Neredeyse hepimiz ne yapıyorsak olalım kulağımızda bir ses dolanıyor. Şahsen ben çalışırken podcast dinlemeyi tercih ediyorum ve hem bir arkadaşımın sesini duyduğum için, hem edebiyat konuşulduğu için, hem de Andaç ve Berna’nın sohbeti samimi geldiği için Ahbab-ı Literatür’ü yakından takip ediyorum.
Onlar ele aldıkları konuyu konuşurken, yaptıkları işin samimiyetini anlıyorsunuz. Konunun sıkıcı bir düzlemde geçmeyeceğini de biliyorsunuz.
Kısa sürede bana göre başarılı bir işe imza attılar ve yakın zamanda Kayıp Rıhtım’un Yılın EN’leri anketinde en iyi podcast dalında aday gösterildiler.
Ahbab-ı Literatür’ün ikilisi Andaç Üzel ve Berna Ece Gündüz ile podcast, kitaplar ve edebiyat üzerine konuştuk.
Öncelikle kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Andaç: 30 yaşındayım. Hayatımın büyük kısmında hayal ettiğim işleri yapmaya çabaladım. İletişim fakültesi mezunuyum. Sonra 4 sene dijital medyanın en popüler kuruluşlarında çalıştım. Editörlük ve içerik yöneticiliği yaptım. Daha sonra da biraz dijital pazarlamayla ilgilenmek isteyip kariyerimi değiştirdim. Ama bu arada kişisel anlamda içerik üretmeye devam ettim. Podcastler ve videolar kaydedip yayınladım. Bunu yapmaya da devam ediyorum. Ahbab-ı Literatür de bu çalışmalar içinde en sevdiğim iş.
Berna: Ben Berna, dilerseniz Ece de diyebilirsiniz ama çoğunlukla Berna ismimi kullanıyorum. Ponçik lakabımla da seslenebilirsiniz (uzun hikaye). İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Geekyapar’da üç buçuk yıl kadar bolca içerik ürettim, hem sitede yazarlık hem de Youtube kanalında videolar olarak. Mezun olduğumdan beri freelance olarak çevirmenlik ve editörlük yapıyorum, bir de kendi naçizane minik bir kanalım var, oraya elimden geldiğince içerik atmaya çalışıyorum. 2021 Mart’ından beri İthaki Yayınları için çalışıyorum. Andaç ile birlikte 2021’in Ocak’ında başladık Ahbab-ı Literatür’ü üretmeye. O zamandan beri mikrofon başına geçip entelektüel açıdan geyik döndürüyoruz (ya da öteki atıyla edebiyat dedikodusu yapıyoruz).
Ahbab-ı Literatür nasıl ortaya çıktı?
Berna: Aslında öyle havalı bir hikâyesi yok bunun. İlk olarak UzayZuhal’in kanalında tanımıştım Andaç’ı, bir de Kalk Gel etkinliği hakkında yazmış olduğu haberle dikkatimi çekmişti kendisi. Bir süredir de tanışıyor ve bayağı sık sık konuşuyorduk. Discord’da muhabbetlerimiz çok olurdu arkadaş grubumuzla, bir aralar çok uğrayamadığı için özler olduk Andaç’ı. Bir gün aramıza gelince öylesine “ya Andaç ben seninle podcast yapmak istiyorum, çok güzel olur bence” deyiverdim. Ciddiye alacağını falan hiç düşünmemiştim, çünkü insanların benimle içerik üretmeye hevesli olacağını pek sanmıyordum. Ama o gün bugündür Andaç peşini bırakmadı ve cidden de o öylesine söylediğim cümlenin hakkını vereceğimiz bir projeye tamam dedi. Geri kalanı da malumunuz, bir senedir düzenli olarak podcast bölümleri kayıt alıyoruz işte.
Andaç: Berna çok güzel anlattı bunu. Ekleyeceğim bir şey yok galiba. Berna benim Geekyapar zamanlarında da hayranlıkla izlediğim, takip ettiğim biriydi. Sonradan tanışmak çok mutlu etmişti. Onunla böyle bir iş yapmak gurur verici.
Yayında belirlediğiniz konuyu değerlendiriyorsunuz. Mutlaka sizin fikirlerinize katılmayan dinleyicileriniz de oluyordur. Elbette edebiyat ile ilgilenen kitle genellikle davranışlarında daha ölçülü oluyor ancak böyle bir durumda nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Berna: İşin ilginç tarafı, henüz o kadar da olumsuz veya sert denecek türden bir tepki almadık. Henüz. Belki de oralarda bir yerlerde bizi dinleyenler kendi kendilerine söylenip “Ya bunlar da ne boş konuşuyor ha!” falan diyordur mutlaka. Ama bize dönen dinleyici sayısı çok az nedense, çok sessiz bir kitlemiz var. Kendilerini belli etmeden, usul usul dinliyorlar bizi. İletişime geçenler de “şunu da konuşsanız tatlı olur” gibisinden konuşuyor. Valla nazar değmesin, henüz linç yemedik şükür.
Andaç: Mühendislere bir iki kere şakayla karışık laf soktum. Her seferinde Twitter’dan direkt mesajla kulağımı çektiler. Barıştık sonra mühendislerle. Mühendislerin de severek dinlediği bir edebiyat podcasti olduk sonra.
Konuyu belirlerken, neye dikkat ediyorsunuz?
Berna: Genel olarak edebiyat ile bir bağlantısı olmasına dikkat ediyoruz. Çok alakasız bir şeyler de konuşuyor olabiliyoruz, mesela oyunlardan bahsettiğimiz bölüm gibi. Ama ne yapıp edip onu edebiyata bağlamanın bir yolu oluyor ve biz de bunu yapıyoruz. Zaten aşağı yukarı her konu, edebiyata açılıyor. Çok zorlamaya gerek kalmıyor bizim için. Edebiyat hayatımızın her alanında var olan bir şey aslında, kimse farkında değil. Son olarak da o hafta ne konuşmak istersek onu konuşuyoruz. Konuları liste olarak yazdığım bir not defterim var, her hafta onu açıp hangisini konuşsak diye tartışıp öyle karar veriyoruz konumuza. Eğer çok özel bir hafta ya da güncel bir konu değilse genelde bu taktiği kullanıyoruz.
Andaç: Edebiyata dokunmak istiyoruz. Onun dışında da aslında konuşmak istediğimiz şeyler dışında hiçbir şeyi “Bu konu popüler, bunu kesin konuşalım” diye listeye almıyoruz. Böyle bir derdimiz hiç olmadı. Konuyu belirlerken, üzerine ne kadar keyifle ve dolu dolu konuşabileceğimize bakıyoruz. Aksi halde o süzgeçten geçmiyor, bir şekilde takılıp kalıyor. Galiba o yüzden, şu ana kadar hiçbir bölümümüzde “Bu içime sinmedi benim” demedim. Berna’ya soru sorup cevap almayı çok seviyorum. Bildiğini, kusursuz bir şekilde aktarıyor. Çok gerçek, duygularını gizlemiyor anlatırken. Bu sayede, bölümler dinamik kalıyor.
Türkiye’de podcast’e ilgi son yıllarda iyice arttı. Bana göre ülke olarak karşındakini dinleme noktasında pek iyi değiliz ancak podcast dinlemek izlemekten daha popüler hale gelmeye başladı. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Berna: Modern hayatın koşuşturmacasında yeni bir kaçış dünyası gibi görüyorum şahsen. Dizi, film veya video izlemek bile zaman kaybı gibi gelmeye başladı insanlara nedense. Normalde aynı anda birden fazla iş yapan bir insan değilimdir ben ama “her şeye yetişmek, her şeyden haberi olmak” denilen illet bir olgu oluştu ve ilginç bir şekilde kimse bunu konuşup etmeden ortaklaşa kabul etti, öyle Allah ne verdiyse gidiyoruz yani. Yürüyüşe çıktığımda, kahvaltı ederken, bir iş yaparken vb. gibi anlarda çok güzel gidiyor. İnsanların görüntüsü yerine seslerini huzur verici olarak kodlayalı uzun zaman oluyor benim için. Zorlu bir dönemden geçerken de yegâne dostlarımdan biriydi podcastler. Bir yandan rahatlamak için boyama yaparken bir yandan da benim için güvenilir olan sesleri dinlemek çok iyi geliyordu. Öyle televizyon arkada ses olsun diye açmaya benzemiyor, dolu ve eğlenceli bir içerikle yalnızlığımı gideriyorum podcastler sayesinde.
Andaç: Podcastler bir noktada radyo programlarının işlevini gördü. Hatta, eski bir radyocu olarak söylemem lazım sanırım bunu… Podcast, dünyada radyoyu yendi. Türkiye’de de yenmesi için biraz daha zamana ihtiyacı var. Ben benimle konuşulmasını, bana bir şey anlatılmasını ve duyduklarımdan öğrenmeyi çok severim. Podcast benim için bu boşluğu müthiş dolduran bir şey. Öte yandan, kitlesel olarak baktığımda da, karşındakini dinlemeyi sevmeyen ama bilgiye de kolay yoldan ve konsantre hale getirilmiş bir şekilde ulaşmak isteyen insanlar çoğunlukta. Eh, 10 dakikalık bir podcast’in her bölümüne dünya kadar bilgi sığdırılabiliyor. Öte yandan, galiba insanlar bizim kadar yalnız ya… Eşlik edecek birilerine ihtiyacımız var.
Kayıp Rıhtım’ın okur anketinde yılın en iyi podcast programına aday gösterildiniz. Yaptığınız ‘işin’ bu kadar kısa sürede bu noktaya gelmesini bekliyor muydunuz?
Berna: Dürüst olmak gerekirse, hayır beklemiyordum. Yaptığımız işin bu kadar çabuk sevileceğini düşünmemiştim. Çünkü bakınca edebiyat teması, ilk bakışta birkaç kişiyi eliyor bile. Her zaman goygoyla geçmiyor bölümlerimiz, ciddileştiğimiz ya da kürek kürek bilgi fırlattığımız noktalar oluyor. Bu herkese hitap eden bir şey olmayabilir. Dinleyiciler daha rahat, bilgi bombardımanı olmayan, biraz da kafalarını boşaltacak türden bir şey arıyor olabilirler. Bu yüzden bu kadar kısa sürede böylesine bir onurlandırılmayı hiç beklemiyordum (zira beraber aday gösterildiğimiz diğer podcastler de severek dinlediğimiz ve hayranlık beslediğimiz işler, onlarla aynı görülmek çok büyük bir sürpriz). Ama Andaç’a sorarsanız Andaç çok büyük düşünüyor. Podcastin şimdiden gelecek beş yılını falan planlamış bile olabilir. Radyoculuk geçmişi olduğundan dolayı neyin tutup neyin tutmayacağından da az çok anlıyor naçizane. Ben sadece konuşmayı seven biriyim, sesimizin birilerinin bu kadar hoşuna gideceğini hiç sanmazdım şahsen.
Andaç: Fazla hayal kuran bir adamım ben. Hayallerle planlar birbirine giriyor bazen. Berna’nın söylediği şey doğru o yüzden. Gelecek beş yılın değilse bile başladığımızda ilk bir yılın hayallerini kurmuştum. Bu hayallere uygun olarak, podcast dinlenebilecek her yere ulaştırdık önce Ahbab-ı Literatür’ü. Ana akım olanların dışında, Türkiye’nin popüler uygulamalarına da girdik. Bunlardan biri Turkcell Dergilik. Oradan çok sevindiğimiz bir tanıtım çıktı mesela… Ahbab-ı Literatür bir şekilde, birkaç ay içinde edebiyat blogları tarafından takip edilmeye ve önerilmeye başlayan bir podcast oldu sonra. Ben ödül ve adaylık olaylarına 2022’de başlarız sanıyordum. Kayıp Rıhtım mükemmel bir sürpriz yaptı… İnanılmaz bir gurur bu. Adaylık yetti bize, o gece zor uyudum heyecandan!
Edebiyat konusunda dijital bir içerik üretici olarak, matbu yayınların, dijital kitapları ve sesli kitapları nasıl değerlendiriyorsunuz? Dijital kitaplar tahmin edilen noktaya gelemedi ancak sesli kitaba ilgi oldukça fazla.
Berna: Podcastlerin tercih edilmesindeki “bir iş yaparken diğerini de yapayım” muhabbetinden dolayı sesli kitapların da popülerleştiğini düşünüyorum şahsen. Ama benim için her zaman matbu kitapları okumaktan çok daha meşakkatli bir iş sesli kitap dünyası. O kelimeleri ve cümleleri bir bütün olarak görmem gerekiyor, yoksa kendimi veremiyorum. Düşüncelerimde kaybolup gidiyorum sesli kitap dinlerken. Bir de matbu ve dijital yayınlar var tabii. Matbu yayınların yerini hiçbir şey tutamaz bence ama koşturmacada daha kolay olsun diye dijital olarak tükettiğim eserler de çok. Özellikle döviz dolayısıyla İngilizce kitapları basılı halde almak daha da zorlaşmışken, e-kitap formatı o alanda benim kurtarıcım oldu. Hem kitaplarım yamuldu mu, zarar gördü mü diye düşünmek zorunda kalmıyorum hem de sürekli sözlük kullanmam gerektiği zaman sürekli telefonla kitap arasında gidip gelmek zorunda kalmıyorum. Bazen teknoloji işe yarıyor. Ama tabii ki de “o kitap sayfalarını hissedeceksin kardeşim”cilerden olarak matbu yayınların hastasıyım.
Andaç: Sesli kitap ve e-kitap benim sık sık tükettiğim iki format. Sesli kitap sayesinde bitirmek istediğim kitapları daha hızlı bitirdim. Kindle sayesinde özellikle İngilizce eserleri daha hızlı ve normalde döviz kuru nedeniyle erişemeyeceğim baskılardan okuyabilme fırsatı buldum, parasını ödeyerek. Bu çok kıymetli. Ancak odamda hala beslemeye devam ettiğim büyükçe bir kitaplığım var. Fiziksel olan şeylerin kolay kolay yok olmayacağını düşünüyorum. Günümüzde yayınevleri ve çalışanları zor dönemlerden geçiyor. Kağıt pahalı, hayat genel olarak pahalı. Kitap fiyatları son kullanıcı için yüksek kalmaya başladı. Herkes, okuyucu dahil herkes, fedakarlık yapmaya çalışıyor. Zor dönemler…
Ahbab-ı Literatür ekibi kitabını nereden alır? Dijital platformları mı yoksa kitabevlerini tercih ediyorsunuz?
Berna: Kütüphane dizme kültürüne hep özenmiş biri olarak alabildiğim her şeyi basılı almaya çalışıyorum şahsen. Hala okumadığım ama aldığım için mutlu olduğum ve baktıkça heveslendiğim bir sürü kitabım var mesela. Tsundoku hastalığı mı ne deniyor hatta buna. Ama özellikle İngilizce bir şey okuyacaksam dijital olarak edinmeyi tercih ediyorum. Çizgi romanlarımı da genelde dijital olarak okuyorum, tablette veya telefonda bir dolu çizgi romanım olur, hiçbir şeyim yoksa yanımda onları okurum. O açıdan kolaylık sağlıyor dijital platformlar. Ben her ikisine de tamamım ama kalbimin asıl sahibi matbu yayınlar tabii.
Andaç: İkisini de yapıyorum ben. Dışardaysam ve o an aklımda bir kitap varsa gider bir kitapçıya, tek kitap almam gerekirken küfelik olur çıkarım. Evden o sıralar çıkmayı düşünmüyorsam da hızlanan kargo süreçlerinin meyvesini yemeyi tercih ediyorum. Aldığım yeni kitapları Instagram hikayelerimde paylaşmak, insanlara neler okuduklarını sormak, kitaplarla ilgili fikirlerini almak da en sevdiğim şeylerden.
Tek uğraşınızın Ahbab-ı Literatür olmadığını biliyoruz. Sıradan bir gününüz nasıl geçiyor?
Berna: Aslında çok sıradışı bir rutinim yok benim. Ofis çalışanı olmadığım için işlerimi evde, bilgisayardan hallediyorum. Günümün bir kısmı redaksiyon yapmakla geçiyor sürekli. Kedi nereleri karıştırdı, ne yaptı diye sürekli kolaçan etmek dışında bir de yayın izliyor ve eğer arkadaşlarım Discord’daysa onlarla laflamak için oraya uğruyorum, oyun oynarken konuşmak hoş oluyor. Film veya dizi izleyeceksem genelde yatmadan önce yapıyorum ama değişebiliyor tabii. Çok fazla bilgisayar başında oturmaktan bunalıp bazen evi turlayıp kedimi ya da annemi rahatsız ettiğim de oluyor. Bir iki mıncırma sonrası işime dönüyorum. Ama genelde uyuyarak geçiyor günüm, yalan yok. Güzellik (!) uykum fazla uzun sürüyor benim, günümün yarısı uyumakla geçiyor. Beni okula ya da dışarıya sürükleyecek bir güç olmadığı için mezuniyetimden beri tembelliğim arttı.
Andaç: Sabah dokuzdan akşam altıya kadar mesaim var benim. Altı sonrası, enerjim varsa yine bir şeyler üretmeye çalışıyorum. Eğer enerjim yoksa ya bir şeyler okuyor ya da salondaki üçlü koltukta karşımdaki televizyonda neyin açık olduğunu bile anlamadan öylece ekrana bakıyorum. Onun dışında oyun oynuyorum. Tiyatro, sinema,, konser, sergi işlerini de hafta sonlarına yığıyorum.
Neler okuyorsunuz, dinliyorsunuz ve izliyorsunuz?
Berna: İthaki’de işe girdiğimden beri kendi seçtiğim şeyleri okuma sayım azaldı. Daha çok gelen işleri okuyorum. Redaksiyon ve çeviri derken daha çıkmamış bir kitabı ilk okuyor olmak benim çocukluk hayalimdi, şu an onu yaşıyorum, o sebeple şikâyetçi değilim ama mesleki deformasyon olarak sonrasında çok da okumaya halim kalmıyor tabii. Redaksiyon yaparken dinlediğim sözsüz müzikler dışında bulduğum fırsatlarda Spotify listelerimle sarılıyoruz. Özellikle son birkaç aydır Tick Tick Boom filmi ve Hamilton müzikali sebebiyle (iflah olmaz bir müzikal hastasıyımdır) ikisinin müziklerini çok sık dinliyorum, muhtemelen Spotify’ın sene sonu sunduğu özette en çok bunları göreceğim. Takipçilerim ve arkadaşlarım zaten bıkmış durumda bu aşkımdan ama Tick Tick Boom’u geçen sene izlediğimden beri Andrew Garfield’a ağır hayran olduğum için şu sıralar onun yer aldığı filmleri izliyorum. Kendime 2022 amacı olarak bunu koydum, Andrew Garfield filmografisini bitireceğim. Normalde çok film insanı değilimdir, diziler daha kısa olduğu için daha işime geliyor ama bu sıralar atak yaparak izlediğim filmler dışında Marvel dizileri falan izliyorum, genelde geek işlerden devam ediyorum. Şu an radarımda Book of Boba Fett var ama geçen senenin son birkaç ayıyla birlikte şöyle bir baktığımda izlediklerim şunlar olmuş: Buffy the Vampire Slayer, Doctor Who, Attack on Titan, Sex Education, Invincible, Sweet Tooth, The Handmaid’s Tale, Brooklyn Nine Nine, Fullmetal Alchemist Brotherhood vb.
Andaç: Bu aralar feci derecede Uzakdoğu edebiyatı takıntım var. Kobo Abe’nin Başkasının Yüzü romanını okumamla başladı. Gittiğim her yerde en az bir kez Uzakdoğu edebiyatı övüyorum. Onun dışında, elime geçen her şeyi okumaya çalışıyorum. Merak ettiğim bir yazarı keşfetmek en büyük mutluluklardan biri. Dizi konusunda iyi değilim. Sitcom ve mini dizi izleyebiliyorum. Brooklyn Nine Nine dedi Berna, bayılırım! Office, Fleabag ve IT Crowd da favorilerim. Fenerbahçe ve Liverpool’un maçlarını izliyorum bir de. Andreas Ottensamer’in Yuja Wang’la kaydettiği ve geçen senenin sonunda çıkan Mendelssohn albümü enfes, çıkamıyorum albümden. Alt-J’nin son albümü, grupla dalga geçenleri ters köşe yaptı. O ters köşe oluşları büyük bir keyifle izledim. Ghost’un Twenties EP’si aldı götürdü beni. Bir de, bu ara Kit Sebastian’a takıldım kaldım. Çorba gibi liste oldu bu arada, farkındayım. En son izlediğim film de galiba Lost Daughter. Olivia Colman… Mükemmel biri!