Merih Günay’ın tesadüfen elime geçen ve okuduğumda, bende inanılmaz, tarifi mümkün olmayan hazlara sebep olan, ağlatan, tebessüm ettiren, güldüren, düşündüren, heyecanlandıran, merak uyandıran, farklı duyguları tek bir sayfada yaşatma becerisi ile yazılmış romanları ‘’Martıların Düğünü’’ ve ‘’Tatlı Çikolata’’ dan sonra merakla yeni yayınlanan kitabına odaklanmıştım.
Yazarımız Merih Günay’ın ‘’Gezinti’’ adındaki yeni romanının daha önceki romanlarının devamı niteliğinde mi yoksa bağımsız bir roman mı olduğu konusunda içimde sonsuz bir merak uyanmıştı. Kitabı elime aldığımda ilk dikkatimi çeken kitabın kapak tasarımının ‘’Martıların Düğünü’’ ve ‘’Tatlı Çikolata’ya çok benzemesi idi. Bu benzerlik bende yine doyumsuz betimlemelerle karşılaşacağım bir aşk romanı okuyacağım hissiyatını uyandırdı ve bu hissiyat beni ziyadesiyle mutlu etti.
Gezinti romanında kahramanımız, yıllar önce tanıdığı ancak aşka dair içinde en ufak bir kıpırtı dahi hissetmediği, ‘’yüzüne doğru dürüst bakmadım desem bile yalan olmaz’’ şeklinde ifade ettiği aşkı ile ‘’Gerçek Aşkın ateşinde kavrulma hikâyesini’’ anlatıyor. Bir aşk hikâyesi bu denli güzel anlatılabilir, bu denli ince mesajlar iletir okurlarına. ‘’Düşündüğümüz gibi, bizim bir araya gelmemizi ikimizden başka da isteyen bir şeyler, bizi seven ve koruyan, zaman ve mekândan üstün, ikimizi de uzun zamandır tanıyan öyle birileri varsa iyi olur gerçekten.’’ Cümlelerini kahramanına söyleterek zaten yazarımız ani gelişen bu aşk hikâyesinin üstün bir güç tarafından korunduğunu ve aslında kaderin en önemli parçası olduğunu yineliyor. Aslında bu ifadesi ile aşka mistik bir hava da yüklüyor ki zaten okurda en çok merak uyandıran da yazarın bu ve buna benzer samimi sözcükleri.
Farkında olmadan bazı ifadelerle yazarımız, aşkın bağlılık mı, bağımlılık mı ikilemini çözmenin mutluluğunu yaşatıyor okurlarına. Evli olan ve yoğun aşk duygularını sevgilisi ile yaşayan, bu yönü ile sevgilisine aslında sadece bağlı olan bağımlı olmayan ancak eşine ise sadece bağımlı olan bir perspektif çiziyor kahramanımız. Bu bağlılık-bağımlılık çıkmazı yeri geliyor okuru kızdırıyor, kahramana vefasız yaftası takılmasına kadar gidiyor bu kızgınlık. Ancak bir sayfa önce kahramana vefasız yakıştırması yapan okur, diğer sayfaya geçtiğinde yazarın gerçek aşkı yakalamanın hazzı ile yaptığı aşka dair söylemlerin içinde adeta kayboluyor ve duygusal yoğunluğun çok ötesinde bir beklenti, umut içinde buluyor kendini. Kızdığınız kahramanın aşk söylemlerine ağlarken buluyorsunuz kendinizi.
Romanın belki de en dikkat çeken tarafı, kahramanın sevgilisi ile olan diyalogları. Bu diyaloglar basit, yalın bir dille kaleme alınmış olmasına karşın aşk çemberinde yanan çiftin yanında buluyorsunuz kendinizi. Yeri geliyor bir otel odasında kahve içiyorsunuz çiftimizle, yeri geliyor dar, bakımsız sokaklarda yağmur altında yürüyorsunuz. Ya da Kaz Dağları’nın eteklerinde küçük bir barakada çiftimizle mütevazi bir akşam yemeği yiyorsunuz. Çiftimizin arasındaki kilometrelerce mesafeye kızıyor ve daha fazla bir arada olmaları için bir yol ararken buluyorsunuz kendinizi.
Romanın bir diğer dikkat çekici yanı ise şimdiye kadar aşka dair, sahiplenmeye ve sahiplenilmeye dair hiç duyulmamış ifadelerle bezeli olması. Aşka, sevmeye, sevilmeye, umuda, var olmaya dair söylenen tüm sözcükleri, yaşanmışlıkları, davranışları basit hale getiriyor bu söylemler. Klişelerden uzak tutmuş yazarımız çiftimizin aşkını ve bu yönü ile de farklı bir aşk romanı haline gelmiş kitap.
Kitabı okumayı bitirdiğinizde tatlı bir tebessüm oluşuyor yanaklarınızda. Aşkın en sade, en saf hâli ile kesişen çiftimizin bir araya gelmesine seviniyor ve bunun ucunun açık bir tarih olmasına ise üzülüyorsunuz. Yine o sonsuz merak ve bitmeyen bitiş çizgisi üzerinde bırakıyor yazar okuru. “Üzme kendini sevgilim. Kopmayan, bitmeyen, birbirimize hep geri dönmek üzerine kurulu bir bağ bizimkisi, zamanı geldiğinde mutlak geri döneriz.”
Ve zihinlerimizde aşkı yeryüzünün ötesinde, dünya ile sınırlı olmayan, bedenlere indirgenemeyecek kadar yoğun, fizik ötesi, beden ötesi bir kavram olarak yerleştiriyor yazarımız. ‘’Sözcükleri dikkatli kullanmak önemlidir… Sözcükler bir bağ yaratır ya da yaratmazlar. Bu kadar kesin. Cennet ve cehennem zihinlerdedir.’’