Her hafta olduğu gibi bu hafta öncesinde de sizler için bir kitap önerisi listesi hazırladık. 21 kitaptan oluşan bu haftaki listemizde ağırlıklı olarak romanlara yer verdik. İşte kitap önerisi…
1. Köylüler Kodamanlar ve Bombalar (Hans Fallada / Everest Yayınları)
20. yüzyıl Alman edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Hans Fallada’nın, 1928 Almanya’sının fotoğrafını çeken Köylüler, Kodamanlar ve Bombalar romanı, Büyük Buhran döneminde iyice yükselen vergilerin ateşlediği bir toplumsal ayaklanmayı ve bu durumu kullanan siyasi komployu konu alıyor. Fallada, Almanya’nın küçük bir kentinde yaşanan olaylar ışığında, ülkeyi adım adım Hitler’in ellerine bırakan koşulların, siyasiler, basın, işçi ve köylü temsilcileri sacayağında nasıl hazırlandığını, benzersiz bir gerçeklik duygusuyla dile getiriyor.
Fallada, “herkesin herkesle savaşını” anlatmakta o denli usta ki, o küçük kentte elbirliğiyle hazırlanan komplonun tüm aktörleri; basının siyasilerle işbirliği içinde olduğu, rakip gibi görünen gazetelerin el altından aynı patrona çalıştığı, böylece yapılan kontrollü muhalefetle kitlelerin öfkesinin yatıştırıldığı ya da tahrik edildiği, Nazilerin parti arkadaşlarından, Kızılların yoldaşlarından şüphelendiği bu güvensiz ve provokasyona açık ortam bugün de geçerliğini sürdürüyor.
“Bu kadar gerçekçi, bu kadar dürüstçe, hayata bu kadar yakın yazdığı için Fallada övgüyü hak ediyor.” —Hermann Hesse
2. 11.Peron (Gökhan Duman / Vadi Yayınları)
“Eşim Almanya’ya gidiyorum dediğinde hiç ses etmedim. Adını ilk defa duyuyordum. Yolculuk trenle üç gün sürüyor dediği o an anladım. Demek benden bu kadar uzağa gidiyordu.”
“Eşimden bant gelmiş, bütün ev teybin başındayız. Eşim bantta ‘iyisiniz inşallah’ diyor bütün ev ‘iyiyiz iyiyiz’ diyor, ‘köye kar inmiştir’ diyor, herkes ‘indi indi’ diyor. En son anasını, babasını herkesi andı, kalanlara da hasretle selam ederim dedi. İşte o kalan bendim.”
“Bazı aileler vardı hani, çok önemsenmezdi. Ama her bayram kapınızı çalar, az oturup giderdi. Biz işte o aileydik.”
“18 yıl Essen’de çalıştık ama adres sormadan bir yeri bulamıyorduk. Biz hep şehrin altını gördük, üstünü görmedik ki bilelim.”
“O zamanlar tek firma vardı, o götürüyordu cenazemizi memlekete. Ama hafta sonu kapalıydı. Biz de ne yapalım, inşallah hafta içi ölürüz diyorduk.”
3. Ölümden Hayata (Tektaş Ağaoğlu / h2o Kitap)
“İnsan manevi bir makinedir!”
Bedeni tüketen kişiye özel bir icat. Tuhaf, birbirine çok yakın ama benzersiz insan manzaraları yaratıyor.
Tektaş Ağaoğlu bizi bu manzaralar arasında dolaştırıyor:
Sakinlerinin hayatta olduğu bir mezarlığa götürülüyoruz.
Bir tren yolcusunun zihnen gerisin geriye gidişine eşlik ediyoruz. Kış –mevsimlerin en yalnızı değil midir?– vakti parkta bir gezintiye çıkarılıyoruz. Aciz kalanın –onu karşılayan, diğerinin gözlerinin gerisindeki acıdır– hayal kırıklığını paylaşıyoruz…
Gençliğinde yaptığı kötülüğün ıstırabını çeken bir ruhun, başkasının bedenine yaptığı o uğursuz teklifi kabul edecek miyiz?
Ayrıntılarla inşa edilmiş öyküler, mekândan çok düşünce ve duygulara dair ayrıntılarla. Sürükleyicilikleri ve derinlikleri ortamı kurguluyor ve olay örgüsü beliriyor. Ama olayların çekiciliğine yaslanan bir kurgu değil bu; doğanın, nesnelerin, maddi olanın; “manevi makine”nin hizmetine koşulduğu bir dünya.
Bu kitap ilk olarak 1956 yılında yayınlandığında yazarı 22 yaşındaydı. Akabinde komünist oldu ve Ağustos 2017’ye kadar öykülerinin bir daha yayınlanmasını istemedi. Şimdi, yarım yüzyıldan sonra, “Ölümden Hayata uzanan, yaşayan ile yaşamayan arasındaki bağ.”
4. Fasa Fiso (Teoman / hep kitap)
Şarkılarıyla rock müziğe damgasını vuran Teoman bu defa kendi hayatına dair hikâyelerini anlatıyor. Çocuk Teoman’dan rock yıldızı Teoman’a uzanan yolculuğunu anlatırken, zaman zaman şarkı sözleriyle röportajlardan alıntılar da anılara eşlik ediyor. Teoman şarkılarını yazarken kendi karanlığının sesine kulak veren, inişli çıkışlı ilişkilerimize, ayrılıklarımıza, yaralarımıza, özlemlerimize dokunan bir rock yıldızı…
Bugüne dek hikâyelerini hep şarkılarıyla anlatan Teoman, şimdiyse yaşamından küçük izleri, küçük anı parçalarını Fasa Fiso adlı kitabında bir araya getiriyor. Fasa Fiso’da tanıdığınızı sandığınız Teoman’dan çok daha fazlasını bulacaksınız, hatta aydınlık yanlarını bile… 50 yaşının olgunluğunda, geçmişe duyduğu özlemin her zerresini yaşayarak, eğlenceli yanlarını da ortaya koyarak hayatını ve hayatımızı özetleyen Teoman, kulağımıza eğilip “O peşinden koştuklarımız var ya, o yaşadıklarımız, onlar hep” diyor o içimize işleyen sesiyle, “hep Fasa Fiso.”
5. Ham’li Çiftçi Giles (J.R.R. Tolkien / İthaki Yayınları)
J.R.R. Tolkien’in Hobbit ile Yüzüklerin Efendisi arasında yayımlanmış klasik çocuk hikâyesi.
Ham’li Çiftçi Giles bir kahramana benzemiyordu. Kocaman bir göbeği vardı, sakalı kızıldı ve sakin, konforlu bir hayatı tercih ediyordu. Fakat bilmeden istemeden, nispeten sağır ve miyop bir devi korkutup kaçırınca, Çiftçi Giles’ın şöhreti diyara yayıldı. Ne yazık ki kurnaz ejderha Chrysoplax krallığın başına bela olunca, onunla dövüşmesi için de Çiftçi Giles çağırıldı.
Hobbit ve Roverandom gibi, Ham’li Çiftçi Giles da J.R.R. Tolkien tarafından başta çocuklarını eğlendirmek için uyduruldu, ancak hikâye genişledikçe daha ayrıntılı bir hal aldı. Nihai hali ise zekice anlatılmış, hayal gücü dolu hikâyeleri seven tüm okurlara hitap ediyor.
“Devlerin ve ejderhaların krallıkta gezindiği zamanlarda geçen muazzam bir öykü.” —Sunday Times
Bu edisyonda, ilk kez 1949’da yayımlanmış tam metin ve Pauline Baynes’in çizdiği, Tolkien’in öyküsü için en uygun seçim olduğunu söylediği orijinal illüstrasyonlar bulunuyor. Aynı zamanda öykünün yazılmış ilk taslağını ve bir devam hikâyesi için Tolkien’in notlarını da içeriyor.
6. Oyun İçinde Oyun (Nur Gürkan / Karınca)
Elinizdeki kitap bir tiyatro eseri olup; tamamen kurgudan ibarettir.
“Konu milattan önce, Eski Yunanistan’ın Kutsal Argos adlı ülkesinde geçer… Seçimde, büyük bir çoğunlukla iktidara gelen Salamandros, kendi başına çıkardığı bir yasa ile devletin rejimini değiştirerek, krallığını ilan edip ‘tek adam’ olarak ülkeyi keyfince yönetmeye başlar… Haliyle zor günler geçiren ülkede, ‘Bir Evlenme Programı’na konuk olan iki Argoslu, programı izlemelerinin yanı sıra, aralarında ülkede yaşanan olaylar üzerinde mizahi bir dilde değerlendirmeler yapıp söyleşirler…”
“Bu dünya evrensel bir tiyatro sahnesi olup, bu sahnede emperyal bir proje bağlamındaki bir senaryoya göre, bir oyun oynanmaktadır ve tüm oyunlar da haliyle, bu oyunun içindedir…”
7. Sürgün Ruhlar Senfonisi (Erden Bolerden / Çınar Yayınları)
Erden Bolerden, plaza cehennemlerinde çırpınıp duranlardan birinin, Salih’in dramını anlatıyor. Salih’in acımasız iş yaşamında bir robota dönüşmemek için verdiği mücadele onu, egoizm ve acımasızlıkla dolu bu dünyada bir Kafka karakteri kadar ilginç hale getiriyor.
Sürgün Ruhlar Senfonisi, “Bu dünya bir cehennem,” diyenlerin asla unutamayacakları bir roman.
“Cam kapıları yusyuvarlak kolçaklarından ittirmemle birlikte şirketin atmosferi dalga dalga suratıma hücum etti. Yüreğim ağzımda atıyordu. Karolarla döşenmiş zemin parlak, dekorasyon pahalı, işyeri köşe bucak bej tonlarıydı. Girişe bitişik uzayan danışma bölmesinin diğer tarafında bulunan sekreteri nazik bir ‘Günaydın’ ile ardımda bırakarak şirketin ortasına doğru hareketlendim. Meraklı iş arkadaşlarım kadroya yeni dahil olan bu kişiyi tartmak için kafalarını senkronize kaldırdılar. Fakslar susmuş, ahizeler kapanmış, fotokopi makinaları kopyalamayı bırakmıştı. Mesainin ilk dakikalarında ben vardım.”
8. Sırtında Sepeti-Bafra’dan Hopa’ya Kadınlık Halleri (Kolektif / Phoenix)
Emek Yıldırım ve Özlem Şendeniz, bir kısmı Karadeniz’de doğup büyümüş bir kısmı hasbelkader yolu bu coğrafyaya düşmüş ve burada yaşayan bir grup kadınla birlikte ilmek ilmek ördükleri bu çalışma ile, okuyucuları, Bafra’dan Hopa’ya Karadeniz’deki kadınlık hallerini irdelemeye çağırıyor. Kitapta temel olarak ele alınan iki ana hat; bir yandan bölgedeki mevcut milliyetçi, muhafazakâr ve devletçi yapılanmayla organik bir bütünlük içinde varlığını sürdüren patriyarki ve “hegemonik” erkeklikleri daha görünür kılmak iken, diğer yandan bu coğrafyanın tüm kadınlarının anlattıkları üstünden hayatın saklı diğer yanındaki “öteki” kılınanların seslerini dinlemektir.
Karadeniz’e dair örtük ama yaygın bir biçimde var olan oryantalist klişelerle, stereotiplerle inşa edilen imgelerden biri olarak zihnimizde canlandırdığımız Karadeniz kadınlarının kendilerini anlatmasına kulak vermeye ve sırtlarındaki sepetlerin içine bakmaya hazır mısınız?
“Zira kitap, sizi bir stereotip ile yüzleşmeye çağırarak başlıyor derdini anlatmaya. Gözlerimizi kapatıp Karadeniz ve Kadın kelimelerini ardarda sıraladığımızda hatırımıza düşen bir imgeyle yapıyor bunu: Bir sepet ve o sepeti yüklenmiş bir kadın… Çalışkan, yürekli, sivri dilli, her işi becerebilen, dünyanın yükünü sırtlamış, diğer yandan halinden de memnun (!) “Karadeniz kadını.” Bölgede yaşayanlar, bölgeyle temas halinde olanlar bilir ki bu genelleme bir dış kabuktan daha fazlası değildir. Biz, sizleri, çalışmamıza kıymet verip okuyacak olan okuyucularımızı, bu dış kabuğun içine bakmaya davet ediyoruz.” —Özlem Şendeniz & Emek Yıldırım
9. N Kentinde Sıradan Bir Gün (Ferdi Amca / Ki Yayınları)
Ferdi Amca, geniş okuma ve ilgi alanlarından süzdüğü birikimi ustalıkla ve abartısız işleyen bir öykücü. Öyküleri, minimal motifleri birbirine bağlayan öznenin bilgelik dolu kavrayışı üzerine kurulu. Saydam, çapaksız ve şeffaf. Derinlikleri ve yüzeyleri, içi ve dışı; yan yana gelemeyen uzlaşmaz imajları tek karede göstererek yaşamın devingen ve çürüyen yönlerini gösteriyor. Hızın ve ideolojik saplantıların isimsizleştirdiği (kişiliksizleştirdiği) kentlerde, bir tekrardan diğerine, düşten gerçeğe, gerçekten düşe attığı ilmeklerle sıradanlığın içindeki sıradışını, sıradışının içindeki sıradanlığı açığa çıkarıyor. Entelektüel yığılımın karşısına konumlandırdığı sahici yalınlık, Türkiye’nin panoramasıdır bir bakıma. Büyük tartışmaların, görkemli söylevlerin, içeriksiz vaatlerin görmezden geldiği ayrıntılardaki hakikat, yaşamın ve ölümün bu birlikteliği, nesnelerin müziğinde belirginleştiriyor. Biçimsel olarak da deneyselci. Çağın betimini yakalayan anlatım tekniklerini, Türkçenin imkanlarına yaslanarak geliştiriyor.
N Kentinde Sıradan Bir Gün, Ferdi Amca’nın özgün öykücülüğünü gösteren bir ilk kitap olarak keşfedilmeyi bekliyor.
10. Son Tanık (Glenn Meade / Kırmızı Kedi)
Yugoslavya parçalanmakta, dünyanın Nazilerden sonra verdiği bütün sözlere rağmen Avrupa’nın göbeğinde bir başka soykırım yaşanmaktadır. Koalisyon kuvvetleri, Saraybosna’nın eteklerinde bulunan Omarska Kampı’ndaki katliamdan sağ kurtulmayı başarmış, ancak yaşadığı derin travma yüzünden konuşmaktan bile aciz küçük bir kız bulur. New York’lu bir hukukçu olan Carla Lane’in, yıllar önce Yugoslavya’da yaşanan “etnik temizlik”le ilgili pek az bilgisi vardır. Genç kadın, hamiledir ve müzisyen kocasıyla ideal bir hayat sürmektedir. Ancak kocasının gizemli bir suikastta öldürülmesiyle, Carla’nın zihnini bir süredir meşgul eden garip görüntüler şiddetlenir. Bunların izini süren genç kadın, çocukluğunda ağır bir psikolojik tedavi gördüğünü ve psikiyatristinin ona annesinin günlüğünü vermesiyle, ailesinin 20 yıl önce Bosna’daki bir ölüm kampında, büyük bir vahşetin kurbanları olduğunu öğrenir. Carla’yı zorlu bir sınav beklemektedir. Gerçek kimliklerini saklamak ve kurdukları suç imparatorluğunu muhafaza etmek adına kanlı geçmişlerinden geriye kalan son tanığı da susturmaya kararlı olan suçluları bulmalıdır.
11. Dün Bugün Yarın (Jay Asher / Pegasus Yayınları)
Yıl 1996… Lise öğrencilerinin çoğu daha interneti hiç kullanmamışken EMMA, Windows 95 yüklü ilk bilgisayarını almıştı.
En yakın arkadaşı JOSH’la ilk kez internete bağlandılar ve kurulmasına bile daha sekiz yıl olan FACEBOOK’ta on beş yıl sonraki hallerini gördüler.
KADERİN karşılarına neler çıkaracağını herkes merak eder.
Emma ve Josh ise bunu öğrenmek üzereydi…
“Gelecek korkusuyla anın mutluluklarını feda etme riskini konu alan bir romantik komedi.” —Shelf Awareness
“Bugününüzü altüst etse dahi geleceğin büyüleyici olabileceğini gösteriyor.” —Bulletin of the Center for Children’s Books
“İnsanın kendini bulmaya çalışmasına dair, son derece sevimli bir romantik komedi.” —School Library Journal
1996… Herkes makarena dansı yapıyor, Spice Girls kalpleri fethediyor, lise çağındakilerin çoğu daha internetle tanışmamış, çok küçük bir azınlığın ceptelefonu var ve henüz ne Google kurulmuş ne de sosyal medya kavramı ortaya çıkmış.
Böyle bir dünyada bir gün internete girdiğinizde Facebook adlı garip bir sitenin mavi beyaz ekranında on beş yıl sonraki halinizi gördüğünüzü düşünün. İlişkilerinizi, arkadaşlarınızı, çocuklarınızı, kariyerinizi, çıktığınız tatilleri, saçınızın o korkunç kesimini… Ne yapardınız? İşte, geçtiğimiz kasımda her şey değişene kadar yakın arkadaş olan Emma ile Josh’ın başına gelen tam olarak bu.
Sayfayı her yenilediklerinde gelecekleri de değişen iki arkadaş, hayatlarında onları bekleyen iniş çıkışlarla mücadele ederken doğruları ve yanlışlarıyla yüzleşmek zorunda kalacak…
“Hem kendi kaderimizi nasıl yazdığımız hem de bu kaderin teknoloji tarafından nasıl belirlendiği ele alınıyor. Yazarlar, okurları günümüz teknolojisinin, bize yardım etmenin yanı sıra bize nasıl engel olduğunu düşünmeye zorluyor.” —ALAN Review, Meghan Anderson
12. Psikanalitik Duyarlıklı Bakışla Romanları Yaşamak (Haluk Sunat / Nota Bene Yayınları)
Romanları Yaşamak, yazarın, farklı zamanlarda yazılmış ve yayımlanmış yazılarından bir seçki. Yazılarında ele aldığı romanlara bir başka açıdan bakıyor yazar. Birer yazınsal metin eleştirisi olarak da okunabilecek olan bu örneklerin ortak noktası, okurun bakışını psikanalitik duyarlılığa çağırıyor oluşu. Kitap, yazarın daha önceden yayımlanmış olan, Birey Sorunsalı/ ‘Psikanaliz ve Eleştirel Bir Bakışla Marksizm’; Hayal, Hakikat, Yaratı; Boşluğa Açılan Kapı; Spinoza ve Felsefesi kitaplarındaki bakışın devamı niteliğinde ve yazarın bundan sonra yayımlanacak olan, ‘yaratıcı edim’in çözümlemesi ve tartımını ‘estetik-poetik’ eksende yürüten çalışması için de bir ön okuma imkânı sunuyor.
Romanları Yaşamak, alışıldık edebi değerlendirmelerin ötesine geçilebilmesini sağlamakta, roman okumaya bir başka derinlik katmaktadır. Nitelikli edebiyat okumaları için mutlaka edinilmesi gereken bir yapıt…
13. Soygun (Kasım Hocalar / Dorlion Yayınevi)
Polisler insanları güvenlik hattının dışına itmeye başladılar. Kalabalık ile rehineler birbirlerine karışmıştı. Polisler herkesi güvenlik hattının dışına çıkardılar. Tam anlamıyla bir hengame yaşanıyordu. Korkudan herkes arka sokaklara kaçışmaya başladı. İçeride ağlayan rehine kadın mağazaların önünden geçerken çantasından küçük bir torba çıkarıp içindekileri avucuna boşalttı. Avucunun içine parlak mavi elmaslar döküldü. Gülümseyip elmasları çantasına koydu.
14. Yağmuru Kışkırtma (Hüseyin Gül / Artshop Yayıncılık)
Dudaklarını şekillendiren içinde birikmiş acının yükünden başka ne olabilirdi? Acının kıvrımlaştırdığı bu dudaklar, şekilden şekile büzülürken, yerini yer yer gözünden dışarı taşan sellere bırakıyordu.
15. Kara Delik (Charles Burns / Flaneur)
“Korkunç bir etiketleme oyunu gibiydi… Ne olduğunu anlamak zaman aldı… Ama sonunda sadece ergenlere bulaşan bir hastalık olduğunu fark ettiler. Ona ‘Ergen Vebası’, ‘Mikrop’ gibi isimler verdiler. Binbir türlü öngörülemez belirtisi vardı. Bazıları çok kötü değildi, sadece birkaç yumru… Çirkin bir kızarıklık. Bazıları ise yeni beden parçaları çıkaran canavarlara dönüştüler. Ama belirtilerle baş edebilseniz bile, bir kez etiketlendiğinizde, size sonsuza dek ‘O Şey’ deniliyordu.” [Kitaptan]
Yakalananların toplumdan dışlandıkları bir hastalığın birbiriyle buluşturduğu karakterler, kendilerini “yeni” toplumsallıkların, “yeni” kuralların, “yeni” bir sevginin, “yeni” bir şiddetin sarmalında gerçeküstü ve tedirgin edici bir dünyada bulurlar…
Charles Burns’ün 1995’te yazıp çizmeye başladığı 12 Black Hole fasikülü tek cilt olarak Türkçe’de. Kara Delik’in evreni, karakterlerin kendi kaçış çizgilerini izledikleri ve genelgeçer okul bilgileri ile başlayıp ormanın ve yalnızlığın eğitiminden geçtikleri, kendi keşiflerini, kendi kayboluşlarını yaşadıkları bir evren. Bütün metaforik referans sisteminin ötesinde, Burns’ün eseri, hikâyesini kurduğu 70’lerden öncesine de, sonrasına da (elbette günümüze dek) uzanıyor ve her daim gündemde, her daim “mesele” olan/olagelen can alıcı konulara dikkat çekici biçimde ustalıkla değiniyor. Burns’ün yarattığı atmosfer kendi gençliğinin, aynı zamanda 70’lerin idealizm-sonrası kültürünün ve karşı-kültürünün, öteki’nin, canavar’ın, ben’in tanınmasının ve tanımlanmasının hikâyesi. Bir ev ve evin dışı… içine kapanılan “özel” alanlar ve başkasının yaralarının tanınması için aşılan mesafeler… sağlık ve hastalık… aile ve komünler… insan ve insan-dışı hayvanlar… bir biyoloji dersinin ayıklığına karşı yakınlardaki bir ormanın sisleri…
Eserin “karanlık” ünü de belki tüm bu kontrastları aşan, zengin ve tekinsiz ara-durumları kutsayan bakışından geliyor. Cinsel yolla bulaşıp yayılan “Ergen Vebası” aileye, bedene, “dışarı”ya bakış açılarını değiştiriyor ve Chris ile Rob’un, Keith ile Eliza’nın, “genç oluş” ile “yetişkinliğin” sınırları grotesk bir atmosferde belirsizleşiyor. Tekinsiz bir gülümseme, gizli bir kuyruk, hazmı zor, benzersiz çizimler.
Grafik romanın başyapıtlarından Kara Delik, Soft ve Hard kapak olarak iki ayrı edisyonla, Flaneur etiketiyle raflarda.
16. Darwin’in Kayıp Dünyası-Hayvan Yaşamının Gizli Tarihi (Martin Brasier / Kolektif Kitap)
Türlerin Kökeni’ni kaleme alırken Charles Darwin’in kafasını tek bir soru karıştırıyor ve evrim teorisini çıkmaza sokuyordu: “Neden Kambriyen dönemden önce yaşamış canlılara ait kalıntılar bulunamıyordu?” Literatürde “Darwin’in İkilemi” olarak bilinen bu problem yıllarca çözülemeyecekti, ta ki paleontoloji profesörü Martin Braiser evrimin “kutsal kâse”sinin peşine düşene kadar.
Darwin’in Kayıp Dünyası Braiser’ın Kambriyen patlaması öncesinde yaşamış canlı türlerine ait fosilleri arayışının öyküsünü anlatıyor. Karayip sahillerinden Sibirya steplerine uzanan bu zorlu bilimsel çaba, hayvan yaşamının evrimindeki kayıp halkaların izini sürüyor. Bilimin en büyük gizemlerinden birinin kapısını aralarken bizi günümüzün canlı çeşitliliğinden karmaşık hücrelerin ortak yaşama dayalı kökenine uzanan bir yolculuğa çıkarıyor.
“‘Kambriyen patlaması’ evrimsel bulmacaların en büyüğüdür ve son yıllarda büyük araştırmalara konu olmuştur. Braiser’ın merak uyandırıcı kitabı bize bu konuda tatminkâr bir yanıt veriyor. Konusunu geniş kitlelere bu kadar canlı ve kapsamlı bir şekilde sunma beceri ve iradesine sahip çok az yazar vardır.” —Anthony Hallam
“Organizmaların ve çevrenin birlikte yarattığı bu evrimsel hikâyede Darwin’in İkilemi’ne Braiser’ın bulduğu çözümü okumak büyük keyif.” —Lynn Margulis
Türlerin Kökeni’ni kaleme alırken Charles Darwin’in kafasını tek bir soru karıştırıyor ve evrim teorisini çıkmaza sokuyordu: “Neden Kambriyen dönemden önce yaşamış canlılara ait kalıntılar bulunamıyordu?” Literatürde “Darwin’in İkilemi” olarak bilinen bu problem yıllarca çözülemeyecekti, ta ki paleontoloji profesörü Martin Braiser evrimin “kutsal kâse”sinin peşine düşene kadar.
Darwin’in Kayıp Dünyası Braiser’ın Kambriyen patlaması öncesinde yaşamış canlı türlerine ait fosilleri arayışının öyküsünü anlatıyor. Karayip sahillerinden Sibirya steplerine uzanan bu zorlu bilimsel çaba, hayvan yaşamının evrimindeki kayıp halkaların izini sürüyor. Bilimin en büyük gizemlerinden birinin kapısını aralarken bizi günümüzün canlı çeşitliliğinden karmaşık hücrelerin ortak yaşama dayalı kökenine uzanan bir yolculuğa çıkarıyor.
“‘Kambriyen patlaması’ evrimsel bulmacaların en büyüğüdür ve son yıllarda büyük araştırmalara konu olmuştur. Braiser’ın merak uyandırıcı kitabı bize bu konuda tatminkâr bir yanıt veriyor. Konusunu geniş kitlelere bu kadar canlı ve kapsamlı bir şekilde sunma beceri ve iradesine sahip çok az yazar vardır.” —Anthony Hallam
“Organizmaların ve çevrenin birlikte yarattığı bu evrimsel hikâyede Darwin’in İkilemi’ne Braiser’ın bulduğu çözümü okumak büyük keyif.” —Lynn Margulis
17. Eşya ve İnsan-Bir Pratik İlişkinin Felsefesi, Pedagojisi ve Sosyolojisi (Arnd-Michael Nohl / Ayrıntı Yayınları)
Bu kitabın konusu “eşya pedagojisi”: Eşya kullanmayı nasıl öğreniriz; örneğin bisiklete binmeyi? Eşya bizi belli bir beden duruşu almaya nasıl zorlar, örneğin kötü bir beden duruşunu neredeyse olanaksız kılan, eğimli oturma yerine sahip ergonomik bir sandalye? Eşya bizimle birlikte nasıl değişir, işlevsellikleri nasıl yeni boyutlar kazanır, örneğin internetin oluşum sürecinde? Büyüme sürecimizde eşya nasıl sıradanlaşır? Onları kullanma yoluyla beceri kazanarak, onlar hakkında bilgi edinerek insan eşya ile nasıl öğrenir? Eğitim amacıyla eşya yetkilendirilse ve sonrasında insan belirli davranışları ve aynı zamanda kendine bağlı yönelimleri eşyadan bekleyecek olsa ve bunun sonucunda kendini eğitse ne olur? Çocuklar –sosyalleşme anlamında– kendileri için çok doğal olan eşya dünyasına ne şekilde girerler? Ve eşya nasıl insanların şu söz konusu yaşamla ilgili yönelimlerini dönüştüren yönelim geliştirme süreçlerine dahil olmuştur?
Eşyanın eşya olma durumu, insanlarla doğrudan bağlantısı ve aynı zamanda işlevselliklerinin değiştirilebilir olması üzerine düşünmeden tüm bu sorular yanıtlanamaz.
Arnd-Michael Nohl, bu önemli kitabında, sıradan görünen ayrıntıların önemine değiniyor ve zihinleri açıyor.
18. Maske ve Bayrak (Paolo Gerbaudo / Kafka)
“Mısır’dan Amerika’ya değin neoliberal kemer sıkma politikalarıyla ve giderek artan bir şekilde otoriter devletlerle karşı karşıya kalan yeni nesil, anarşist ağ oluşturmayı sol popülizmin zengin mirasıyla birleştiren bir direniş hareketi yarattı. Bu fenomenin sarih bir açıklaması olarak Maske ve Bayrak daha iyi bir zamanlamaya sahip olamazdı.” —Paul Mason, PostCapitalism ve Why It’s Kicking Off Everywhere’in yazarı.
“Maske ve Bayrak, “meydanlar hareketi” konusundaki her zamanki bayağılıkların ve hüsnükuruntuların ötesine geçen ve gerçekten kışkırtıcı bir kavrayış sağlayan az sayıdaki çalışmadan biri. Umutla, bu hareketle ilgili gelecekteki çalışmalara ve yanı sıra daha genel olarak yirmi birinci yüzyılın başındaki ilerici siyasete ilham verecek.” —Cas Muddle, University of Georgia ve University of Oslo, Populism: A Very Short Introduction’ın yazarı.
“Popülizm teriminin hem kullanıldığı hem de istismar edildiği bir zamanda, bu kitap, yurttaşlık ve demokrasiye dair yeni kavramlarla karakterize edilen uzun süreli çekişme siyaseti dalgasının ortaya çıkmasına işaret ederek özgün bir siyasal çerçeve ve kemer sıkma politikalarına karşı geniş yelpazeli yoğun ampirik bir analiz ortaya koyuyor. İlerici siyasetin başarıları ve aynı zamanda karşılaştığı zorluklar üzerine ufuk açıcı bir çalışma.” —Donatella della Porta, European University Institute’te sosyoloji profesörü, Social Movements in Times of Austerity’nin yazarı.
“Bu kitap, Brexit ve Trump zamanında çok önemli bir okuma, çünkü bize popülizmin yükselişinin bir şok mesajı olduğu kadar bir umut mesajı olduğunu da hatırlatıyor. Aktivistlerin anlatımlarından yararlanan Gerbaudo, yenilenen demokrasinin temelini oluşturan hareketlerin hem hayallerinin hem de karmaşasının içerisine giriyor.” —Tim Jordan, University of Sussex’te Dijital Kültürler profesörü ve Information Politics’in yazarı.
19. Hesiodos’tan Marx’a Çalışma İdeoloji (Arif Arslan / Sosyal Araştırmalar Vakfı)
Çalışma tüm insanlık tarihinde önemlidir ama kapitalist toplumda emek, çok farklı mekanizmalar içinde, kendisine rağmen bir işleyişe tabi olmuş durumdadır. Bu işleyişin inşa edici gücü, işleyişin
bir bütün olarak tahayyül edilmesini zorlaştırmıştır. Sanayileşmenin temel bileşenleri makinelerin ve inorganik enerjinin gelişimi ile işbölümü hızlanmıştır. Kapitalist toplumda yoğunlaşarak artan
işbölümü, bilinçli işi yani akıl ile el arasındaki bağlantıyı da koparmıştır.
Bu evcilleştirmeyi daha da kolaylaştırıyor, emek-gücünün kendi elleriyle inşa ettiği dünyayı tahayyül etmesi daha da zorlaşıyor. Yazarımız doğallaştırma ve evcilleştirmenin sonucu ortaya çıkan “böyle gelmiş böyle gider” ortak algısının, “Alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete!” ile sonuçlandığını örneklerle gösteriyor.
Özellikle din, millet farklılıklarını harekete geçiren güncel siyasal ortam çok iyi örneklerle ele alınıyor. Sermayenin işleyişi içindeki tüm mekanizma bir de din-millet gibi söylemlerle daha bir paketlenerek görünmez kılınıyor. Bu yüzden soruna emek açısından değil de kapitalizmin yarattığı tüm toplumsal ilişkiler seti içinden yaklaşmak önem kazanıyor.
20. Poeturka (Mehmet Yaşın / Yitik Ülke Yayınları)
“Mehmet Yaşın’ın önemli sorunları gündeme getirdiği kanısındayım… Değişik ülkelerde, değişik yazın ortamlarına girip çıkan bu genç şair, bizi daha önce sorun etmediğimiz konuları düşünmeye zorluyor.” —Memet Fuat
“Mehmet Yaşın’ın denemeleri, şiirindeki orjinalliğin kaynağını gösteriyor. Şimdilerde herkesin kutladığı çokkültürlülük, ulusçuluk çağında gerçek bir ‘çokkültürlü’ olan şairin deneyimlerinden trajik yanlarıyla öne çıkıp sorgulanıyor.” —Gregory Jusdanis
“Konu Mehmet Yaşın’ın şiiri olunca, düzyazılarıyla sürdürdüğü yan eyleminin etkisinde kalınmamış olmak ayıptır diye düşünüyorum… ‘Azınlık’tan olma. Derdinin başı bu. Ama (bunu) şiirler yazarak bir ayrıcalığa dönüştürdüğünü düşünüyorum. Ayrıksı duruşundan eliyle ördüğü duvara şöyle yaslanarak bir şiir çağırışı var, bir şiir çağırışı var, insan diyor ki bundan güzel iktidar mı olur?.. Önemli olan fark edilmek burada. Susarak bile iktidar olunabilir. Mehmet Yaşın gibi bir entelektüel salt bu duruşu dolayısıyla bir iktidar olarak ışımaktadır dünyamızda.” —Gülten Akın
“Ara-yerde veya çoğul-yerde bulunmak, Mehmet Yaşın’ın şiirlerinde öne çıkan bir temaydı… başka bazı şairlere de böyle bir deneyimin ışığında bir kez daha bakıyor.” —Orhan Koçak
21. İnsanya (Mehmet Esat Halaçoğlu / İkinci Adam Yayınları)
İnsanlar zaman zaman çıkmaz bir sokağa sapar. Bir çözüm bulamaz içinde bulunduğu duruma. Ateş çemberinde kalan bir akrep misali, işin içinden çıkamayınca kendisini sokar….Kaç insan kendisiyle dürüstçe yüzleşebilir ki? Kendi iç dünyası ile yüz yüze gelmenin adıdır İnsanya….Kısaca hayatın ta kendisi, insanın hayatının tüm çıplaklığıyla itiraflar bölümüdür İnsanya… İnsanya’da insanlar, önce “Ben” demeyi öğrenmelidir. Önce “Ben” demelidir ki başkalarını düşünecek bir ben olsun hayatta. Unutmayın, en yakınlarına faydalı olmak isteyen, önce “Ben” demesini öğrenmeli İnsanya’da… Zira insanın en yakını en yakanıdır. Yanıp da kavrulmamaktır İnsanya… İnsanya’ya hoş geldiniz!