1. Kelime Kabukları (Ahmet Çağlayan / Yitik Ülke Yayınları)
Medeniyet insanlığın en karanlık hali midir? İlkel olanın uygar ve ideal olan karşısında var olabilmesi mümkün müdür? İki ülke sınırı arasında, saklı bir vadide yaşayan, gözlerden ırak, unutulmuş bir halk yüzyıllar sonra “modern” toplum tarafından keşfedilirse ne olur?
İnsanın doğa karşısında hayatta kalma mücadelesini, dil yitimini, ilkelin saflığını, modern ahlakın kirlenmişliğini, medeniyetin acımasızlığını distopyanın kurgusal dünyasında yeniden kuran Kelime Kabukları, çağlar boyu sürecek bir insanlık imkânının peşine düşüyor.
Kollarını iki yana açtı. Yüzüne düşen iri damlalar gözyaşlarına karışarak yamaçtan dereye doğru akıyordu. Bakışlarıyla anlatmak istiyordu isyanını, gökyüzünün koyu gri sonsuzluğuna. Bu beden kaç kişilik acı çekmişti ve daha ne kadarına dayanabilecekti? Yeryüzündeki acıları, neden hep belli bir sınıf üstlenmek zorundaydı? Cevabı, sorusundan daha yakıcı olan ifadeleri, ilkçağ ve modern dönem tanrılarının yanıtlaması için atmosfere savurup durdu bir süre. O sırada bütün tanrılar susmayı tercih ediyordu veya hatrı sayılır kullarının dertleriyle meşgullerdi.
2. Önce Dağlar Kar Tutacak (Semih Öztürk / Varlık Yayınları)
2018 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne değer görülen Semih Öztürk, Önce Dağlar Kar Tutacak’ta taşrayı anlatıyor ve içindeki taşrayı başka bir kente taşıyarak sürdürmek niyetinde olan insanları. Öykülerini ağırlıklı olarak ben-anlatıcı ile kaleme alsa da, başkarakterler bir erkek mahkûmdan kurbağaları susturmaya çalışan Nahide’ye dek çeşitlilik gösteriyor, hepsinde farklı ruhsal durumlar ve ilişkilere yoğunlaşıyor.
Önce Dağlar Kar Tutacak, noktayı koyduktan sonra çekip gitmeyi içine sindiremeyen genç bir yazarın ilk kitabı olarak kendi cümlelerini kurmak isteyen okurlarla buluşuyor.
3. Olmasını İstediğimiz Bir Park (Enver Ali Akova / Varlık Yayınları)
Olmasını İstediğimiz Bir Park adlı dosyasıyla 2018 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’ne değer görülen Enver Ali Akova, konuşurcasına yazsa da anlatımcı şiirin tuzaklarına düşmeyen, sözcüklerin ahengine özen gösterse de lirizme karşı mesafeli duran bir şair.
Kendi deyişiyle, “İçinde bulunduğum ve kırsala nazaran daha yakından tanıdığım şehir hayatında bana öyle geliyor ki insan sesi kendi yaptığı duvarlardan yankılandıkça güçleniyor ve kendine karşı yıkıcılaşıyor. Bir yandan da doğa gibi temel bir dürtü haritalarla beraber parkların temsiliyetinin altında sıkışıyor ve bizim doğayla ilişkimiz bu parklar üzerinden kuruluyor. Bunu yıkıcı bir iletişimsizlik olarak görüyorum.”
4. Sondan Bir Önceki Gerçek (Philip K. Dick / Alfa Yayıncılık)
Batı demokrasileri ile Sovyet kontrolündeki devletler arasında kopan
nükleer savaş olalı on üç yıl olmuş. Savaş sırasında radyasyon nedeniyle karınca tankı denen yeraltı sığınaklarına inen insanlar yukarıda hâlâ bir savaşın devam ettiğine inanır ve gerçekte olmayan bir savaşta çarpışacak yeni robotlar üretirler. Yukarıda ise işler çok başkadır. Savaş bittikten sonra seçkinler dünyanın milyonlarca sıradan insan olmadan çok daha yaşanabilir olduğuna karar vererek yeryüzünü koca bir parka dönüştürmüştür. Gerçekte aşağıdakilerin ürettiği kurşun askerlerden oluşan bir maiyetleri ve dönümlerce mülkleri vardır. Bu yalanı sürdürecek film setleri inşa eder ve tanklara yayınlanan konuşmaları yazarlar. Ne var ki bir gün Tom Mix adındaki bir karınca tankında robot imalatından sorumlu başteknisyen ölür ve … gerçekler Philip K. Dick’te en umulmadık biçimlerde ortaya çıkar.
Sondan Bir Önceki Gerçek’deki Ajansın adresinin Philip K. Dick’in gerçek hayattaki edebiyat ajansının adresi olduğunu da meraklılar için not düşelim.
5. İhtiyarlara Yer Yok (Cormac McCarthy / İthaki Yayınları)
Modern Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan, sıklıkla Herman Melville ve William Faulkner gibi ustalarla kıyaslanan Cormac McCarthy kariyeri boyunca Güney gotiği, Western ve postapokaliptik türlerde verdiği birbirinden başarılı eserlerle Pulitzer, National Book, National Book Critics Circle ve MacArthur Fellowship gibi ödüllerin sahibi oldu. 2007 yılında Coen Kardeşler tarafından sinemaya uyarlanan İhtiyarlara Yer Yok ise “En İyi Film” başta olmak üzere dört dalda Oscar kazandı.
Rio Grande yakınlarında avlanan Llewlyn Moss, bir şeylerin ters gittiği belli olan bir çatışma bölgesine rast gelir. Çatışmadan geriye kalanlar arasında cesetler ve kilolarca eroinin yanı sıra bir çanta dolusu para da vardır. Moss’un kader çizgisi vereceği karar üzerine burada çatallanacak ve deyim yerindeyse bir ölüm meleği peşine takılacaktır.
Kutsal kitaplar kadar kadim, günlük olaylar kadar dehşet verici konulara eğilen İhtiyarlara Yer Yok, kader, adalet, ahlak ve açgözlülük üzerine yazılmış modern bir klasik.
“McCarthy kelimeleri öylesine güzel kullanıyor ki sıradan bir iyi-kötü çatışmasını birinci sınıf bir edebiyat eserine dönüştürüyor.” —AnnIe Proulx
“Amerikan Yüceliğinin pragmatik bir geleneği varsa, Cormac McCarthy’nin kurguları bunun zirvesidir.” —Harold Bloom
6. Mezarlarınıza Tüküreceğim (Boris Vian / İthaki Yayınları)
Otuz dokuz yıllık renkli ve verimli yaşamı boyunca romanlar, şiirler, şarkı sözleri yazan, trompetten ve cazdan vazgeçmeyen, oyunculuk, şarkıcılık, mucitlikten de geri kalmayan ve doğal bir oyunbozan olan Boris Vian’ın meslek hayatında Fransız Standartları Enstitüsü’nü seçmiş olması belki de sanat dünyasının en parlak ironilerinden biridir. Dönemin diğer bazı isimleri gibi doğaçlama yaşayıp eser veren Vian bugün asıl olarak yazar kimliğiyle ve antimilitarist bakış açısıyla tanınıyor.
Vernon Sullivan müstearıyla kaleme alınan ve bir “beyaz zenci”nin intikam öyküsünü anlatan Mezarlarınıza Tüküreceğim, hakkında net bir yoruma varılması zor, açık uçlu yapıtlardan biri. Şiddet ve erotizm duvarını aşarak bir rehabilitasyon, bir katharsis yaşamak mümkün mü? “Her şey”i görüp tanık olduğu için bir omuz silkme refleksi geliştirmiş olan günümüz insanı bu soruya ne yanıt verirse versin, kitaptan uyarlanan filmin galasında hayal kırıklığına kapılarak kalp krizinden ölen Vian’ın yapıtına sahip çıktığı ortada.
“Mezarlarınıza Tüküreceğim meşhur Amerikan pulp’ıyla Fransız sado-erotizminin hararetli bir birleşimi.” —The Guardian
7. Kızıl Göğün Altında (Mark Sullivan / İthaki Yayınları)
“Aksiyon, macera, aşk, savaş ve epik bir kahraman – bunların hepsi tarihin en karanlık anlarının arka planında kendilerine yer buluyor. Mark Sullivan’ın Kızıl Göğün Altında romanı, başarılı bir İkinci Dünya Savaşı eserinde bulmak isteyeceğiniz her şeye sahip.” —Tess Gerritsen, New York Times çoksatan yazarı
“İncelikle yazılmış inanılmaz bir öykü; nefis ve muhteşem bir kitap.” —James Patterson, New York Times çoksatan yazarı
Goodreads En İyi Tarihi Roman Finalisti
Goodreads 2017’de En Çok Okunan 20 Kitaptan Biri
Goodreads Ayın En İyi Kitabı
İkinci Dünya Savaşı’nın gizli kahramanlarından birinin gerçek hayat hikâyesinden esinlenen Kızıl Göğün Altında, tarihin en karanlık zamanlarından birinde yaşayan genç Pino’nun muhteşem cesaretinin ve direnişinin destansı öyküsü.
Pino Lella, Nazilerin savaşında hiçbir şekilde yer almak istemiyordu. Sıradan bir hayat süren sıradan bir gençti ve ilgilendikleri müzik, yemek ve kızlardan ibaretti. Ancak bu genç İtalyanın masumiyet dolu günleri sona ermek üzereydi. Milano’daki evi Müttefikler’in bombalarıyla yerle bir edilen Pino, Yahudilerin şehirden kaçmalarına yardım eden gizli bir topluluğa katılıp kendisinden altı yaş büyük Anna’ya âşık olunca hayatı bir daha eskisi gibi olmayacaktı.
Pino’dan Alman saflarına asker olarak katılmasını isteyen ailesinin niyetiyse onu muharebeden uzak tutmak ve korumaktı. Fakat Pino yaralandıktan sonra daha on sekiz yaşındayken Adolf Hitler’in İtalya’daki sol kolu, Nazi Almanyası’nın en gizemli ve güçlü komutanlarından General Hans Leyers’in şahsi şoförü olarak işe alınacaktı.
Pino bu sayede Alman Üst Komutasının içine sızarak Müttefikler için ajanlık yaparken aynı zamanda savaşın ve Nazilerin getirdiği dehşete göğüs germek zorunda kalacaktı. Göremediğimiz Tüm Işıklar ile Bülbül gibi romanları ve Schindler’in Listesi ile Piyanist gibi filmleri sevenler için Kızıl Göğün Altında kaçırılmaması gereken, sarsıcı bir İkinci Dünya Savaşı öyküsü.
Kitabın çekimleri halen devam eden film uyarlamasında Pino rolünü Tom Holland canlandıracak.
8. Ses ve Sus (Adnan Gerger / Karakarga Yayınları)
2018 Dil Derneği Onur Ödülü ve 2010 Yunus Nadi Roman Ödülü’nün sahibi Adnan Gerger’den yeni roman.
Toprak, devrik geçmişlerinin peşine düşen, köklerinden sökülmüş dört ağacın hikâyesini anlatıyor; aynı sofrada buluşan gencecik Leyla’nın, Serpil’in, Özgür’ün ve Sur Civan’ın, eski, yaşlı ve hasta hikâyesini.
Besleyen ve kucaklayan toprağın yüzünü kanlı tırnaklarla yırtan zalimlerin, gözyaşını akıtan annelerin, onu feth edenlerin ya da terk edip gidenlerin, ona el koyanların ya da kadrini bilenlerin hikâyeleri, acı geçmişten yapılan umuda, Ses’in ve Sus’un kardeşliğine karışıyor. Adnan Gerger, herkesin bildiği ama herkese uzak bir ülke çiziyor.
9. Gecelerin En Güzeli (Ömer Fikret Oyal / Yapı Kredi Yayınları)
Gecelerin En Güzeli, Ömer F. Oyal’den Caday Taşı efsanesini merkezine alarak uzak geçmiş ve şimdi arasında zaman içinde yüzen ve her şeyi ters yüz eden bir roman…
Gelenek, kırılma, süreklilik ve kopuş hem benzersizliği içinde hem de düşük insanlık halleri üzerinden ustalıkla anlatılıyor.
“En kötüsü de soğukla kaynaşmış korku. Donduran korku, esrarlı mağaralardan mızraklı karanlık ordular gibi fırlayıp zaman denilen hayali sonsuz bir âna dönüştürür. Bu sonsuzca donmuş an parçası bütün evrenin biricik gerçeği, çıkışsız cehennemi kesilerek her şeyin üzerini kendi renksiz dokusuyla kaplayıverir. Yaratılış diğer bir kutba kendisinin tam aksi bir kutba doğru büzülüvermiştir sanki. Bir ruhun hiç ile yüz yüze olduğunu fark etmesi, cehennemin kapısından bakmasından çok daha dehşet verici. Cehennem hiç değildir çünkü. Hiçliğe nazaran umut doludur. Hiç, bir ceza da değildir. Arkasından gelebilecek başka hiçbir sıfatı peşine takmaz. Korku ‘hiç’in görünmez kıvılcımının yüzünüze sıçrayıvermesidir ve o yüzden üşütür zaten.”
10. Ceviz Ağacı (Solmaz Kamuran / İnkılap Kitabevi)
Solmaz Kâmuran, bu romanında 20. yüzyıl başında Edirne’de umutla, özenle inşa edilen ve yetmiş beş yıl boyunca üç farklı etnik kökenden ailenin yuvası olan bir evin hikâyesini avludaki dev ceviz ağacının tanıklığında anlatıyor.
Arto Usta’nın kızı Arşaluys’un Suriye çöllerinden Fransa’ya uzanan, kahırların gergefinde dokunmuş yaşamı… Terzi Beto ve ailesinin bir gece yarısı her şeyi geride bırakıp göç yollarına düşmeleri… Rusçuklu Saliha Hanım’ın kırk yıl boyunca altı çocuğuyla birlikte verdiği zorlu ama onurlu yaşam mücadelesi…
Kendi geçmişinin izlerini sürmek için Paris’ten kopup Edirne’ye, oradan İstanbul’a gelen Garo’nun bir hafta içinde yaşadığı beklenmedik olaylar ve onun Saliha Hanım’ın devrimci torunu Nur’a duyduğu derin aşk…
Ceviz Ağacı, sadece aynı çatıyı paylaşmış üç ailenin dramatik hikâyesi değil, aynı zamanda 20. yüzyıl Türkiyesi’nin panoramik bir edebi anlatımı. Ermeni Tehciri, Trakya Olayları, Varlık Vergisi, askeri darbeler, ekonomik krizler ve bunca çalkantı arasında savrulan insanlar, yarım kalan hayatlar…
Ama belki de aşk her şeyi yenecek ve yarım kalan tamamlanacaktır.
11. Yabancı (Colin Wilson / Notos Kitap)
“Yabancı kaosa uyanan kişidir.” —Colin Wilson
Colin Wilson’ın kendi yabancılık deneyiminden hareketle iki yıl boyunca Britanya Müzesi kütüphanesine kapanarak yazdığı, 1956’da yayımlandığında büyük sansasyon yaratan ve otuzdan fazla dile çevrilen felsefi-edebi incelemesi Yabancı varoluşçuluğun “Nasıl yaşamalı?” sorusunu enine boyuna kat ediyor. Edebiyat, sanat, felsefe ve dinsel deneyimin hakikatlerini merkeze aldığı varoluşçu fenomenolojiyle romantizmden modernizme, mistisizmden çağdaş psikolojiye kapılar açıyor.
Sartre ve Camus’den Nietzsche ve Van Gogh’a, Dostoyevski ve Hesse’den Blake ve Gürciyev’e uzanan bir çizgide düşünceyle yaşamın, yaratıcılıkla yalnızlığın trajik çelişkisini Batı’nın hem çöküş hem de çıkış simgesi olan “Yabancı”larla sorguluyor Colin Wilson. Kaosun, bilmemenin ve yanılsamanın eşiğinde dünyaya, tarihe, insanlığa, topluma yabancılaşan bu “garip” figürlerin içgörüleriyle “gerçek yaşam”ın peşine düşüyor. Varoluşçu pesimizmin, belirsiz toplumsal muhalefetin ve “kaybeden edebiyatı”nın ötesine bakıyor.
Yabancı’nın hayatın içinden gelen hakikat çağrısı felsefenin temel sorusunu bize yeniden hatırlatıyor: “Aslında bütün mesele neydi?”
12. Guguk Kuşu (Ken Kessey / Nemesis Kitap)
“Muhteşem bir ilk roman… İnsanın içindeki iyilik ve kötülüğe dair sağlam, samimi bir hikâye… Kesey’nin bu kitabı, orta düzeyde kültürlü bir toplumun ‘kurallarına’ ve bunları dayatan görünmez ‘hükümdarlara’ karşı atılan bir başkaldırı çığlığı niteliğinde.” —Time
“Bu dünya… güçlülerin dünyası arkadaş! Var oluş ritüelimizin temelinde, güçlünün zayıfı yutarak daha da güçlenmesi yatıyor. Buna göğüs germeliyiz. Doğrusu da bu zaten. Doğal dünyanın bir kanunu olarak kabul etmeyi öğrenmeliyiz bu gerçeği. Bir tavşan bu ritüelin içindeki rolünü kabullenir ve kurdu güçlü beller. Kurt yakınındayken tavşan kendini savunmak için sinsileşir, korkaklaşır, atikleşir, kendine delik kazar ve saklanır. Böylece sebat eder ve hayatını sürdürür. Yerini bilir. Kurda asla ve asla meydan okumaz. Akıllılık olur mu hiç öylesi? Söylesene, olur mu?”
Amerikalı yazar Ken Kesey’nin en önemli eseri kabul edilen ve aynı isimle sinemaya uyarlandığında büyük ses getiren Guguk Kuşu, en kısa tabirle, bir düzene başkaldırma hikâyesidir. Akıl hastanesindeki mahkûmlar onca yıldır kendilerine dayatılan düzeni açıkça sorgulamaya başladıklarında her şey hızla değişime uğrayacaktır…
13. Bir Dip Balığının Bazı Günleri (Suna Göktuna / Cinius Yayınları)
Eğitimli genç bir kadın olan Aydan, muhtemelen yaşadığı acı tecrübeleri, travmaları ve bunların sonucu olarak belki de sahip olduğu bazı zihinsel sorunları yüzünden zaman zaman gerçeklik algısını kaybederek, beyninin kapısını açtığı bilinmeyen bir evrenin sınırlarından geçmektedir. Zaman içerisinde günlük hayattaki davranışları gitgide bozulmaya ve gerçeklikle yaşamak yerine gerçeklikte kaybettiklerini hayal aleminde bulmaya odaklanır.
Aydan travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor olabilir yahut bipolar veya borderline da olabilir. Ve her geçen gün şizofreniye daha da yakınlaşıyordur belki de. Kendisi de durumunun farkındadır ama zaman zaman şüpheye düşmesine sebep olacak pek çok şeyle de karşılaşmaktadır. Hatta bazı farkındalıklarına rağmen o şeylerin peşine takılıp gitmekten kendini alıkoyamaz. Bilhassa kafasındaki çok renkli kaotik dünya, hayatın sıradanlığı ile karşılaştırıldığında çok daha çekici olduğunda.
Yer yer Aydan’ın düşünce dünyasındaki karmaşık yapılanmadan dolayı gizemcilik ve bilim kurgu ile iç içe girse de daha çok insan psikolojisinin nasıl işlediği; insanın algısının şekillenmesindeki içsel kontrol ve dış etkenlerin savaşı; toplulukların tarihsel temasları ve bu temasların günümüze etkileri; bireysel ve kamusal amaçlar birbirleriyle çeliştiğinde kişilerin neye göre karar aldığı; hiç akılda olmayan amaçların önceliklenmesi noktasına nasıl gelebildiğimiz; dayatmalarla mücadele edenlerin neden önkoşulsuz bir şekilde birlik olamadıkları ile ilgili ve daha pek çok konuda, pek çok soru sorup yanıt arayan bir hikaye bu.
14. Bir Avuç Hurma-Modern Arap Edebiyatı Öykü Seçkisi (Kolektif / Demavend)
“..birlikte Mesud’un hurmalarını toplamaya gittik. (…) Çok fazla insan vardı. Hepsini de tanıyordum. O ise sanki onu ilgilendirmeyen bir şeymiş gibi kalabalıktan uzak duruyordu, halbuki toplanılan hurmalar onun hurmalarıydı. Bazen de bakışlarını, hafif sesler çıkararak düşen hurmalara çeviriyordu. Bir defasında hurma ağacının tepesindeki bir çocuğa yanlış kestiği için kızıp bağırmıştı: “Dikkat et! Hurma ağacının kalbini kesme!…”
“…Nebil ellerini dizlerine koymuş kumda oturuyordu. Vidad ise deniz kenarında yürüyerek sinirlerini yatıştıran ritüellerini gerçekleştiriyor, ayaklarını suya teslim ediyordu. Hayat enerjisinin çoğu geri gelmişti. Nebil ise duygu ve düşüncelerini bir deftere yazıyordu. Vidad’ı düşündü, o dalsız bir gül gibiydi. Sonra kendi kendine yazdı: “Ormanın gecesi, sahilin gecesinden daha yeğdir. Ben baykuşun, yarasanın, çekirgenin, kurbağanın, tilkinin sesini seviyorum. Ama burada her şey bu kumun altında gömülü…”
15.Yoldaş Zylo’nun Yükselişi ve Düşüşü (Dritero Agolli / Ketebe)
Komünizm ve sosyalizm hicvi bir kara roman. Arnavutluk’ta sosyalizm zamanı geçen, bürokrasi ile insan ruhunun çatışmalarını konu alan, yozlaşmayı kara mizah ile anlatan bir eser. Bu kitap, düştükçe yükselenler ve yükseldikçe düşenler için…
“Okuduğumuz bu roman zor şartlar altında can bulmuş bir romandır. İlk bakışta sosyalizm döneminin özgürlüğe izin vermeyen katı kurallarına uyan bir şekilde yazılmış gibi dursa da aslında büyük bir zekâ ve ima ile yazılmıştır. Derin ve şaşırtıcı bir hiciv ile karşı karşıyayız!” —Alen Boske, Le Figaro
“Okuduktan sonra insanda hem bir tebessüm uyandıran hem de bir iç sızısını var eden bu kitap sayesinde geçmişimizi hatırlıyoruz.” Ralf Shuler, Neue Zeit
16. İstanbul Her Şeye Rağmen (Timurtaş Onan / Art Studio)
Fotoğraf sanatçısı Timurtaş Onan’ın, 80’lerden bugüne İstanbul’un gündelik yaşamına dair görsel hikayelerle yüklü yeni fotoğraf kitabı “İstanbul Her Şeye Rağmen ” ekim ayında fotoğraf severlerle buluşuyor!
Bugüne dek ulusal ve uluslararası pek çok proje ve sergiye imza atan İstanbullu fotoğrafçı Timurtaş Onan’ın 80’lerden bugüne İstanbul fotoğraflarından oluşan “İstanbul Her Şeye Rağmen” kitabı Art Studio Yayınları’ndan çıkıyor. Ekim ayında fotoğraf severlerle buluşacak olan kitap, 80’lerden bu yana İstanbul’un geçirdiği kültürel, ekonomik, demografik ve mimari değişimlere detaylı olmasının yanı sıra panoramik bir bakış da sunuyor. Kitapda ağırlığı analog 120 adet siyah beyaz fotoğraf yer almaktadır. Fotoğrafların taranması, seçimi ve kitabın tasarımı yaklaşık bir buçuk yıl sürmüştür.
Fotoğraf çekmeye başladığı 80’li yıllardan bu yana İstanbul’u sayısız defa kadrajına almış olan Timurtaş Onan, yeni kitabıyla bu kadim kentin hafıza kutusuna yeni bir andaç bırakıyor. İstanbul’un simgesi olan tarihi yapılar, dar sokaklarıyla güngörmüş Suriçi; çarşılar, pazarlar, camiler, meydanlar, gecekondu mahalleleri; martılar, balıkçılar, hamallar, Çingeneler, sokak çocukları, evsizler, yaşlılar; vapurlar, takalar, simit tablaları, oltalar ve banklar, kendilerine özgü hikayeleriyle birbirlerini bütünleyerek fotoğraftaki yerini alıyor. Onan’ın fotoğrafları, “an”da kendini gösteren hesapsız ve kurgusuz gerçeğin; sersemleten, büyüleyen, değiştiren, dönüştüren ve “her şeye rağmen” kendini var eden olagelişini belgeliyor. Timurtaş Onan, “İstanbul Her Şeye Rağmen” kitabıyla dışarıdan ne kadar müdahale edilirse edilsin; hayatın ve şehrin her şeyden azade kendine özgü bir akışı olduğunu ve bu akışı hiçbir şeyin değiştiremeyeceğini ortaya koyuyor.