1. Size Pandispanya Yaptım (Mario Levi / Everest Yayınları)
Mario Levi’nin Size Pandispanya Yaptım romanının başrolünde
15. yüzyılda İspanya’dan Osmanlı topraklarına göç eden Sefaradların günümüze dek taşıdıkları yemek kültürü var. Gizemli olaylar, yıllarca yaşatılmış bir aşk, eski defterler, mektuplar ve efsanelerle ilmik ilmik örülmüş bu roman bizi aynı zamanda bir ailenin tarihinde yolculuğa çıkarıyor. Mutfakta pişen yemeklerin, o kalabalık sofraların tadı damağınızda kalacak. Merak etmeyin, tarifler de Mario Levi’nin usta kaleminden yerini almış romanda…
2. Flamingolar Pembedir (Aslı Perker / Everest Yayınları)
Altı yaşındaydım; çok karlı bir gece, Kars’ta, gece saat 3’te annem başka bir arabaya bindi ben başka bir arabaya. Onlar öndeydi, biz arkada. Kırmızı ışıklarını takip edecektik ve böylece bilecektik. Neyi? Güvende olduklarını, yaşadıklarını… Kırmızı ışıklar gözden kayboldu, tedirgin oldum, küçücük yaşıma rağmen anladım, ama sanki boğazıma bir şey geldi oturdu, konuşamadım. Ne çırpınabildim ne ağlayabildim. Ve bu konuda, o gece hakkında yıllar yılı hiçbirimiz konuşmadık.
Flamingolar Pembedir benim alternatif hayat hikâyem. Küçük bir kız çocuğu hiç konuşmadan, hep dinleyerek, bütün varlığıyla hayatı anlamaya çalışır. Onu teselli eden tek bir yer vardır, kayığı, yani annesinin kayıp kucağı. —Aslı Perker
“Seviyorum. Ama insan sevdiğini öldürür mü?”
“Ahhh. Sen nasıl bir soru sordun Bahriyeli? İnsan sevdiğini öldürür. Hem de her gün.”
3. Dilin Kısa Tarihi (David Crystal / Alfa Yayıncılık)
“Crystal, yaşayan dillerin sınır tanımadığını ve yeni koşullara seve seve uyum sağladığını bize hatırlatıyor. NTüm dünyadaki dillerin ve kelimelerin zevkini eğlenceli bir üslupla ortaya çıkartıyor.” —Iain Finlayson, The Times
“Dilin Kısa Tarihi, dil için yazılmış bir zafer şarkısı. Her zaman açıklayıcı ve merak uyandırıcı.” —David B. Williams, Seattle Times
“Hepimizin kanıksadığı mucizeler ve konuşup anlaşabilme yeteneğimiz hakkında düşünmeye başlayacak herkesin eline tutuşturulacak mükemmel bir kitap.” —Nicholas Ostler, Empires of the Word
“Crystal yeni başlayanlar için yazıyor, ama bunu her zamanki anlaşılırlığı ve uzmanlığıyla yapıyor. Tarih öncesi etimolojilerden modern mesajlaşmalara kadar uzanıyor.” —Michael Dirda, Washington Post
“Crystal bu eğlendirici kitabında dünyanın hızla yok olmakta olan 6000 dilini, ormanlarımız ve okyanuslarımız kadar değerli bir doğal kaynak olarak görüyor.” —The Daily Beast
4. Evreni Ölçmek (Ian Stewart / Alfa Yayıncılık)
Stewart bize güneş sisteminden başlayıp evrenin tamamına uzanan bir kozmosu anlama rehberi sunuyor. Uzay ve zamanın mimarisini, kara maddeyi, kara enerjiyi, galaksilerin nasıl oluşup yıldızların neden patladığını, her şeyin nasıl başlayıp nasıl biteceğini tarif ediyor. Paralel evrenleri, evrenin ince ayar kuramını, dünyadışı yaşam için nelerin gerektiğini ve dünyadaki yaşamın bir asteroitle yerle bir olması olasılığını dikkatle araştırıyor: Kepler’in gezegen yasaları, kütleçekim kuramı için Newton’a nasıl yardımcı oldu? İki yüzyıl sonra, Merkür’ün hareketindeki düzensizlikler genel görelilik kuramı için Einstein’a nasıl ilham verdi? Seksen yıl önce evrenin genişlediğinin keşfi, nasıl oldu da Büyük Patlama kuramına yol açtı? Kozmologlar, tekil noktadan başlayan ve genişleyen evrenden hareketle, kara madde ve kara enerji gibi yeni bileşenleri nasıl kuramlaştırdılar?
“Stewart Evreni Ölçmek’te, matematiğin evreni anlamadaki esrarlı faydasını ustalıkla inceliyor ve Newton’ın yasalarının hâlâ ne kadar şaşırtıcı sonuçlar üretebileceğini en güzel şekilde gösteriyor.” —Wall Street Journal
“Ian Stewart matematiksel bir gözlük takarak sevgili evrenimizin uzunca bir hikayesini anlatıyor ve bize de yalnızca rehberimiz olduğu için ona minnettar olmak kalıyor.” —Marco Moriconi, Numberplay
5. Buzlar Çözülürken (İlya Ehrenburg / Epos Yayınları)
Buzlar Çözülürken’de İlya Ehrenburg, Paris Düşerken, Dipten Gelen Dalga ve Fırtına’dan oluşan o müthiş üçlemeye, deyim yerindeyse kaldığı yerden devam ediyor.
Savaş Öncesi, Savaş, II. Dünya Savaşı/Emperyalist saldırıya karşı zafer ve özgürlük.
Sıra savaş sonrası ve 1945-1954 yılları arası: O yıkıcı savaştan sonra Sovyetler Birliği yeniden kuruluyor.
Ehrenburg için sosyalizm bir planlama değil, gündelik hayatın yeniden “kurulmasıyla” ilgilidir:
Bu romanda da insanların gündelik hayatlarını kurmaları, dolayısıyla da Sovyetler Birliği’nin savaş sonrası yeniden kuruluşu anlatılıyor.
Buzlar Çözülürken bir “kuruluş romanı”.
Öncü Sovyet insanının gündelik hayatının ve çalışma hayatının kesişme anlarını, fedakârlıklarını anlatıyor.
Ama bununla birlikte soğuk savaşın işaretlerini, partideki hataları ve bürokratizmi, sanayileşmeyi, partinin ülkedeki refahın artması için çabalarını da günlük hayat örgüsü içinde anlatıyor.
6. Bir Kutup Ayısının Anıları (Yoko Tawada / Siren Yayınları)
Ödüllü yazar Yoko Tawada’dan buluşlarıyla benzersiz, yaratıcılığıyla ilham veren bir roman: Bir Kutup Ayısının Anıları. Tawada, düş ile gerçeği ustalıkla iç içe geçiren bu metinde üç kuşak kutup ayısının yaşamlarına bakarak ironiden nasibini fazlasıyla almış, alternatif bir Avrupa resmi çiziyor. Kiev’de yaşayan bir kutup ayısı, yazının sağaltıcı gücünü keşfediyor ve akabinde sansürden sürgüne, insanlık marifetleriyle tanışıyor; Doğu Almanya’da gösteri yapan bir kutup ayısı, bir kadına âşık olup ilk öpücüğünü tadıyor; Berlin Hayvanat Bahçesi’nde dünyanın en meşhur kutup ayısı bebek Knut, ilk adımlarını atıyor ve Bir Kutup Ayısının Anıları, bir otobiyografinin nasıl yazıldığını anlatıyor. Kuzey Kutbu’nun ıssız ufuklarından parlak sirk ışıklarına, eski Sovyetler Birliği’nden yeni Berlin’e uzanan bir roman bu; eli kalem tutan üç kuşak kutup ayısının sayfalarında özgürce gezindiği, yazının tüm olanak ve olasılıklarını zarafetle irdeleyen bir roman.
Gerçeküstü olanı şaşılacak bir hakikat duygusuyla kuşatan, Kafka ve Bulgakov’un klasiklerine göndermeler yapan Bir Kutup Ayısının Anıları, yazının sonsuz olanaklarını gözler önüne seriyor. Karşınızda: Buz gibi güzel, kalem kadar keskin ve bir kar tanesi kadar eşsiz bir metin.
7. Cehennem-Bir Şairin Romanı (Eileen Myles / Can Yayınları)
İlk defa koruda durduğumda kendimi değiştirdim. Gömleğimi çıkardım ve hiç kimseye dönüştüm; isimsiz, cinsiyetsiz, yalnızca bir arazide bir köpekle etrafta gezinen bir canlı. Bana bunu sanat getirdi.
Şair ve yazar Eileen Myles’ın, “İngilizce hocamın poposu öyle güzeldi ki,” cümlesiyle başlayıp, “İncelik sahibi olmayı sahiden öğrenebilirsin. Ve bu cennettir,” cümlesiyle noktalanan kitabı, okurların belleğinden uzun zaman silinmeyecek çarpıcı bir yapıt. Otobiyografik nitelikteki roman, punk akımının altın çağında New York’un bohem çevresinde genç bir kadın yazarın bir yandan cinselliğini, diğer yandan da yaratıcı gücünü keşfedişinin öyküsünü aktarıyor.
Bir başka Amerikalı kadın şair Rae Armantrout’un, “Yaşam ile şiirin yekvücut olduğu, utanç ile ihtişamın bütünleştiği bir füg tınısı taşıyor,” dediği Cehennem, bize bir şairin nerelerden gelebileceğini gösteriyor; bunu yaparken de şiir ile romanın nasıl yoğrulabileceğinin mükemmel bir örneğini oluşturuyor.
8. Altın Ev (Salman Rushdie / Can Yayınları)
“Amerika’nın gizli kimliğinin bir süper kahraman değil bir süper kötü olduğu anlaşıldı. En iyiler bütün inançlarını yitirmiş, en kötüler tutkuyla dolmuştu ve haksızların öfkesi haklıların zayıflığını ortaya çıkarmıştı. Fakat cumhuriyet yine de varlığını iyi kötü sürdürdü.”
Salman Rushdie Altın Ev’de sadece zengin bir göçmen ailenin öyküsünü ve Hindistan’daki inşaat ve kara para aklama odaklı mafya düzenini anlatmıyor. Son yılların Amerika’sının da kapsamlı bir sosyal-siyasal panoramasını çiziyor ve ulus çapında kimlik arayışına parmak basıyor. Obama’yla başlayıp yeşil (turuncu) saçlı politikacının seçilmesiyle biten sürece dair unutulmayacak bir roman.
Altın Ev, içeriği, biçemi, anlatım gücü ve zenginliğiyle elinizden bırakamayacağınız bir başyapıt.
9. Küçük Anılar (Jose Saramago / Kırmızı Kedi Yayınları)
Evinin kapısında oturuyordun sen, anneanne, yıldızlı, uçsuz bucaksız geceye açılan kapısında evinin, hakkında hiçbir şey bilmediğin ve asla yolculuk yapamayacağın gökyüzünün altında, büyülü tarlaların ve ağaçların sessizliği içinde, sonra doksan yaşının vakarıyla ve hiçbir zaman kaybetmediğin bir gençlik ate?iyle dedin ki: “Dünya öyle güzel, öleceğime öyle yanıyorum ki.”
Aynen böyle dedin. Ben oradaydım.
José Saramago, “küçüklüğümdeki küçük anılar” dediği türlü anı parçacıklarını birbiri ardına sıralıyor.
Bir amacı da var üstelik: aklın içindeki canavarları ve yine onun yarattığı yücelikleri ortaya çıkarmak.
10. Kafam Bozuk (Necati Göksel / Altın Kitaplar)
Işığın etrafındaki sinekler gibi huşu içinde dönüyorlardı. Ormanları yakıyor sonra banknot blokları dikiyorlardı. Parayı tavaf ediyor, kendilerinden geçiyor, sonra bana bulaşıyorlardı.
Yabancı bir şehre indim; kimse beni tanımasın, bilmesin, biraz huzur bulayım diye. Fakat mıknatıs gibiydim. Parayı, kadını hatta belayı çekmekte üstüme yoktu. Bilmiyorum, belki silahımı yaptıkları alaşımda özel bir çekim kuvveti ya da benim hamurumda yanlış bir şey vardı.
Benim adım Ayaz. Kafam fena halde bozuk. Hiddetim şiddetimi besliyor, şiddetimse beni dünyaya karşı daha da sinirlendiriyor.
Bu dandik hayatı benim ağzımdan dinlemek istersen kitabın kapağını aç, yoksa kitabı bırak ve bas git!
11. Yabancı Bir Baba (Eduardo Berti / Metis Yayıncılık)
İki baba ve her birinin oğullarıyla sessiz, neredeyse namevcut ilişkisi. Yabancı babalarının esrarını anlamaya çalışan iki aile. Anavatanlarından uzakta, anadillerini kullanamadıkları ülkelerde kendilerini yeniden yaratmaya çalışan göçmenler. Tutkuyla başka yazarların yapıtlarını okuyan ve bu yapıtlardan kalkarak kendi hayatlarındaki bir gizemi kazıp çıkartmaya çalışan yazarlar. Kilit altında tutulan, kolay paylaşılamayan sırlar.
Arjantinli yazar Eduardo Berti’nin otobiyografik öğeler de taşıyan romanı, yaklaşık yüz yıl arayla iki farklı zamanda ilerliyor. Göçmenlik, aile sırları, geçmişle hesaplaşma gibi kadim olduğu kadar günümüzde de yakıcılığını sürdüren meseleleri var. Karmaşık olay örgüsünde hiçbir ayrıntı tesadüfi veya rasgele değil.
12. Modern Hindistan’ın Kısa Tarihi (Barbara D. Metcalf, Thomas R. Metcalf / Boğaziçi Üniversitesi Yayınları)
Modern Hindistan’ın Kısa Tarihi, Hindistan’ın hikâyesini Babürlüler döneminden başlayarak, Britanya Hindistanı olarak bilindiği sömürge dönemine, 1947’de Hindistan ve Pakistan adında iki bağımsız ülkeye bölünmesine ve dünyanın en büyük ekonomileri arasına girdiği günümüze kadar anlatıyor.
Hindistan’ın tarihini oldukça kapsayıcı bir şekilde ve gerçeklere olabildiğince sadık kalarak ele alan Barbara ve Thomas Metcalf’ın çalışması, toplumun geniş kesimlerini (kadınlar, azınlıklar, mülksüzler) kapsamakla kalmıyor, aynı zamanda yerel deneyimle şekillenmiş alternatif tarihsel anlatılara da yer veriyor ve modern dünyanın milliyetçilikle biçimlendirilmiş tarihsel anlatılarını sorguluyor.
Temelde politik bir mesele olan Hindistan “tasavvuru”na ve ülkeyi zaman içinde bütünüyle değiştiren kurumlara odaklanan yazarlar, siyasi yapı ve vizyonla etkileşim halinde şekillenen toplumsal değişimleri ve kültürel değerleri ortaya koyuyor.
Okurun bahsedilen dönemleri zihninde canlandırabilmesi ve Hindistan coğrafyasına aşinalık kazanabilmesi için fotoğraf ve haritalardan yararlanılıyor.
Modern Hindistan’ın Kısa Tarihi, ilk baskısını yaptığı 2001 yılından beri alanında bir klasik kabul edilmektedir. Kitabın bu üçüncü edisyonuna eklenen son bölümde geçtiğimiz yirmi yıldaki önemli gelişmeler, Hindistan’ın yüksek teknolojiye dayalı endüstrisinin yükselişi ve halen çözüm getirilememiş olan yoksulluk gibi olgular ve çeşitli siyasi huzursuzluklar da incelemeye dahil edilmiş.
13. Ateşten Çıkan Kız (Lidia Yuknavitch / Çınar Yayınları)
Feminist distopyası Dünyanın Sonundayız’la dikkatleri çeken Lidia Yuknavitch, Ateşten Çıkan Kız’da bir şiddet mağdurunun direniş öyküsünü anlatıyor. Savaşın korkunçluğunu ve erkek egemen dünyanın acımasızlığını ele alıyor.
Doğu Avrupa’da bir fotoğrafçının objektifine kan dondurucu bir görüntü takılır: Evi ve ailesi yanıp kül olurken alevlerin içinden çıkan bir kız. Kendisi de başka bir trajedinin kurbanı olan bir yazar, bu sahneyi saplantı haline getirir ve fotoğrafın hikâyesini yazmaya başlar. Yazarın yakın çevresindekiler fotoğraftaki kızı kurtarmak için bir araya gelir. Bir sinemacı, bir şair, bir performans sanatçısı, bir oyun yazarı ve bir de ressamın bulunduğu bu grup, hayatta kalmaya çalışan kızı bulabilecek midir?
Ateşten Çıkan Kız, insanı tabularla yüzleştiren, sözünü esirgemeyen bir roman.
“Gençliğimde Henry Miller, Jack Kerouac, Charles Bukowski gibi yazarların vahşi, inişli çıkışlı, bir arayış peşindeki düzyazı tarzını keyifle okudum, ama onlardaki kadın düşmanlığından bezdim. Biri olmadan diğeri olamıyor mu diye düşündüm. Görünen o ki olabiliyormuş, çünkü: Lidia Yuknavitch.” —Rebecca Solnit
“Yuknavitch bize anlatılması gerekenleri anlatıyor; duyması kolay olanları değil.” —Kirkus Reviews
“Rahatsız edici ve meydan okuyucu.” —Publishers Weekly
“Yuknavitch’in korkunç şeyler hakkında güzel yazabilmek gibi sihirli bir yeteneği var.” —Powell’s
14. Raydan Çıkan Trenler (Hernan Ronsino / Çınar Yayınları)
Arjantin’in ıssız bir kasabasında tuhaf şeyler oluyor; tuhaf ama sıradan, sıradan ama karanlık şeyler. Hayatları birbirine ölümüne bağlı erkeklerin kaderi bir kadının etrafında şekilleniyor. Biri hapse giriyor. Biri aldatıldığından şüpheleniyor. Biri suçluluk duygusuyla cebelleşiyor. Biri de cinayete kurban gidiyor.
Latin Amerika’nın dikkat çekici yazarları arasında gösterilen Hernán Ronsino, dört farklı anlatıcı ve dört farklı zaman kullanarak bir yapboz oluşturuyor. Kendine has bir dille, sade ama çarpıcı bir kurguya imza atıyor.
Raydan Çıkan Trenler, Arjantin toprağına şüphe tohumları serpen, travmalarla yüklü bir suç öyküsü.
“Kapalı perdelerin ardından gizlice cinayet mahallini gözetlemek gibi… Hep muallakta bırakmayı başaran bir atmosfere sahip.” —Kirkus Reviews
“Ronsino, yeni neslin en büyük üslupçularından biri.” —Bomb Magazine
“İncelikle işlenmiş bir roman.” —Publishers Weekly
“Kendi kuşağının en güçlü anlatıcılarından biri.” —Matias Capelli
“Kaybolan masumiyetin ve ihanetin öyküsü…” —Globe and Mail
“Ronsino, Latin Amerika’nın en ilginç 25 yazarı arasında gösteriliyor. Oldukça özgün bir tarzı var.” —La Pulseada
“Gergin ve huzursuz edici bir öykü…” —Sinature Reads
15. Adı Leyla Olsun (Cemal Şakar / İz Yayıncılık)
Bambaşka hayatlar yaşanıyor dünyada. Şehirler büyük. İnsanlar şehirlerden taşıyor. Küçük bir kasabada üç beş arkadaş buluşuyorlar. Hayattan bahsediyorlar. Bir usta çırağına sesleniyor. Yarın diye bir şeyin olmadığını düşünüyor çırak. Dünya küçülüyor bir yandan, şehirler büyürken. İnsanlar birbirlerini ezmeye başlıyorlar. Bir bebeğin kulağına ezan okunmuştu daha önce. Tam şu an o bebeğin adı konuluyor. Cemal Şakar hikâyesine devam ediyor. Yaralar kanamaya devam ediyor.
16. Tabiata Giden Bütün Yollar (Andrea Barrett / Yüz Kitap)
Bilimin ölçülebilir gerçekleri ile kalbin ölçüye gelmez mıntıkalarının kesiştiği öyküler…
Andrea Barrett, National Book Award’u kazanan bu öykü kitabında, bilim insanlarının aşklarını, hırslarını ve tabiatı anlama çabalarında uğradıkları hayal kırıklıklarını anlatıyor.
Gregor Mendel’in bezelyelerle yaptığı kalıtım deneylerinin hüzünlü öyküsü, yıllar sonra bir genç kadının ruhunu ve hayatını şekillendiriyor. Bilimsel merak ile para kazanma hırsı arasında bocalayan bir genç adam, Darwin’in ve Wallace’ın seyahatlerinin izinden giderek kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Canlı türlerini adlandırmak ve sınıflandırmakla geçen bir ömrün son demindeki Carl Linnaeus zihinsel bir sisin içinden geçmişin muhasebesini yapıyor. 18. yüzyılda göçebe kırlangıçların peşine düşerek bilimsel bir keşifte bulunan iki kadın, erkek egemen bilim camiasında kendilerine yer açmaya çalışıyor. Aşk acısıyla baş etmeye çalışan Kanadalı bir doktor, kıtlık yüzünden göç ettikleri Yeni Dünya’ya salgın hastalıkları da taşıyan İrlandalı göçmenler için çırpınırken buluyor kendini.
“Bilimin işleyişi ve mucizeleri üzerine harika öyküler… Barrett’ın öykülerindeki bilim, katı gerçekleri esneterek tuhaf, heyecan verici bir kurmacaya dönüşüyor.” —Boston Globe
“Barrett’ın öyküleri, dünyanın terkibini algılayıp anlatmadaki özenli çabası ve içerdiği saf zekâyla okuru etkisi altına alıyor.” —New York Times
17. Grizu (Muzaffer Oruçoğlu / Belge Yayınları)
Muzaffer Oruçoğlu’nun dört ciltlik roman dizisi Grizu, Türkiye’de kömür madenleri odağında işçi sınıfının gelişimini her bir ciltte ayrı bir tarihsel döneme odaklanarak ele alıyor. Yazarın başyapıtı olarak görebileceğimiz bu eseri bir çeşit belgesel roman olarak okumak da mümkün. Fakat Oruçoğlu Grizu’da da esrarlı, delişmen, taptaze roman dilinden ödün vermiyor.
Grizu, müthiş ayrıntılı saha anlatımına, madencilikle ilgili yakından gözlemlerle beslenen gerçekçiliğine, romanın arka planında her biri yakın dönem Türkiye tarihini şekillendirmiş büyük tarihsel olayları ele almasına rağmen özenli dili, etkileyici karakter çizimleriyle okura bir roman, hem de büyük bir roman olduğunu her satırda hatırlatıyor.
Oruçoğlu çok az çiğnenmiş bir patikaya saparak yazdığı bu “işçi sınıfı romanı”yla çileli madenkeşlerden, grizu yanığı işçi ve katır bedenlerinden, zorla çalıştırılan Batı Karadeniz köylüsünden, akıl almaz çalışma koşullarından, sermayeyle kolluk güçlerinin iç içe geçmiş eza uygulamalarından söz açarken işçi sınıfından aldığı emaneti okura “roman” görünümüyle sunuyor. Üstelik bunu yerel söyleyişleri, mesleki jargon ve terminolojiyi güçlü birer roman malzemesine dönüştürerek yapıyor.
9. Abdullah Baştürk Roman Ödülü’ne layık görülen Grizu, edebiyatımızın yüz aklarından biri olarak beliriyor. Her dönemde işçi sınıfına reva görülen uygulamaları ve işçi sınıfının verdiği/vereceği cevabı da hatırlatarak.