyeler, bir toplumun maruz kaldığı baskı ve zulümleri, yaşadığı acıları ve haksızlıkları dile getirmektedir. Tamamen yaşanmış olan bu gerçek olaylar, görüleceği üzere bir toplumun yaşadığı insanlık dramını yansıtmaktadır.
Değişik zaman ve yerlerde yayınlanmış olan bu hikâyelerin aslı, yazılanlardan daha da acıklı ve ürkütücüdür. Olayların gerçeğini anlatabilmek ve aslını yansıtabilmek doğrusu kolay olmamaktadır. Yaşanan dramları bütün çarpıklığıyla sunabilmek için, olayların hikâye tarzında ele alınması tercih edilmiştir. Irak Türkmen toplumunun yaşadığı acıları anlatmak ve daha geniş kitlelere duyurmak, aydınların kaçınılmaz bir görevi sayılır. Bu görevin yerine getirilip getirilmediği hususu ise okuyucuların takdirine bırakılmıştır.
Kar ve Düğüm – Sessiz Hikayeler
“Gelip kördüğüm olduğumuz yer işte; bir bebeğin varlığını öperek vedalaşacağız tekilliğimizle. Başka yolu yok. Bu puslu ve soğuk geceyi seçişimizin – yıllar sonra hem de – bir anlamı olmalı. Puslu mu? Üşüyorum ve simsiyah bir şal olarak uzanan şefkatini sarılıyorum, dört yanımızda sağlam duvarlarla yükselen ispirto kokulu dünyanın ortasında gürültüyle ve dumana sığınarak, gürültünün ve dumanın örttüğü be varsa kutsayarak – ölmeden önce son bir kez tutabilirim ellerinden – ve tuhaf, renksiz bir din-ginliği – kimi zaman şarap kırmızısı, kimi zaman kan belki de – içerek ve saçlarının omuzundan dökülüşünün inceliğini bir kere daha hatırlayarak… Bu, aşkımızın ayini olmalıydı. Fakat…”
Türkiye’de Din Politikaları ve Din-Siyaset İlişkisi
Elinizdeki bu çalışma Osmanlı klasik dönemi din uygulamalarından Tanzimat dönemine, oradan da Cumhuriyet döneminde din – siyaset münasebetlerine bir göz atarak asıl vurguyu 1946 yılından 1960 darbesine kadar geçen süreçte ortaya çıkan laiklik tartışmaları ile bunu ortaya çıkaran din – siyaset münasebetlerini devrinin kaynakları ile isabetli bir şekilde ele almakta ve konuyu aydınlatmaktadır. Böylece geçmişten günümüze bu konudaki değişme ve gelişmeler konusunda bir altyapı sağlamaktadır. Eser günümüzde yeniden ortaya çıkan tartışmalara son verecek mahiyettedir. —Doç. Dr. Seyfi Yıldırım