Ananevi coğrafi alışkanlıkların aksine konuşmamak için söylemeye mecburuz ki bu köyün de doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyi var. Vicdanımızı da saymak için, ititraf etmemiz gerekir ki batının, doğunun ve kuzeyin varlığı farazidir. Sadece güneyidir köye hükmedenç Kuzey birkaç söz söylemek isterse güneyin ağzıyla konuşur. Güneş güneyden doğar, güneyden batar. Neticede her şey güneydendir.
Bu satırları yazarken amacımız değerli halkımıza duyurmaktır. Kış mevsiminde bu köye gitmek isteyenler yazlık elbise giymeli; yazın, sıcak günlerde gitmek isteyenlerse çıplak gitmeliler. Yani dekolte giyinmeli.
Mahsusiye şirketi yolcularını serinletmek maksadıyla deniz suyunu içine alan gemiler işletir. Böylece yolcular deniz suyuyla ıslanır ve serinler. Böyle olmasıydı yolcular sıcaktan ölürdü.
Bu köy o kadar kutsaldır ki, birkaç yıl önce, Yahudi’nin biri kehanet edip dedi ki: “Yerin altına girecek k harfiyle başlayan bir köy.” Herkes bu köyün Kadıköy olduğunu bağırdı. Yahudi’nin kehaneti çıkmadı. Köyün itibarı yerle bir oldu. Kehanetin tarihini belirleyenler de oldu. Bu haberi yayan bizim Kayserililer, ucuz fiyatla ev almak için bu tevatürü anlatmışlardır. Neticede ev fiyatları yüzde altmış ucuzladı. Bir çok tüccar alacaklarını tahsil etmek istedi. Kadıköy’de oturanların birçoğu köyden ayrıldı. Bizim Kayserili esnaf bulunduğu yerden kalkmadan, “Ucuz oturalım yerin dibine de girelim,” dedi.
Bu köyde halihazırda üç yüz elli Ermeni var. Ama içlerinde gerçek milletsever olarak ancak yirmi üç ve üç çeyrek insan var. Geri kalanlar diğer mahallelerden göçmüştür. Zamanında tenha bir ovaydı bu köy. Avcılık meraklısı birkaç Avrupalı, köyü ava uygun bularak gelip yerleşti. Milletimizden de bazıları bunların peşine takılıp buraya gelip yerleşti. Bugün Avrupalılar buradan uzaklaşırsa bizimkiler de burayı terk eder.
Kim iddia edebilir ki bizim cemaatseverler Avrupalılara benzemek istemez.
Bu köyde, köyün güneyi hariç, asalet hüküm sürer. Asalet, güney kadar ateşe neden olur; köyün milli işlerine, belki de ondan daha zararlıdır.
Yönetim kurulu seçimlerinde her seferinde anlaşmazlık oluşur. Millet okullarının ilerlemesine çok zarar veren yönetim kurulu üyeleri kadar farklı fikirler oluşur. Yönetim kurulundaki her üye kendi istediği sistemle okulu yönetmek ister. Biri Fransız sistemini savunur, bir başkası Alman sistemine saldırır, üçüncüsü İngiliz sistemini kurtarıcı sanır, dördüncüsü Türk sisteminden şaşmaz, beşincisi Avusturya sistemini savunur. Karışık fikirler neticesinde okul kapanır. Açılması için yönetim kurulunun lütfedip bir sistem üzerinde anlaşması beklenir. Okul açılır ve bir gün Alman, bir gün Fransız, bir sabah Türk, bir akşam İngiliz sistemiyle yönetilir. Böylece yönetimde anlaşma yapılır ve halk sevinçle birbirini kutlar: “Yaşasın, yönetim kurulunun sayın üyeleri, anlaştılar.”
Bu okulun düzensizliği, milletin kârına oldu. Şimdi İcadiye’de gururumuz Berberyan Okulu kuruldu.
Köyün sakinleri çok terbiyelidir, kalp kırmamak için her türlü fedakârlığa hazırdır.
Geçenlerde asilzadelerden biri baltayla okulun temelini yerinden çıkarır, bir başkası da birkaç adım öteden onu seyreder. Neden müdahale etmediğini sorduklarında şöyle cevap verir:
“Samimi dostumdur. Gidip iki söz söylemek isterim ama düşündüm ki dostluğumuz bozulur, bıraktım ki istediğini yapsın.”
Bir kısım var ki burada, aristokratlara alet olarak ancak sesleri çıkar. O da şarkı söylemek için.
Bir kısım tamamen ilgisizdir milli işlere, sahildeki kahvelerde tavla oynar veya nargile çekerler.
Diğer bir aristokrat kısmı da yalnız usit ve bezik oynayarak hizmet verir milletine.
Bu köyün Surp Takavor (Aziz Kral) adlı kilisesinde Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) gününd kutlamalar yapılır, adak yeridir. Adak adayanlardan iyi para toplanır. Bu Takavor’un da diğer krallar gibi epey geliri var ama muhasebecileri olmadığından bu geliri kullanmasını bilmez. Dindarların bağışladığı paralar iyi değerlendirilse mutlu bir Aziz Takavor olurdu ve okulu da refah içinde ilerlerdi.
Bu köydekiler genellikle milliyetçi duydulara sahip olmaktan utanır. Senin, eve su taşımaya utandığın gibi… Bir gün milliyetçi duygular taşımaya mecbur olsalar, şahsen bunu taşıyamayacak, arkalarındaki hizmetlilerine taşıtacaklardır.
Gene burada milliyetçi duygular taşıyan insanlar da var.
Muradyan ailesi şerefli bir sülale, yaptıkları işlerle ünlenmiş.
Mıgırdıç Efendi Muradyan 1868’de bir kız okulu açmış, ayda altı yüz- yedi yüz para harcayarak fakir kızların eğitimini sağlamıştır.
Kışın fakirlere bedava kömür dağıtır, fakir hastalara doktor gönderip ilaçlarını alır. Muradyan kardeşler annelerinin cenazesi için kiliseye 70 lira, vakıf için seksen altın, okulun inşaatı için yüz altın bağışladıkları için ayrıca iki yüz altın da okulun inşaatına vermiş.
Aynı zamanda burada yaşayan Sayın Serope Gülbenkyan, Apik Uncuyan, Şaşyan Boğos efendiler, komite üyelerinden üçü diğer arkadaşlarıyla gece gündüz çalışarak, tüm milletin gönlünde unutulmaz hatıralar bıraktılar. Gerçi bizim Azkayin Çoçer nam kitabımızdan beş tane bile almadılar. Böyle çalışan milletseverlerimiz varken kıtlık kırk yıl da sürse umursamayız.
Ahali genellikle zengindir ve bir zeytini dört parçaya ayırıp yerler, denir. Ekonomi bu derece ilerlemiş. Çok zenginler de bunu müsrüflik kabul edip tek zeytinle sofra kurarlar.
Birkaç zengin için güneş normalden üç saat sonra doğar, bazen de hiç doğmaz. Bu zenginler ikindiye kadar uyur, gece uyanır ve başlarlar kendi prafalarına.
Diğer mahallelere oranla rakı ve şarap tüketimi azdır. Genellikle konyak içilir.
Kadın kısmı konyak yerine dedikodu, susuz dedikodu satar. Birbirlerini yerin dibine sokar, yüz yüze geldiklerinde göğe çıkarırlar.
İşin yoksa gel, şu pencerenin önünde biraz durup dinleyelim.
“Madam Katig, Matmazel Ağavni’yi gördün mü?”
“Hayır, görmedim. Nasıl boyanmıştı o! Kafasını un torbasına sokmuş ne?”
“Her tarafı açık da bir elbise giymişti.”
“Belki kumaşı eksilmiştir.”
“Bari ayakları küçük olsa.”
“Bununla beraber şeytan cazibeli.”
“Güzelliği nerede onun… Yüzünü görmek istemem, şeytan görsün.”
İşte Matmazel Ağavni bu konuşmalar esnasında o evi kapısını çalıyor.
“Hoş geldin Matmazel Ağavni, neredesiniz? Şimdi Madam Katig’e sizden bahsediyorum. Bizi unuttu dedim.”
“Ben sizi unutur muyum? Her gün gelmek isterim, ama ev işleri… (Diğer tarafa dönüp) “Şeytan görsün…” (Yüksek sesle) “Seni her gün görsem doymam.”
“Teşekkür ederim.” (Diğer tarafa dönüp) “Deli olmalıyım sözlerine inanmaya.”
“Bu elbisenin modelini nereden aldın Ağavni?”
“Beğendin mi?”
“Çok beğendim Madam Ağavni, bir tane de ben dikeyim böyle.”
“Beğenilecek bir şey değil sanırım.”
“Ne diyorsun Madam Ağavni, çok düzgün. Madam Ağavni, kahve istemezsiniz, tatlı istemezsiniz, meyve istemezsiniz, yemek istemezsiniz. Şarap istemez misiniz? Sigara istemez misiniz? Rica ederim Madam Ağavni çekinmeden söyleyin.”
“Bir şey istemem, canınızın sağlığını isterim.”
“Bir tatlı buyurun.”
“Çok iyi… Alayın.”
“Sana bir şey soracağım ama doğru söyleyeceksin. Bir haftadır evimize kavga eksik değil. Madam Tereza’nın ön dişleri takma, değil mi?”
“Arkadakiler de takma.”
“Sağ ol. Ben söylüyorum da inanmıyorlar. Bir tatlı daha buyurun Madam Ağavni.”
“Hayır, teşekkür ederim.”
“Bir şey soracağım ama çekiniyorum.”
“Çekinmeyin.”
“Madam Marta’nın şişmanlığı doğal mı, yoksa pamuk mu tıkamıştır?”
“Madam Antaram’ın sözüne bakarsan pamuk, Madam Şuşan’a göre de yün tıkarmış.”
“Teşekkür ederim Matmazel Ağavni, bizi büyük bir dertten kurtardınız. Bilemezsiniz kaç gündür ne kadar rahatsızdım. Matmazel Ağavni’ye yemek getirin.”
“Matmazel Ağavni allahaısmarladık deyip çıkar. (Fısıldayarak) “Bunlar da hep başkalarını aşağılar.”
Seçkin kadınlar milli işlerle uğraşır, bir kısmı da Ermeni cemaati derneğinin bir kolunda çalışıp büyük işlere hazırlanırlar.
Moda bir çeşit hastalıktır burada. Güzel kadınlar dürbünle Marsilya’dan gelen gemileri seyreder. En son modayı önce kendileri bulsun diye…
Köyün eğlenceli yeri, denizin üstünde Moda burnudur. Oraya gidenler denize bakmaz, daha eğlenceli olduğundan güzel kadınlarla ilgilenirler.
Köyün ürünü birinci sınır hummadır. Fakirler hummanın üçüncü sınıfını alabilir, birinci sınıf zenginlere saklıdır, pahalı satılır.
Şaşılacak şey… Doktorlar bazen hasta gönderirler tebdil-i hava için.
Havanın durumu sefalet. Üsküdar müsaade etmez kuzey rüzgârının girmesine ve düzen getirmesine havaya.
Kaynak: Hagop Baronyan, İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti, Çev, Paris Hilda Teller Babek, 4. Baskı (İstanbul: Can Sanat Yayınları, 2015), 43., 44., 45., 46., 47., 48.