Türkiye’nin ekonomik anlamda zor günler geçirdiği, buna bağlı olarak yayıncılık sektörünün de zor günler geçirdiği bu dönemde yeni bir yayınevi yayın hayatına başladı. Bu kısa sürede bizleri çok değerli kitaplarla buluşturan Ayrıksı Kitap’ın Genel Yayın Yönetmeni Özkan Özdem ile Ayrıksı Kitap ve yayıncılık üzerine söyleştik.
İsim konusunda Edip Cansever’in dizelerinden etkilendiğinizi belirtiyorsunuz. Yayınevinin isminin ortaya çıkışından bahseder misiniz?
Ayrıksı Kitap, kitap tutkunu bir ekibin işi. Ekipte birbirinden ayrıksı kişilikler var ama birbiriyle oldukça uyumlu çalışıyor. Bu işi de tutkuyla yapıyor. Ekibin ortak tutkularını bir araya getirdiğimizde aklımıza Edip Cansever’in “aykırıya, ayrıntıya, ayrıksıya, azınlığa tutkunuz” dizeleri geldi. Bizi, yayımlayacağımız kitapları, okur kitlemizi ve karakterimizi çok iyi açıklıyor.
Yayınevinin çizgisinden biraz bahseder misiniz? Ayrıksı Kitap’ın misyonu ne olacak?
Aslında yayınevi çizgisiyle ilgili bir sorunun cevabı hangi kategorilerde ve hangi kitleye hitap eden bir yayın listemiz olduğunu paylaşmayı gerektiriyor. Ama bu klasik bir tanımlama. Ayrıksı Kitap’ı klasik tanımlamalar içinde bulamazsınız. Bu yüzden çizgimizi yayımladığımız kitaplardan öte karakterimiz ve okurlarımız belirliyor. “Okumaya değer” bizim mottomuz çünkü okumaya değer veren bir yayıneviyiz ve okumaya değer veren okurlara hitap ediyoruz. Her kitabımız her okura hitap etmeyebilir ama yayınevimiz tüm ayrıksı kalpleredir. Okumaya değer veren bir karakterin doğalında kitaba, yazına, yaşama, doğaya, insana, sevdiklerine, hayvan dostlarına, adalete, iyi kalbe değer verdiğine inanıyoruz. Ayrıksı Kitap’ın misyonu işte okumaya değer veren bu kalpleri okumaya değer kitaplarla buluşturmak olacaktır. Bu anlamda pozitif ayrımcı bir yayıneviyiz ve bu yüzden her kitabımızın ilk sayfasında ayrıksı bir notumuz var. Bu notumuzda kimlerin bu kitabı okumaması gerektiğini söylüyoruz. Her kitap için ayrı bir notumuz var. Birinci kitabımızın notunda şöyle demiştik: Başkalarının ve başka canlıların düşünme ve yaşama özgürlüğüne değer vermeyen bu kitabı okumasın. Okumaya değer veren bir ayrıksı okuru aynı zamanda yaşamaya da değer verir. İkinci kitabımızda yeşile tutkuyla bakmasını bilmeyen, doğayı katleden okumasın dedik. Üçüncü kitabımızda avcılık sporu adı altında can alan okumasın dedik. Dördüncü kitabımızda ise kısa süreliğine de olsa araç içinde çocuklarını ya da hayvan dostlarını havasız ve kilitli bırakan okumasın dedik. Ayrıksı Kitap okurunu net bir şekilde çiziyoruz ve bu okurlarımız bizim çizgimiz.
Ülkede özellikle yayıncılık sektörü ciddi bir dar boğazda iken bir yayınevi kurma cesaretiniz takdire şayan bir hareket. Diğer yandan Türkiye’nin içinde bulunduğu bu durum gözünüzü korkutmuyor mu?
Yayıncılık sektörünün ciddi bir darboğazda olduğu doğru ancak kitaba ve okumaya olan sevgi ve ihtiyacın da gün geçtikçe arttığı da doğru. Ne yazık ki hâlâ kitap okuma temel ihtiyaçlardan biri olarak görülmüyor ama geçen yıllara göre kitabın ve kitap okumanın hayatımızdaki yeri daha da güçleniyor. Özellikle genç nüfus her ne kadar teknolojiyle anılsa da aynı genç nüfusun yayıncılık ve kitap dünyasıyla kurduğu bağ da oldukça sevindirici. Genç okurlarımız sevdiği yazarları yakından takip ediyor, kitap fuarları gençlerle renkleniyor ve sevdikleri kitapları tutkuyla okuyan geniş bir genç nesil de var. Her ne kadar Türkiye’nin genel ekonomik gidişatı gözümüzü korkutsa da yayıncılık sektörünün temel gücü olan okurların kitaba yaklaşımının değişmesi de bizim cesaretimizi körüklüyor.
İlk kitabınız Sen Çözemezsen Kant Çözer oldu, ardından ise Karnağız geldi. Sırada neler var? Bu yılın planlaması hazır mı?
Bu yılın planlaması hazır ve okurlarımızı okumaya değer güzel ve ayrıksı kitaplar bekliyor. Öncelikle İskandinav polisiyesinin kült bir serisi olan Martin Beck romanlarını yeniden okurlarla buluşturuyoruz. Bu seri polisiyede bir mihenk taşıdır ve sayısız polisiye yazarı bu seriden etkilenerek romanlarını yazmıştır. 1960 ve 1970’lerde yazılan bu seri ülkemizde çeşitli yayınevlerince basıldı ama uzun bir süredir baskısı yoktu. Özellikle genç kuşağımız bu seriden bihaber ve polisiye okurlarının bu hazineden mahrum kalmasını istemediğimiz için Ayrıksı Kitap bünyesinde bu kitapları yeniden okurlarla buluşturacağız.
Ayrıca bizarro yani uçuk yazın olarak adlandırdığımız türde kitap yayımlamaya da devam edeceğiz. Bu türün kült kitabı olan Carlton Mellick III’ün Satan Burger kitabını yayına hazırlıyoruz. Gerçekten uçuk ve farklı bir kitap. Dünya edebiyatında yeni yer edinen bu türü okurlarla tanıştıran temel kitap olarak anılan bu kitap tam da uçuk kafalara göre.
Yayın listemizde daha önceki kuşakların okuma fırsatını yakalayabildikleri ama daha sonra baskısı yapılmadığı için günümüz kuşağıyla tanışamayan bazı yazarları Ayrıksı Kitap bünyesinde yeniden yayımlayacağız. Örneğin Theodore Dreiser’in İnsanlık Suçu kitabı. Bu kitap 1925’lerde yazıldı ve 1970 yılında ilk kez sinemaya aktarıldı. Kitap zengin olma hayalini hayatının temeli yapan bir gencin hayal kırıklığını anlatıyor. Bu romanı üç ciltten oluşuyor. Birer ay arayla üç kitabı da, birçok klasik ve çağdaş romanı güzel Türkçesiyle dilimize kazandıran Nihal Yeğinobalı çevirisiyle yayımlayacağız.
Özellikle genel bilinen klasiklerin yanında tüm dünyayı etkilemiş, derin izler bırakmış ama günümüz okurlarıyla tanışma fırsatını bulamamış birçok romanımız olacak.
Kurgu dışı kitaplarımız da olacak. Bu derin kaygı çağında çocuk yetiştirmenin zorluklarından bahsedip ebeveynlere yardımcı olacak ipuçları veren Dr. John Duffy’nin kitabını yayımlayacağız. Ayrıca 2000’lerde yayımlandığında oldukça ilgi gören ve tüm dünyada büyük yankı uyandıran Naomi Klein’ın No Logo kitabını da tekrar okurlarımızla buluşturuyoruz. Naomi Klein servetlerine servet katan büyük markaların kirli iç dünyasını herkese açarak büyük bir yankı uyandırmıştı.
Tabii ki sadece bu kitaplarla sınırlı kalmayacağız. Farklı kategorilerde daha birçok farklı kitabın adresi Ayrıksı Kitap olacak.
Karnağız’ı tür olarak bizarro/uçuk yazın olarak sınıflandırıyorsunuz. Bizarro’yu yayıncısından dinlememiz mümkün müdür?
Bu tür dünya edebiyatında yeni yeni yer edinen bir tür. Kesinlikle her kafaya göre değil. Rahatsız edici, şaşırtıcı, yaratıcı, düşündürücü, absürt, gıcık ve kesinlikle saçma. Burada “saçma” ifadesine olumsuz bir anlam yüklenmiyor. Tam tersine kucak açılıyor. Şöyle düşünün; etrafınıza yani hayatın kendisine baktığınızda, bir sürü saçmalık buluyorsunuz ama bunların saçma olduğunu dile getiremiyorsunuz rahat rahat. Ancak bu tür oldukça dürüst. Saçma yani uçuk olanı gözümüze sokuyor. Çok rahat bir tür, hiçbir otoriteye dert anlatma derdi yok. Olduğu gibi, samimi. Absürt olanı absürtlüğüyle kabul ediyor, kabul etmediğini de absürt bir hale sokarak yapıyor. Bu türün yelpazesi de çok geniş. Kendine bilim kurguda, fantazyada, distopyada, tarihte, felsefede, polisiyede, sanatta yani her yerde absürt bir konum edinebiliyor.
Sen Çözemezsen Kant Çözer kitabı felsefenin hayatın kendisi olduğunu güzel örneklerle anlatıyor. Bana göre felsefeden faydalanmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Peki Ayrıksı Kitap olarak okura iyi kitaplar okutmanın dışında fayda sağlamak gibi bir fikriniz mi var yoksa bu tek kitaplık bir durum mu?
Dünyada her şey inanılmaz bir hız kazandı; maddi şeylerin yanında duygular ve deneyimler de hızlı bir şekilde şekil değiştiriyor, eriyor, katılaşıyor, buharlaşıyor, sınırların dışına çıkıyor. Bu hızlı dünya doğal olarak insanı çok yoruyor, bu yüzden yaptıklarımıza, yapıyor olduklarımıza ve yapacaklarımıza hâkim olabilmek için bir yardıma ihtiyaç duyuyoruz. Son yıllarda İngilizcede “book theraphy” olarak adlandırılan terapilere yönelimler arttı. Yani sorunlarımızla ve hayatımızla yüzleşmek için kitaplardan, yazarlardan ve düşünürlerden yardım alıyoruz. Kitaplarda, romanlarda bizimle aynı kaygıyı, korkuyu, sevinci, hayal kırıklığını paylaşan karakterler var. Bu karakterlerin nasıl baş edebildiğini görmek insana güç veriyor. Kendinize dışarıdan bakabiliyorsunuz ve hayata dair farklı açılar kazanıyorsunuz. Bu nedenle ilk kitabımızın ayrıksı türü, ‘Bana öyle bir kitap verin ki hayata başka bakayım’ oldu. Bu ayrıksı tür içinde yayımlanan kitaplar hayata başka bir açıdan bakmamızı sağlayacak ve bizlere yeni bir pencere açacak.
İlk kitaplarınızda yabancı yazarlara ait eserleri Türkçeye kazandırdınız. Peki Türkiyeli yazarlarla çalışacak mısınız?
Ayrıksı Kitap’ın listesinde yerli yazarlarımız da olacak elbette. Özellikle yabancı yazarlara yönelimimiz yok. Ancak yayımlayacağımız eserleri kararlaştırırken kararımızı belirleyen tek bir nokta var: oybirliği yani karar birliği. Yayın Kurulu’muz genel yayın yönetmeni, başeditör, editör, satış sorumlusu, pazarlama sorumlusu ve üretim sorumlusundan oluşuyor. Yani pozisyon itibariyle birbirinden ayrıksı düşünceler var. Bu anlamda değerlendirmeye birçok nokta katılıyor ve eserin Ayrıksı Kitap bünyesinde yayımlanması için oybirliği sağlanmak zorunda. Özellikle yerli yazarlarımızdan çok sayıda eser başvurusu alıyoruz. Hepsini değerlendirmeye alıyoruz. Ancak bu zamana kadar oybirliğini alan bir eser çıkmadı. Genel Yayın Yönetmeni olarak benim beğendiğim eserler oldu. Oldukça nitelikli eserler de geldi ama Ayrıksı karar birliğini alamadı. Yayınevimiz daha yeni bir yayınevi, ancak imkânlarımız büyüdükçe Ayrıksı Kitap bünyesinde yayımlanacak eserlerin seçiminde oyçokluğuna geçeceğiz elbette. Oybirliği ya da oyçokluğu olsa da karar verme sürecimiz aslında esere inanan Yayın Kurulu üyesi ya da üyelerinin diğer üyeleri ikna becerisine, esere dönük coşkusuna, inancına bağlı. Yayın Kurulu’nu oluşturan tüm üyeler kitap tutkunu. Kitap okuyan, kitap okumaya değer veren bir bileşim. Bu değerlendirmelerde elbette öncelikle eserin niteliği, kitlesi, anlatımı, yazarın özgünlüğü, yaratıcılığı ve üreticiliği değerlendirmeden geçiyor. Ben de kişisel olarak Yayın Kurulu’ndaki tüm üyelerin büyük bir keyif ve coşkuyla yerli bir yazarımızı ve eserini Ayrıksı Kitap’a katacak kararı vermesini sabırsızlıkla bekliyorum.
Yeni bir yayıncı olarak ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Bu yönde bir gelecek planlayanlara tavsiyeleriniz var mı?
Bir türlü kurumsallaşamayan yayıncılık dünyasında yeni bir yayıncı olmak çok zor. Öncelikle maliyetler geçmiş yıllara oranla ciddi oranda arttı ve bu maliyetlere kitabın etiketine yansıtmak kolay değil çünkü alım gücü de zayıf. Üretimi bir şekilde halletseniz bu sefer önünüze dağıtım sorunu çıkıyor. Yeni bir yayınevi olduğunuzdan dağıtımcılar size sıcak yaklaşmıyor. 1-2 kitabınıza cari açmak istemezler. Zaten her kitabı da almıyorlar. Artık dağıtımcı da yok diyebiliriz çünkü genelde tedarikçi olarak faaliyet yürütüyorlar. Yani onlara sipariş gelmeden hiçbir kitabınızı sizden istemiyor. Diyelim ki bir satış kanalından 5 kitap sipariş aldı, sizden tam olarak 5 adet kitabınızı alacaktır. Hiçbir şekilde stok tutmuyorlar. Hadi bir şekilde dağıtımı aştınız, bu sefer bir bakıyorsunuz ki kitapçı yok. Olan kitapçılar da yeni bir yayınevi olduğunuzdan pek sıcak karşılamıyor sizleri. Onlar da 1-2 kitaba cari açmak istemiyor. En az 15-20 kitabınızın olması gerektiği söyleniyor. Gelelim ödemeye, yeni bir yayıncıysanız ödemeyi uzun bir süre unutun. Zaten satıştan ödeme yapıldığından ve ortalama olarak satıştan sonra 4-7 ay arasında ödeme yapılıyor. Doğalında büyük bir ikilemle karşı karşıyasınız. Çok iyi kitaplar yayımlamak, kitap dünyasına yatırım yapmak, kitaplarınızın okurlara ulaşmasını istiyorsunuz ama hiçbir yer size kapısını açmıyor. Öncelikle büyük bir yayınevi olmalısınız. Nasıl olacaksınız, kitapçılar, dağıtımcılar sizin kitabınızı almazsa? Geriye kendinizi okurlara duyurabileceğiniz tek yer kalıyor; sosyal medya. Sosyal medyada kurumsal bir yer kazanmaya çalışıyorsunuz ve başarıyorsunuz da. Bir sürü beğeni, paylaşım alıyorsunuz ama kitabınız okurlara ulaştı mı peki? Nasıl ulaşsın, nereden alacaklar ki? Tabii ki çevrimiçi kitap mağazalarından. Çevrimiçi kitap mağazaları dağıtımcılarla çalışıyor. O gün bir çevrimiçi mağazadan sipariş geldi diyelim, dağıtımcıya o bir adedi teslim etmeniz gerekiyor. Kargo kullanmak zorundasınız, eyvah, yeni bir işletmesiniz. Bu yüzden sizinle anlaşmaya yanaşan kargo firması yok. Peki bu ne demek? Kitabınızı etiket fiyatından daha pahalı dağıtımcıya gönderiyorsunuz. Bu anlattıklarım ütopik ya da komik gelebilir ama ne yazık ki yeni yayıncılar için süreç böyle yürüyor. Doğalında biz de böyle bir süreçten geçiyoruz. Şimdilik tek yapabildiğimiz keyifle hazırladığımız kitaplarımızın ayrıksı okurlarımızla buluşmasını sağlamak için elimizden gelenin en iyisini yapmak. Elimizden gelenin en iyisi ne mi? Pes etmemek ve okumaya değer kitaplar yayımlamaya devam etmek.
Kısaca Türkiye’de yayıncılığı değerlendirmenizi istesek?
Gerçekten kısaca size şunu söyleyebilirim: Welcome to Vietnam! Siz her ne kadar sabahın erken saatinde radyo başında Goood Morning Vietnam! deseniz de, dışarıda başka bir Vietnam var. Yani kitap dünyasının bir günaydın kapısı var, bir de yangın yeri bir kapısı var. Günaydın kapısında; heyecanlı yazarlar, çevirdikleri kitaplardan bahsederken gözleri parlayan çevirmenler, baskıya hazırladığı kitabı özgeçmişine gururla yazan editörler, kitap kokusunu bir kere içine çektiği için baskı işini bırakamadığını söyleyen matbaacılar, yeni kitapları keyifle raflara dizen kitapçılar, kitap fuarlarında sevdikleri yazarın imza kuyruğuna girmek için erkenden yer tutan okurlar, cicili biçili mottoları olan yayıncılar, beğendiği yazarın her kitabını takip eden yazar adayları var. “Ne kadar da zengin bir dili var!” “Postmodern bir anlatım!” “Mültecilerin de bir edebiyatı var.” “Şiire yeniden itibar kazandırmak gerekiyor.” Tartışmalar, temenniler, gözlemler. Entelektüel bir dünya. Burada ticaretin t’sini hissetmiyorsunuz. Rakamlar yok, ayrıcalıklar yok, vergiler yok, maksimum verim yok, iltimaslar yok. Peki bakalım Vietnam’da ne oluyor? Kitap bir kere kitap değil. O bir ürün, hatta mal. Yani piyasası değerini belirliyor. Peki yazar? Ah, o bir üretici, imalatçı. Piyasa ne istiyorsa onu üretiyor. Yayınevi? Malı satışa ya da tüketime hazır hale getiren müteahhit diyebiliriz aslında. Türkiye’nin şu an temel yatırım alanı binalar, betonlar olduğuna göre sanırım müteahhit tanımını bilmeyen yoktur. Sonra son ütücü var, duydunuz mu hiç? İşte o matbaa. Son ütücüden çıkan malı okura, pardon tüketiciye ulaştıranlar ise dağıtımcılar ve kitapçılar yani tedarikçiler. Kitabın, yazarın, okurun buluştuğu kitap fuarları var ya, yani günaydın Vietnam kapısında, şimdi onun bir de dış kapısı var. Orası artık tüketicilerin ucuz kitap almak için gittiği, kitaplar üzerinden pazarlık yaptığı, kitabın sayfa sayısına göre fiyatının yüksek olup olmadığına karar verdiği, müteahhitlerin batan geminin malları bunlar edasıyla kasasına sıcak para oturtabildiği tek yer fuarlar. Peki Türkiye’de bu gerçekliğin içerisinde yayıncılığın tablosu nasıl? Sırayla gidelim; kendini geliştirmekten kaçınan, kendi yazdığı kitap dışında hiçbir kitabı tam okumayan, gelmiş geçmiş tüm yazarlardan daha iyi yazdığını düşünen, kendi yazdıklarına delicesine âşık ya da müzisyenlik, futbolculuk, mankenlik, oyunculuk gibi tüm popüler kariyerlerde yükselişini tamamladıktan sonra bir de kitabım olsun, tam olsun diyen bir yazarlar topluluğu; inşaat işinden kazandığı parayla yayıncılık işine girmiş ve yayıncılığı bir inşaatçı edasıyla yürütmeye yeminli patronunun söylediği kitapları editleyen, çevirisini yaptıran, kitabının noktasına dokundurtmayan yazarların kitabını yayına hazırlayan bir editörler topluluğu; geldi mi bizim mallar noktasından öteye geçemeyen, okura anlatmaya çalıştığı kitabı okumayan, okumak da istemeyen satış ve pazarlamacılar topluluğu; yazarının, editörünün, çevirmeninin lokmasında gözü olan varyemez yayınevi sahipleri ve erkek egemen ırkçı ve cinsiyetçi bir kitap okuduğu düşünülen ama kitaba tarih öncesi homo sapiens kadar uzak topluluk… Kitabın nasıl bir kitap olduğunu sormaktan imtina edip benim payım ne diye soran, filmi çekiliyor mu diye merak eden, sosyal medyadaki takipçi sayısını takip eden dağıtımcı ve kitapçılar topluluğu. Doğalında kurumsallaşamayan, kendini geliştiremeyen, kendini üretemeyen bir topluluk. Yayıncılığın iki ucu var. Biri kültür yani entelektüel ucu biri de ticari ucu. Geçmişlerde bu uç ya dengeli olurdu ya da entelektüel ucu biraz daha keskin olurdu. Şimdilerde kültür ucu silgili kalemin silgisi kadar kaldı. Gerisi kalem. Yayıncılık bu iki ucun dengesi sayesinde gelişir. Bu denge de Türkiye’de maalesef yok.
Son olarak okurlara bir mesajınız var mı?
Kitaba, okumaya sahip çıkın!