Röportaj: Hakan Özbek
Twitter: @gormoti
Öykü bana her zaman çok zor gelir. Okuması değil, yazması… Bir şeyi uzatmak, uzun uzun anlatmak meseledir ancak öykü bambaşka bir şeydir. Tadında bırakmak, az lafla çok şey anlatmaktır benim için. Yeşim Doran’ın ‘Ayna Ayna’ adlı öykü kitabını tamamladığımda, “İyi ki okumuşum” dedim kendime. Çünkü bu kitapta kadının her hali var karşımızda…
Sözü fazla uzatmadan sizleri bu etkileyici öykülerin yazarı Yeşim Doran ile baş başa bırakıyorum.
1. Kitabınıza başlamadan önce internetten hakkınızda kısa bir araştırma yaptım ardından Ayna Ayna adlı öykü kitabınızı okudum. Kitabı okumayı bitirdikten sonra hakkınızda yeniden bir araştırma yapma ihtiyacı hissettim. Çünkü kitapta bir rahatsızlık var gibi geldi bana. Diğer taraftan internette ise insanlar hep eğlenceli yanınızdan bahsediyor. Sizi kendi ağzınızdan dinleyebilir miyiz? Yeşim Doran kimdir?
Ayna Ayna’nın içeriğini belirleme aşamasında yazdığım öykülerden bir derleme yaparken, kişisel ve toplumsal olarak rahatsızlık veren konuları işlediklerimi seçmeyi tercih ettiğimi söyleyebilirim. Belki bu sebeple bu şekilde hissetmişsinizdir. (Gülüyor)
Ben kendimi yaşam enerjim açısından değerlendirdiğimde, evrendeki negatif ya da pozitif duygu-düşünce-oluş-eylem ve deneyimlerin hücresel düzeyde, tam içinden geçtiği biri olarak görüyorum. Bu transparan geçişin sonrasında bıraktığı tortuları ise ışıldamamı sağlayan pozitif bir motivasyona çevirdiğime inanıyorum. Karanlıktan aydınlığa sanki. Belki algım sizin rahatsızlık olarak tariflediğiniz kısımdır ve belki benim varoluş aynamdan hakkımda okuduklarınız yansıyordur.
2. Yeşim Doran denilince ilk söylenenler başarılı, eğlenceli ve güzel. İyi bir üniversite eğitimi, başarılı bir kariyer… Ne yapsa başarıyla yapmış bir kadın. Sonra bir de öykü kitabı ile karşımıza çıkıyorsunuz, aynı başarı burada da devam ediyor. Bu ciddi bir enerji gerektiriyor olmalı diye düşünüyorum. Sizce insanlar neden sizi böyle niteliyor?
Hep sevdiği şeyleri yapma şansını yaratmış biri olduğum için olabilir. Sevdiğin şeyleri yaparken bir başarı hırsı/motivasyonuna ihtiyacın olmuyor. Başarı bir sonuç ve/veya sonuca dayalı atıf (atfedenlere teşekkür ederim) ise burada sürecin kendisindeki tatmin (sevdiğin şeyleri yapmaktan kaynaklanan), seni bu sonuca taşımış oluyor. Enerji de bu sebeple her adımda aynı motivasyon ile kendini tazelendiğinden olsa gerek, kendini yenilemiş ve seni varmak istediğin noktaya taşımış oluyor. Bu arada çocukluğumdan beri bana güzel denmişliği yoktur pek, hep “şeker, tatlı” bulunurum. (Gülüyor) Belki güzel insan olma hali kastedilmiştir. 🙂
3. Ayna Ayna’da yer alan öykülerde karakterlerin hepsi kadın. Ve oldukça güçlü kadınlar… Biz bu öykülerde yer alan kadınların hayatına hatta düşüncelerine ortak oluyoruz okurken. Peki sadece kahramanlarınızı mı tanıyoruz, yoksa farkında olmadan sizi de tanıyor muyuz?
Kadın kahramanlarımın deneyimleri çokça onlara ait. Yaşanmışlıklar ekseninden bakarsak tamamen kurgusal yapılar. Ancak hissediş, sorgulama, algılama ve reflekslerinde, bazen birinde, bazen diğerinde bencileyin yerler var tabii. Belki kurgusal bu karakterleri bazen karakterin kendisi ya da olması gerektiği gibi değil de kendim gibi yönlendirmiş olabilirim. Bu nadir anlar dışında benden farklı kadınlar onlar.
4. Öykülerde anlattığınız olaylar aslında içinde bulunduğumuz çevrede yaşanıyor. Bu nedenle erkeklerin mutlaka okuması gerekiyor Ayna Ayna’yı diye düşünüyorum. Yani kadınların düşündüğünün, hissettiğinin, canının yandığının fark edilmesi gerekiyor. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Ben aklını ve hüsn-ü niyetini yitirmeye yaklaşmış olduğunu düşündüğüm insanoğluna, bir kadın olarak, kendi bildiğim yerlerden ışık alan bir ayna tutmak istedim. Bu nedenle kitap arkasında Tuna Kiremitçi’nin yazmış olduğu yorum beni çok etkiledi aslında. “… Andy’nin resimlerinden cadı avlarına, bekâret zarlarından ruhun ve bedenin uğradığı tecavüzlere, oradan aşka ve umuda… Şu an bu aynayı elimizde tuttuğumuza göre, başımız ciddi belada!” diye bitirmişti yorumunu. Kadın veya erkek, yüzleşme cesareti göstermemiz gerekirken, halı altına süpürmeyi tercih ettiğimiz tüm duygu-düşünce suç ve halleri düşünelim istedim. Bunu bir kadın-erkek ilişkisinde, bir cadı formunda, ölümün kendisi şekliyle vb. araçlarla sundum. İnsanın insana, insanın varoluşuna kastettiği bu günlerde içimden de, elimden de gelen bu oldu diyebilirim.
5. Öykülerinizde klişelere baş kaldırıyor kahramanlarınız. Bağbozumu’nda, Menajer’de, Fancy’de… Teslim olmuyor, savaşıyor, kendi kararlarının arkasında duruyor. Peki bu farklı hikayeler deneyimler sonucunda mı çıkıyor yoksa gözlemlerin de etkisi var mı?
Evrende sadece varolmamdan kaynaklanan bulunuşum esnasında karşılaştığım, deneyimlediğim, gözlemlediğim, empati kurmaya çalıştığım her şey ile içimden geçenlerin sentezi olsa gerek.
6. Kitabın hemen başında teşekkür ediyorsunuz insanlara. Bunu pek çok yazar yapar ancak sizin kitabınızda bu nezaket sanki sayfalara da işlemiş gibi geldi bana. Bu sadece bana mı öyle geliyor yoksa farklı insanlardan da benzer geri dönüşler aldınız mı?
Aslında Tuna Kiremitçi’nin “şiirli bir zarafet” olarak adlandırdığı bir yorum var kitaba dair. Sizin nezaket ile adlandırmanız ile benzer bir algıdır belki de… Benim için karakterlerim çok kırılgan. Yaşanmışlıklar ve yaşamın kendisi oldukça sert olabiliyor. Ben onlara bunları yaşatırken, okuyuculara da hissettirirken belki bilinçdışımda naif bir söylem oluşturmaya çalışmışımdır. Hay Allah, pek bilemedim şimdi. (Gülüyor)
7. Öykülerinizde kullandığınız dil oldukça şiirsel. Hatta bazen bir şiir okuyormuşum hissine kapıldım. Bu öykülerinizde düşünce yönünün öne çıkmasından mı kaynaklanıyor yoksa yazarken genel olarak böyle bir dil mi tercih ediyorsunuz?
Şiirsel anlatımlar, durup da bakınca, benim düşünce akışımın kelimelere dökülme şekli olabilir diye düşünüyorum. Hızlı ve kalabalık düşüncelerimi şiirin imkân tanıdığı minimallikle dizginlemeyi becerebildiğimden olsa gerek.
Yazarken genel olarak bu dili tercih ediyorum diyemem. Kurgusal, daha mekanik bölümleri paylaşırken kendimce yarattığım parantez içi sesi kullanışım gibi farklı üslup denemelerim de var aslında…
8. Öykülerinizi okuyanların okuduklarını hazmetmesi gerekiyor. Yani, “Ben okudum, bitti” diyemiyorsunuz hemen. Düşündürüyor. Değer verdiğiniz bir dostunuzun sırrını dinler gibi oluyorsunuz. Çözüm bulmak istiyorsunuz. Sizce neden böyle hissediyoruz?
Bilemedim… Öykülere konu olan deneyimlerin sertliği, anlatımda yaratmaya çalıştığım doğal dil ile sizi empatiye zorluyor olabilir miyim acaba?
9. Türkiye’de kadın olmak zor. Özellikle son yıllarda yaşanan kadına şiddeti, cinayetleri, tecavüzleri düşününce insan öfkeleniyor. Ancak siz çok güçlü görünüyorsunuz, kahramanlarınız da öyle. Ülkemizi bu konuda nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne olması gerektiği belli ancak, nasıl olmalı?
Kadına karşı şiddet bir insan hakları sorunudur. Sadece Türkiye’de değil elbette, gelişmekte olan ülkelerde kadınların yarısından fazlasının eşi/partneri tarafından fiziksel şiddete uğradıklarını gösteren çalışmalar var. Ev içi şiddetin kültürel olarak kabul görüldüğünü belirten istatistikler var. Bu şiddetin fiziki, psikolojik, cinsel, ekonomik vb türleri konuşuluyor, araştırmalar yapılıyor. Bu şiddete maruz kalan kadın profilinin çok geniş bir skalayı kapsadığını artık net olarak görebiliyoruz. Dernek, vakıf, araştırmacı, devletin yürütme ve yasama organları, sosyal sorumluluk projeleri pek çok araç, yapı, kurum konu ile ilgili çalışıyor.
Bana göre ilk önce yasal düzenlemelerin ıslah edilmesi gerekiyor. Bu ıslah olmadan, tanımlar, tarifler, yaklaşımlar, caydırıcılık unsurları kalın kırmızı harfler ile hukuki olarak yeniden yazılmadan etkin önlemler alınamayacak…
Benim nasıl’ımın yanıtı bu ıslah için baskı oluşturacak, farklı yapılar olsa da insan hakları ortak paydasında, kadın özelinde, tek bir platformda bir araya gelecek kişi, kurum, derneklerin bir hareket başlatması yolunda. Ayrı ayrı çalışmalarını sürdürmeye devam ettikleri, ancak yasal düzenlemeler noktasında tek ve evrensel bir platform oluşturabildikleri bir hareket… Bu hareketin bayrağını, işyerinde, evinde, okulunda, benim gibi öykülerinde, diğerleri gibi resimlerinde, şarkılarında, tartışma programlarında, vakıflarının, derneklerinin yakın vade planlarında taşıyacak kişilerin katılımıyla.
Kadına karşı şiddet yaygınlığına rağmen gizlenen, gözden uzak tutulan evrensel bir problem diyor psikologlar. Ben Ayna Ayna’da maruz kalanın hissedişi, seslenişi, iç sesi olup o sessizliği kendi yapabildiğim yerden bozmak istedim. Mağdurlar tarafından, korkmadan dile getirilmesi, utanmadan paylaşılabilmesini umuyorum.
10. Kitabınızı okurken öykülerinizi kaleme almanızın üstünden oldukça uzun zaman geçmiş gibi hissettim. Eğer böyle ise neden beklediniz? Nelerden tedirgin oldunuz?
Ayna Ayna’da yaptığım seçkide dediğiniz gibi geçmişten gelen birkaç öykü de var. Ancak çoğu yakın dönem çalışmalar. On iki yaşımdan bu yana yazıyorum. Paylaşmak ihtiyacı duymadan alınmış notlar, öyküler, şiirler, denemeler, roman taslakları hep vardı. Aslında ilk paylaşımım oğlumun bana yatma saatinde masal anlatmamı istemesi ile başladı. Ancak klasik masalları istemedi. Bana konuyu veriyordu “Anne bu gece salyangozlar ile ilgili bir masal anlatsan,” gibi, böylelikle spontane masal uydurur buldum kendimi. Bir süre sonra masalları birlikte geliştirmeye başladık. Anlatırken tabii. Aslında oğlumun bu masalları kitap yapmamız fikri ile kendi yazdıklarımı paylaşma isteği doğdu diyebilirim. Sonrasında da “formu bozmak için formu bilmen gerek” inancıyla iki sene yaratıcı yazarlık eğitimimi tamamlamayı bekledim. Sanırım tek tedirginliğim bu olmuştur. Onu da Murat Gülsoy Hocam ile hallettikten sonra yola çıkmış oldum…
11. Sizi yazmaya iten şey ne oldu? Yazmadan önce “Bugün bir şeyler yazmalıyım?” der misiniz yoksa akışına mı bırakırsınız?
Küçük yaşta, dışavurum tekniği olarak yazmayı seçtim ben. Müzik ya da resim gibi. Yazmak insanlarla dertleşmekten, konuşmaktan, paylaşmaktan daha cazip gelmişti ergen zamanlarımda. Sonra bir alışkanlığa, ardından yemek yemek gibi bir ihtiyaca dönüşüp normalleşti. Belki de bir ihtiyaca dönüştüğünden de aklıma insanlarla paylaşmak uzun seneler gelmedi.
Genelde yazma halini hissederim. Örneğin biriyle konuşurken, bir şey seyrederken, aslen zihnim meşgul iken, arkada başka bir ben başka bir gerçekliğe kapı aralar. Onun sesini duyarım gibi. O zaman yazmak üzere o gerçekliğe kayarım. Bilmem anlatabiliyor muyum ama ben yazma anlarını takip etmeyi, yazma anı yaratmaya tercih ediyorum. Tabii elbette planlı bir şekilde de bunu yapabiliyorum, hayatımı da ilham perisi bekleyerek geçirmiyorum. (Gülüyor)
12. İlk kitabınızı kitabevlerinin raflarında ya da insanların ellerinde görmek size neler hissettirdi?
İlk kez, dağıtımdan önce eve getirdiğim ilk kopyaları gören oğlum ve küçük kızımın tepkisi, gururlanışları ve heyecanlarını gördüğüm anda bir şeyler hissettim diyebilirim. Hani anne hamile iken baba pek hissedemez de ne zaman bebeği kucağına alır ve fark eder ya, ben de çocuklarım üzerinden yaşadım farkındalığı ve heyecanımı.
Raflarda gördüğümde, okuyucuların, arkadaşlarımın çekip benimle paylaştığı fotoğraflarda ise biraz utandım sanırım. Sanki duygu, düşünce, deneyimlerden sonra ilk kez onlar da varoluşumun transparanlığından geçmişler gibi geldi. Utancım ondandı niceliksel yani, niteliksel değil… Sonra bunu atlatıp tadını çıkarmaya başladım.
13. Okuyucularınızdan nasıl tepkiler aldınız?
Genel olarak yorumlarda, altını çizerek notlar aldıklarından, dönüp dönüp okumak istedikleri pasajlar bulduklarından bahsettiler. Bu hoşuma gitti, ben de bu tarz kitapları severim, ilişkin zamansız oluyor, okuyup bir rafta kalmıyor. Bazı daha genç okuyucular kendi yaşamlarına dair sorularına cevaplar bulduklarını belirttiler. Üslubuma dair çok güzel yorumlar aldım. Bir-iki öyküm için, romanlaşmasını beklediklerini belirtenler oldu. Sanırım aklımda kalanlar bu tepkiler.
14. Yazdıklarınız bana çok içten geldi. Daha önce de dediğim gibi; bir dostumu dinler gibi. Yakında sizden yeni bir eser görecek miyiz? Bu yönde bir plan ya da çalışmanız var mı?
Teşekkür ederim öncelikle. Yakında masallarımdan iki tanesini paylaşmayı umuyorum. Bu süreçte, eş zamanlı olarak; Luc Besson’a 2006 yılında verdiğim, onun senaryo formatında da istemesi üzerine derin dondurucuya bıraktığım bir hikâyemin roman taslağını bitirmeyi planlıyorum. Yayınevim ile planlarımız şu an için bu şekilde.
15. Pek çok işi birlikte götürüyorsunuz. Bu yoğunlukla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Az uyuyorum orası kesin. Yoğun zamanlarda genelde 4 saat uyku yetiyor bana. Öte yandan sanki beynimi eş zamanlı birkaç parçaya bölerek gün içinde kullanıyormuşum gibi de geliyor. Zaten çalışma alanlarım edebiyat, müzik sektörü, mimarlık, sahne sanatları da birbiri ile ilişkili alanlar; benim sağlamaya çalıştığım katkılar ve ürettiklerim açısından bakıldığında. Geri kalanını da iyi bir zaman yönetimine borçluyum sanırım.
16. Kitabınızdan klasikleri okuduğunuz anlaşılıyor. Peki çağdaş edebiyatçılardan hangilerini takip ediyorsunuz, kimleri beğeniyorsunuz?
Dünya klasikleri yazarları, çağdaş dönemden varoluşçu yazarlar ilk-orta öğretim ve lise yılları hattında ilk tanıştığım yaratıcılardı. Zaman içinde varoluşçu yazarlara, yeraltı edebiyatı yazarlarını katmışlığım da oldu. Gogol’den Sartre’a, Borges, Henry Miller’dan Sylvia Plath, Woolf, Bian, Kundera, Bukowski’ye, Marquez’den Maalouf’a her zaman heyecanla okumuşumdur. Yakın dönemden etkilendiğim yazarlar arasında Han Kang’i sayabilirim.
16. Edebiyatımız hakkında neler düşünüyorsunuz?
Türk edebiyatı sanırım 1940-50’ler itibarıyla kucak açmış varoluşçu felsefeye. Mavi Dergisi, a Dergisi, Garip Hareketi önemli mihenk taşları olmuş. Ferit Edgü, Demir Özlü, Cemal Süreya, Edip Cansever, Orhan Veli, Leyla Erbil, Tezer Özlü gibi şair ve yazarlar beni etkilemiştir.
2000’li yıllar ile birlikte değişen, dönüşen Türk edebiyatını okuyucu olarak takip ettim. Felsefi, siyasi gruplar ve edebi akımların yerini bireysel yazma biçimleri aldı. Roman öne çıktı. Çok sayıda kitap ve yazar ile tanıştık. Bazı bestseller yazarlar güncel siyasi durumlar, kişisel gelişim, psikoloji konuları, tarihi konular, kahramanlar üzerinden söylemlerle ile yer alırken, birçoğu daha bireysel psikoloji ve kent kimliği, yalnızlık vb durumlar üzerinden paylaşımlarıyla etkiledi beni. Murat Hocam, Ayfer Tunç, Yekta Kopan, Tuna Kiremitçi, Hakan Günday, Sema Kaygusuz severek okuduğum yazarlarımız arasındadır.
17. Son olarak Dada Kitap okuyucularınıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Ayna Ayna bir ilk kitap. Kitap okumak için ayrılan zamanın günümüzde ne kadar kıymetli olduğunun farkındayım. Umarım beğenerek okurlar. Sürç-i lisan ettimse affola…