Tarihçi, akademisten ve yazar İlber Ortaylı’nın son kitabı “Bir Ömür Nasıl Yaşanır?”da tavsiye ettiği 24 kitabı sizler için derledik. İşte Ortaylı’nın önerdiği kitaplar…
Semerkant (Amin Maalouf)
“Titanic’te Rubaiyat! Doğu’nun çiçeği Batı’nın çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydim!” Amin Maalouf, “Afrikalı Leo”dan (YKY, 1993) sonra bu kez Doğu’ya, İran’a bakıyor. Ömer Hayyam’ın Rubaiyat’ının çevresinde dönen içiçe iki öykü… 1072 yılında, Hayyam’ın Semerkant’ında başlayan ve 1912’de Atlantik’te bit(mey)en bir serüven… Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran’ın tarihinin de okunuşunun öyküsü / tarihi…
Puslu Kıtalar Atlası (İhsan Oktay Anar)
Karanlığın, yılankavi sokakların, demkeşlerin, paranın hüküm sürdüğü Galata’nın, karın deşip boğaz kesen, husye burup göz çıkartan hikâyelerin, zagon üzerine öttürenlerin, bahtsızların, yolcuların, rüya görenlerin, maceracıların şehrindeyiz. Uzun İhsan Efendi’nin yedi iklimde, dört bucakta, yeraltında ve yerüstünde gezinen dünya atlasında… İhsan Oktay Anar’ın unutulmayan ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası, bu defa İlban Ertem’in masalsı çizgileriyle çizgi roman olarak karşımızda. Beş yıl süren, kolay anlatılamayacak bir emek, tutkuyla dolu bir sadakat, civa gibi bir sayfadan diğerine akıp giden ustalık… İlban Ertem, Türkçe edebiyatta eşi benzeri olmayan bir uyarlamayla magnum opus’unu gün yüzüne çıkarıyor. Oyunbaz ve zifiri… Büyük bir “resimli roman”.
Suyu Arayan Adam (Şevket Süreyya Aydemir)
Bu kitap, ilkokul öğretmeni olarak yetişmek üzereyken, Birinci Dünya Harbinde savaşa katılan ve sonra Büyük Turan’ı kurmak yolunda Kafkas, Hazer ülkelerine koşan bir Türk gencinin hikayesidir. Şimdi bu yeni baskısını sunduğumuz bu eserin yazarı Şevket Süreyya Aydemir; Rusya’da, Sovyet inkılabı cereyan ederken, aralarında Enver Paşanın da bulunduğu önemli şahsiyetlerle karşılaşmıştı. Yazar, Rusya’da tahsilini tamamlayarak memleketine dönmüş, hayatın acı ve tatlı çeşitli olaylarını yaşamıştır. Sonra devletin yüksek hizmet mevkilerinde çalışan Şevket Süreyya Aydemir’in hayat hikayesi, Orta Anadolu bozkırında bir “toprağa yöneliş”le biter.”Suyu Arayan Adam”da yüzyılımızın, Avrupa’dan Çin’e ve Himalayalara kadar uzanan çeşitli problemlerini de bulacaksınız.
İnce Memed (Yaşar Kemal)
Otuz iki yıllık bir zaman diliminde yazılan İnce Memed dörtlüsü düzene başkaldıran Memed’in ve insan ilişkileri, doğası ve renkleriyle Çukurova’nın öyküsüdür. Yaşar Kemal’in söyleyişiyle ‘içinde başkaldırma kurduysa doğmuş’ bir insanın, ‘mecbur adam’ın romanı.
Abdi Ağa’nın zulmüyle köyünü terk etmek zorunda kalan Memed, Ağa’nın yeğeniyle evlendirilmek üzere olan Hatçe’yi kaçırır. Abdi Ağa’yı yaralayan, yeğenini de öldüren Memed eşkıya Deli Durdu’ya katılır, ancak kıyıcılığına katlanamadığı Deli Durdu’dan iki arkadaşıyla birlikte ayrılır. Memed, sıradan bir köy çocuğuyken, zulmedenler için eşkıyaya, köylüler içinse bir kurtarıcıya dönüşür.
Timurlenk & Bozkırların Son Göçebe Fatihi (Beatrice Forbes Manz)
Avrasya’nın her köşesinde bir kasırga gibi esen Timurlenk, bozkır fatihlerinin sonuncusuydu. Dünya tarihinde ömrünün neredeyse tamamını seferlerde geçirmiş savaşçı-hükümdar karakteri için akla gelen ilk isimlerdendir. “Kuvveti sonsuz” olarak nitelendirilen ordularıyla 1382’den 1405’e kadar çok geniş toprakların tozunu dumana katmıştır. Delhi’den Moskova’ya, Orta Asya’dan Tanrı Dağları’na, Anadolu ve Toroslar üzerinden Avrasya’ya kadar yeni fetihler için karşısına çıkan güçleri hallaç pamuğu gibi oradan oraya savurmuştur. Şüphe yok ki birçok kadim şehri de yerle bir etmiş, bazılarını ise kudretinden esirgemiştir.
Uzun yıllar boyunca inşa ettiği Türk-Moğol kültürü, ölümünden sonra yerini Türk-İslam kültürüne bırakmış ve Osmanlılar, Safevîler, Babürlüler gibi büyük imparatorluklar için ilham kaynağı olmuştur. Timur’un (Aksak Timur, Timurlenk, Temür) destansı ismi tarihteki unutulmaz yerini almıştır.
Beatrice Forbes Manz, bu çalışmasında Timur’u bir göçebe hanedanın kurucusu ve çok yetenekli bir insan olarak ele alırken devlet kurma mekanizmaları, kabile politikalarının dinamikleri ve kişisel yönetimin doğası gibi daha geniş konuları da tartışmaya açıyor. Timur’un iktidara geldiği kabile konfederasyonu içindeki siyasi kültürü inceleyerek, Timur’un gevşek ve isyankâr bir yapıyı tek bir kişiye itaate dayalı disiplinli bir ordu haline nasıl getirdiğini araştırıyor.
Timur döneminin toplumsal-kültürel yapısı üzerine ciddi çalışmalar yapmış Beatrice Forbes Manz’ın akıcı bir üslupla kaleme aldığı TİMURLENK: Bozkırların Son Göçebe Fatihi adlı bu eserimizi, Zuhal Bilgin’in eşsiz çevirisiyle tarih tutkunlarının beğenisine sunuyoruz…
Yüzbaşının Kızı (Aleksandr Sergeyeviç Puşkin)
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin (1799-1837): 38 yıl süren hayatı komploya çok benzeyen bir düelloyla son bulduğunda Puşkin, şiiri kadar roman ve öyküleriyle de 19. yüzyılın öncü Rus klasikleri arasına girmeye hak kazanmıştı. Bu kitapta Yüzbaşının Kızı’ndan Byelkin Öyküleri ve Erzurum Yolculuğu’na Puşkin’in tüm öykü ve romanları zamandizinsel sıralamayla bir arada okura sunulmaktadır.
Ataol Behramoğlu (1942): Şiirimizin son 40 yılındaki en önemli toplumcu ozanlardan biri olmanın yanı sıra, Puşkin’den Çehov’a, Lermontov ve Turgenyev’den Çağdaş Rus Şiiri Antolojisi’ne çeviri edebiyatımızın da en yetkin adlarından biridir.
Savaş Günlükleri (1939-1943) (Kont Galeazzo Ciano)
Mussolini’nin damadı ve İtalya Dışişleri Bakanı olan Kont Galeazzo Ciano, 11 Ocak 1944’te, Yüksek Faşist Konsey’de Mussolini’nin görevden alınması lehine oy kullanan diğer kişilerle birlikte kurşuna dizildi. Sumner Welles’in hakkında, “Zamanımızın en kıymetli tarihi belgelerinden biri” dediği ve Ciano’nun İkinci Dünya Savaşı’nı biçimlendiren en önemli kişilerle yaptığı görüşmeleri ve düşüncelerini içeren günlüğü ise, Almanların ve Mussolini’nin aksi yöndeki çabalarına rağmen, karısı Edda tarafından Müttefiklere ulaştırıldı. Savaş Günlükleri, Nazi liderlerinin yargılandıkları Nürnberg Mahkemeleri’nde saldırı savaşı tasarlamak suçu isnat edilen eski Almanya Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop’un aleyhine delil olarak sunuldu. Kont, İtalya’yı kazanırsa dahi kaybedebi¬leceği bir savaşa sokmamak hususunda Mussolini’den daha öngörülü olduğunu kanıtlamıştı. Savaş Günlükleri’nin içerdiği bilgiler, İtalya’nın nere¬deyse kansız bir şekilde Arnavutluk’u ilhak edişini, Hırvatistan üzerindeki planlarını, ülkenin İkinci Dünya Savaşı’na ne kadar hazırlıksız bir şekilde girdiğini, Yunanistan’daki ve Kuzey Afrika’da yaşadığı felaket¬leri anlamak adına altın değeri taşımaktadır. Ciano’nun, Almanların bu ülkeyi istila etme planlarını Belçika’ya sızdırdığı ve Japon hükümetinin Pearl Harbor baskınından dört gün evvel Alman ve İtalyan hükümetlerini bilgilendirdiği gibi tarihi bilgiler de ilk kez bu vesikada ortaya çıkmıştır. Ayrıca günlükler, İtalya’nın Balkanlar’da Türkiye’yi dikkatle gözlemlemek suretiyle icra ettiği politikayla, Mussolini İtalyası’nın savaş öncesinde ve savaş sırasında Türkiye’ye karşı benimsediği tutuma dair mühim bilgiler içermektedir. Willi¬am Shirer gibi yazarların, döneme ilişkin kült kitaplarını kaleme alırken sıklıkla istifade ettikleri Savaş Günlükleri, sunduğu eşsiz bilgilerle okuyucuyu İkinci Dünya Savaşı’na dair birçok hususta aydınlatacağı gibi, ona siyasi tarihin en çalkantılı dönemlerinden birinde, amansız bir güç siyaseti ile iç içe geçen diplomasinin nasıl icra edildiğine ilişkin, izlerini günümüzde de bulabileceği mühim kesitler sunacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu (Halil İnalcık)
Osmanlı tarihi alanında dünyanın tartışmasız en büyük isimlerinden biri olan Halil İnalcık, 25 Temmuz 2016’da 100 yaşında vefat etti. Tıpkı hayattayken olduğu gibi vefatının ardından da çalışmaları ışık saçmaya, hocasından öğretmenine ufuk açmaya, yeni çalışmalar için cesaret ve ilham vermeye devam ediyor. İnalcık’ın bu gayretine bir katkı sunmak üzere; onun Osmanlı tarihinde topluma, ekonomiye, sultana ve siyasete dair yazdığı mühim araştırmaları, iki cilt hâlinde ve kutulu olarak sunmaktan mutluluk duyuyoruz.
Okuyucularımız ilk ciltte Osmanlı toplumunun aslî unsurlarından sipahileri ve köylüleri, İslâm arazi ve vergi sistemini, raiyyet rüsûmunu yeniden tanıyacak. 15. yüzyılda Rumeli topraklarındaki Hristiyan sipahileri ve menşelerini görecek. Fatih devrinden önceki tımar sistemini derinlemesine öğrenecek. Osmanlı’nın kuruluş ve inkişaf devrinden 15. yüzyıla kadar Türk topraklarındaki iktisadî vaziyeti görme imkânı bulacak. Yine bu yüzyılda, tarihimizin mühim şehirlerinden Bursa’nın sanayisine ve ticaretine dair vesikaları okuyacak. Hindistan ve İngiltere ile yaşanan pazar rekabeti, örfî-sultanî hukuk ile Fâtih’in kanûnları, Sened-i İttifak, Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu, Tanzimat’ın uygulanması ve sosyal tepkileri, batıdan kültür aktarımı gibi birbirinden kritik metinler, bu cildin diğer meseleleri.
İkinci cilt, uzun zamandır hararetle tartışılan Osmanlı tarihinde dönemler meselesiyle başlıyor. Hemen ardından İnalcık, “Âşıkpaşazâde tarihi nasıl okunmalı?” diye sorarak tarihyazımı konusunda yine büyük bir açığı kapatıyor. Sultan ve Siyaset başlığı altında Osman Gazi’nin İznik Kuşatması ve Bafeus Savaşı, Fatih Sultan Mehmed devri, Osmanlıların karar alma mekanizmaları, kazasker ruznamçe defterine göre kadılık kurumu, Osmanlı hukukunun İslâmlaşması, vergi toplama, Rum Ortodoks patriğinin statüsü gibi konular yer alıyor. Okuyucularımız bu cildin son bölümünde fethedilen Konstantinopolis şehrinin yeniden inşası, Galata’nın Osmanlı şehrine dönüşmesi ve Osmanlıların Karadeniz ve Boğazlar üzerindeki kontrolüne yönelik son derece doyurucu metinlerle karşılaşacaklar.
Kambur (Şule Gürbüz)
Benden, bana kayıtsız kalınması ile benden nefret edilmesi arasında bir seçim yapmam istense, tereddütsüz, nefreti seçerim – kayıtsız kalınacak bir yanım yoktur. Ve ben söylemek isterim ki, her şey ve herkese kayıtsızım. Değilmişim gibi davrandığım durumlar, yaşıyormuşum gibi yapma zorunluluğumdandır.
Bana sorulsa bir gün “Kamburunun düzelmesini mi istersin, yoksa tüm insanların kambur olmasını mı?” diye, herkesi kambur görmek olurdu dileğim. Yerden yüksekliğimin bu gülünç santimleri yüzünden, yaşama da ölüme de sizlerden daha yakınım. Daha sonraları yerimi yadırgamamak için, yükselme isteğini bir türlü anlayamam.
Zaten bir portakalın doğusu batısı olduğuna inananlardan değilim – dolayısıyla dünyanın da…
Bana renk bile sormayın – bir beyazdan ya da sarıdan ne anladığınızı bilmeden size yanıt veremem.
Vanya Dayı (Anton Pavloviç Çehov)
Kimsenin farkına varmadığı küçük, önemsiz kaygıları ve acılarıyla, bir başkasının mutluluğu uğruna katlandıkları büyük özverileriyle, yaşadıkları umutsuz aşklar ve hayal kırıklıklarıyla 19. yüzyıl Rusya’sında “küçük” insanların gündelik yaşamlarına büyüteç tutulan bu eserde ayrıca, her biri birer ömür törpüsü olan taşra kasabalarında heba olup giden nice güzelliklere ve yeteneklere dikkat çekiliyor.
Çehov tıpkı diğer oyunlarında olduğu gibi bu eserinde de döneminin gerçekçi yaşam biçimini ve aydın kesimin “lüzumsuz insan” kıskacında nasıl boğulup gittiğini çarpıcı karakterlerle gözler önüne seriyor.
Tarih Notları & Bir Orta Doğu Tarihçisinin Notları (Bernard Lewis)
Hiç kuşkusuz, Orta Doğu ve İslam tarihi konusunda yaşayan en önemli tarihçilerden biri Bernard Lewis’dir. Diğer tarihçilerden farklı olarak yaşadığı yüzyıla tanıklık etmekle kalmamış bizzat bu tarihin içerisinde bir aktör olarak da bulunmuştur. Bu açıdan otobiyografik çalışması Tarih Notları: Bir Orta Doğu Tarihçisinin Notları birinci düzey tarihsel bir belge niteliği taşımaktadır. İngiliz Gizli Servisi’ndeki görevi nedeniyle II. Dünya Savaş’ında ve ardından gönderildiği Orta Doğu’nun yeniden şekillenmesinde, Arap-İsrail Savaşı’nda, Afganistan’da, İran Devrimi’nde ve Irak’ın işgalinde tarihin bizzat aktörü olarak rol oynamıştır. Dolayısıyla bu kitap kişisel bir anlatı olmanın ötesinde tarihsel bir belge niteliği taşımaktadır. Örneğin Irak krizi ile ilgili şu anekdot yakın tarihimize ışık tutuyor:
“… konu kaçınılmaz olarak Irak’taki krize gelmişti. Turgut Özal ‘Birkaç ay önceki Washington ziyaretimi hatırlıyor musun?’ dedi. Birlikte öğlen yemeği yediğimiz için hatırlıyordum. ‘Başkanınız ile konuştum. İkircikli bir karaktere sahip; ama sanıyorum bu sefer kararını vermiş. Bir savaş çıkacak,’ dedi ve ekledi, ‘çıktığında da hızlı, ucuz ve kolay olacak.’ Bu şaşırtıcıydı. ‘Sizi böyle düşündüren nedir?’ diye sordum. Bunun üzerine gizemli bir Türk gülümsemesiyle, ‘Komşularımızda neler olup bittiğini bilmek isteriz.’ dedi. Diğer bir deyişle, iyi bir istihbaratları vardı. ‘Sana bir örnek vereyim.’ diye devam etti. ‘Hafta geçmiyor ki subaylar da dâhil olmak üzere pek çok Irak askeri, sınırımızı geçip sığınma talebinde bulunmasın. Savaş başlamadan önce subayların kaçtığı bir ordunun durumu iyi değildir.’ Katılmak durumundaydım. Sonra, ‘Savaş çıkarsa bizim yanımızda yer alır mısınız?’ diye sordum. ‘Tabii ki’ dedi.”
Modern Türkiye’nin Doğuşu ve Ortadoğu kitaplarıyla Türkiye’de çok iyi tanınan bu duayen tarihçinin Tarih Notları: Bir Orta Doğu Tarihçisinin Notları tarih yazımı açısından da önemli bir kitap. Onun tarih yazımı konusundaki düşünceleri ve deneyimleri bu alana ilgi duyan ve tarihçiliği bir meslek olarak seçen herkes için ufuk açıcı nitelik taşıyor.
Karamazov Kardeşler (Fyodor Mihaylovic Dostoyevski)
Dostoyevski, yaşamının son yıllarında başyapıtı Karamazov Kardeşler’i tamamladığında, Rus yazınında ‘felsefe düzeyinde roman-tragedya denen türün de temelini attığının bilincinde değildi. Dostoyevski’nin yaşam birikiminin tümünü ve sanat gücünün doruğunu içeren bu roman, gerçekte insanı insan yapan ne varsa, onlara adanmış bir destan niteliğini taşır. Yazar, hiçbir romanında “Karamazov Kardeşler”de olduğu denli insan ruhuna inmemiş, insanoğlunu bu denli kesitler biçiminde, içgüdülerinin ve istencinin tüm görünümüyle sergilenmiştir. Bir aileyi konu alan ve bir felaketler zinciri olarak gelişen olay örgüsü, bireysel öğelerin yanı sıra, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki Rus toplumunu da geçirdiği sarsıntıların tümüyle, dünya edebiyatında bir eşi daha bulunmayan bir sanat aynasından yansıtır.
Sultan Alp Arslan & Fethin Babası (Cihan Piyadeoğlu)
Cend’den Maveraünnehir’e, Harizm’den Horasan’a, İran’dan Anadolu’ya hakimiyetlerini doğu ile batı arasında birleştirmiş ilk devlet… Bu coğrafyada bizleri kalıcı kılan fikirlerin kaynağı, Anadolu’nun Türkleşmesinden cumhuriyetimizin kuruluşuna kadar gelen yolun başı: Selçuklular… Sadece 9 yıl tahtta kalmasına rağmen Türk tarihinde adı en fazla geçen hükümdar olan, babası Çağrı ve amcası Tuğrul Beylerle Anadolu’nun Müslümanlaşmasını sağlayan, özgür bir hükümdar olarak Fırat’ın batısına ilk defa geçmeyi başaran, 1071’de Malazgirt’te destan yazan, Türk tarihinin efsanesi Sultan Alp Arslan…Sultan Alp Arslan üzerine hem akademik ihtiyaçları karşılayacak hem de akıcı üslubuyla tarih severlerin merakını giderecek bu çalışmayla, geri planda kalmış Selçuklu tarihi ile Sultan Alp Arslan yeniden gün yüzüne çıkıyor.
Savaş ve Barış (Lev Nikolayeviç Tolstoy)
Savaş ve Barış, “klasik” dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Napoléon’un Rusya’yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800’lerin ortalarında Rusya’nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, kentlerde, köy ve kasabalarda, büyük çiftliklerde sürdürülen hayat, dönemin önde gelen kişilikleri, saray yaşamı, özellikle üst sınıf ustaca çiziliyor.
Tolstoy, birinci cildin önsözünde Savaş ve Barış’ı yazarken hissettiklerini, yaptığı zorlu çalışmaları ve romanın geçirdiği aşamaları anlatıyor. Bu metinler, özellikle bu dev romana yazarının gözünden, daha yakından bakma fırsatı verdiği için çok önemli.
Elinizdeki çeviri, Savaş ve Barış’ın, dönemin Maarif Vekâleti’nin Zeki Baştımar’a ısmarladığı, 1943-1949 yılları arasında yapılan eksiksiz çevirisi. Zeki Baştımar bu çeviriyi o sırada Bursa’da hapiste olan Nâzım Hikmet’le birlikte yaptığı halde, bilinen siyasi nedenlerle Nâzım’ın adı hiçbir zaman kitapta yer almadı. Bugün bu çeviri Baştımar ailesinin de isteği üzerine iki çevirmen adıyla yayımlanırken metne, günümüz için eskimiş ve anlaşılması güçleşmiş sözcüklerin yenileştirilmesi dışında dokunmamaya özen gösterildi; ilk baskılardaki Harb ve Sulh yerine, eserin yıllardır alışılmış yeni adı Savaş ve Barış tercih edildi.
Devlet-i Aliyye (Halil İnalcık)
Devlet-i ‘Aliyye’nin birinci cildi Osmanlı Devleti’nin bir beylikten Balkanlar ve Ortadoğu’ya hükmeden güçlü bir imparatorluğu dönüşümünü konu alır. İkinci cilt ise padişah otoritesinin zayıfladığı ve yok olduğu 17. Yüzyılın ilk yarısındaki iktidar mücadelesini inceler ve Köprülü Mehmed Paşa’nın mutlak bir otoriteyle veziriazamlığa gelmesiyle sonlanır. Devlet-i ‘Aliyye’nin üçüncü cildi, merkezi devlet otoritesinin yeniden kurulduğu Köprülüler dönemini mercek altına alıyor. Bir yandan bu dönemde yaşanan mâli krizi Avrupa’da yaşanan Fiyat Devrimi ile ilişkili olarak değerlendirirken, diğer yandan da Orta-Avrupa’da Habsburglarla süren uzun iktidar mücadelesini ayrıntılarıyla ele alıyor. Bu büyük meselenin yanı sıra Venedik’le Akdeniz ve Ege’de, Fransa’yla Cezayir’de süren ihtilafları da inceliyor. Mali ve siyasi bunalıma karşı çözüm arayışları ve bu çerçevede yazılan ıslahat layihalarını mercek altına alıyor.
Bu cilt, hem Macaristan’daki bir buçuk yüzyıllık Osmanlı hâkimiyetinin sonunu hızlandıran, hem bu yöredeki en önemli müttefik olan Kırım Hanlığı’yla ilişkilerin kaderini belirleyerek Rusya’nın yeni bir güç olarak bölgede ortaya çıkışının ilk belirtilerinin görülmesine yol açan İkinci Viyana Seferi’yle sonlanıyor.
Hafız Divanı (Hafız-ı Şirazi)
Hafız-ı Şirazî: XIV. yüzyılda İran’da yaşamıştır.
Yaşamı hakkında günümüze ulaşan bilgilerin kesinliği de tartışmalıdır. Hafız, İran şiirine çığır açacak ölçüde önemli yenilikler getirmiştir. Şiirlerinde hayatı, dünya nimetlerini ve gündelik olaylardan kaynaklanan duyguları konu olarak işlemiştir. Meyhane, şarap, saki, dilber, gül gibi sözcükleri birer mazmun olmaktan çok gerçek anlamlarıyla kullanmıştır. Gazel dilinin kurucusu olan Hafız-ı Şirazî, sadece beyit bütünlüğü gözetilen şiirde konu bütünlüğünü gözeten ilk şairlerdendir. Şiirleri sanat çevrelerinde beğenildiği kadar halk tarafından da benimsenmiş, dîvânı halk arasında gönül ilişkileri ve talih konusunda başvurulan bir falname olarak kullanılmıştır.
Yeniçeriler (Reşad Ekrem Koçu)
Reşad Ekrem, Yeniçeri Ocağı’nı, kuruluşundan “şehir eşkıyası”na dönüp kaldırılışına kadar, bütün tarihi içinde ele alıyor. Reşad Ekrem’in dilinde tarih gerçek hayattan daha canlı, daha güzel, daha büyülü… Osman Gazi’den Sultan Vahideddin’e yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu’na hükmeden anlı şanlı padişahlar… Savaş meydanlarında, sefer yollarında, sarayda, kılıçla, zehirle, cellat eliyle biten saltanat hikâyeleri…
Reşad Ekrem Koçu Osmanlı Padişahları’nda tüm ihtişamları ve zaaflarıyla Osmanlı sultanlarını ete kemiğe büründürürken kısa bir imparatorluk tarihini de renkli üslubuyla okurlara sunuyor.
Yavuz Sultan Selim (Feridun M. Emecen)
Kimdir Yavuz Sultan Selim? Kimine göre atının üzerinde peygamberin izini süren bir veli, kimine göre hasımlarını savaş meydanında perişan eden askerî bir deha, kimine göreyse zalim bir sultan… Tarih sahnesinden pek çok hükümdar geçmiştir, fakat çok azı Yavuz Sultan Selim kadar tartışılmıştır.
İlginç kişiliği ve kısa vadede kazandığı olağanüstü başarılarıyla I. Selim’in Osmanlı tarihinin en sıra dışı karakterlerinden biri olduğu kesindir. Hakkında hem popüler tarihçilik alanında hem de akademik sahada hatırı sayılır bir yazınsal birikim oluşmuş, hatta dönemindeki kimi olaylara odaklanan özel çalışmalar yapılmıştır. Ancak bu birikim Yavuz Sultan Selim hakkındaki sis perdesini kaldırmak şöyle dursun, onu daha da gizemli kılmıştır.
Hakkında anlatılan hikâyelerle gerçekler iç içe geçmiş, hangisinin gerçek Yavuz Sultan Selim olduğu ayırt edilemez hâle gelmiştir.
Bunca bilgi kirliliği içinde, Yavuz Sultan Selim’i tanımaya nereden başlamalıyız? Feridun M. Emecen’in özenli çalışması, tam olarak bu sorunun cevabını veriyor. Doğrudan arşiv belgelerine ve çağdaş kaynaklara yaslanan Yavuz Sultan Selim, ilk Osmanlı halifesinin siyasi hayatını biyografik bir bağlamda titizlikle inceliyor. Emecen, bu incelemeyi yaparken saf bir nakilcilikten uzak duruyor. Olayları “kişi, muhit, çevre” üçgeninde inceliyor, hayranlık yerine ampirik verileri esas alıyor ve analitik çözümlemelere başvuruyor. Bilimsellikten taviz vermezken, aynı zamanda Yavuz Sultan Selim’in hayat hikâyesini edebî bir üslupla aktarmayı başarıyor
İslam Uygarlıkları Tarihi (Corci Zeydan)
Lübnanlı Ortodoks bir aileden gelen Corcî Zeydân 19. yüzyılın en önemli İslâm tarihi, dil ve kültürü araştırmacılarından biriydi, İngilizce, Latince, Fransızca, Almanca, İbranice ve Süryanice dillerini öğrenen Zeydân, tarihin dışında Arap dili ve edebiyatı konusunda da birçok eser verdi, İslâm tarihinin, ağırlıklı olarak da Osmanlı öncesi dönemin ele alındığı bu ünlü eserinde Corcî Zeydân, İslâm uygarlığı ve Arap halkları konusunda hayli zengin bir kaynak sunuyor. Günümüzde klasik bir İslâm uygarlığı tarihi olarak kabul edilen bu kitap, Batı dillerinin yanında, Farsça ve Urduca’ya da çevrildi. Oxford Üniversitesi’nden Türkiye’deki ilahiyat fakültelerine kadar, birçok üniversitede bir asra yakın süredir ders kitabı olarak okutulmaktadır.
Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlilerinden Yard. Doç. Dr. Necdet Gök’ün günümüz Türkçesi’ne çevirdiği, dipnotlarla genişletip yayına hazırladığı orijinali beş ciltten oluşan bu eşsiz eseri, iki cilt halinde yayımlayacağız.
“Dr. Nejdet Gök tarafından dipnotlar ve bir girişle zenginleştirilerek dilimize kazandırılan bu önemli kitaba Türk okurlarının büyük ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Özellikle Arap dünyasında standart bir kitap olarak kabul edilen bu klasik eserin yayımı, önemli bir kültür hizmeti olmanın yanında; Türk bilim çevresinde büyük bir boşluğu dolduracak, islâm tarihi ve uygarlığı ile ilgili çalışmalara da bir zenginlik kazandıracaktır
Milli Mücadele Başlarken (M. Tayyib Gökbilgin)
30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Mütarekesi, ülke çapında son derece büyük tepkiler yaratmıştı. Siyasi gerilimin her geçen gün artmasıyla birlikte bir taraftan işgal kuvvetleri önlerine çıkan her fırsatı değerlendirirken diğer taraftan da İstanbul hükümeti kritik hatalar yapmış, gerekli stratejik ve politik önlemleri alamamış, başarılı hamleler yapamamış, böylece yakın tarihimizin en çalkantılı dönemi de başlamıştı.
Prof. Dr. M. Tayyib Gökbilgin’in alanında öncü çalışması Milli Mücadele Başlarken, hem o günlere şahitlik etmesi hem de yazarının yaklaşımları itibariyle dönemi anlatan en iyi kaynaklar arasında gösterilmiştir. Uzun bir zamandır baskısı bulunmayan bu kaynak kitabın yeniden, tıpkıbasım formunda ve tek cilt hâlinde tarih meraklılarına sunulması, ülkemizin yakın tarihini öğrenmek ve öğretmek açısından da oldukça kritik bir öneme sahiptir.
Mondros Mütarekesi’nden Sivas Kongresi’ne dek uzanan ve Milli Mücadele’nin başlangıç dönemini adım adım izleyen ilk ciltte okuyucular mütareke devrinin buhranlı, sayısız facialar ve felaketler dolu tarihini, işgaller karşısında Tevfik Paşa Hükümeti’nin düştüğü durumu, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin faaliyetlerini, Amasya Tamimi’yle birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele’nin başına geçmesini ve Erzurum Kongresi’nin tesirlerini eşsiz bir üslupla okuyacaklar.
Sivas Kongresi’nden Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına kadar olan ikinci ciltte ise okurlar Milli Mücadele yolundaki kongreleri, anlaşmaları, Ali Rıza Paşa hükümetini, Kuvay-ı Milliye meselesini, son Osmanlı Mebusan Meclisi’ni, İstanbul’un işgalini ve Ankara’daki hareketli günleri tüm detaylarıyla öğrenecekler.
Milli Mücadele Başlarken, tarih boyunca büyük çapta mücadeleler vermiş ve sayısız savaşlar yapmış bir milletin en karanlık günlerine ışık tutuyor, apaçık bir bağımsızlığa giden o cesur ve fedakâr yolculuğunu eşsiz bir üslupla anlatıyor…
Madam Bovary (Gustave Flaubert)
Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını ve iç dünyasını oldukça şeffaf bir şekilde ele alırken, dönemin kadın erkek ilişkilerine de ayna tutan bir başyapıt.
Vasat bir doktorla evlendikten sonra boğucu taşra yaşamı içinde sıkışıp kalan genç ve güzel Madam Bovary, mutsuzluğu bir kader olarak kabul etmeye razı olmaz. Büyük hayalleri, hayattan büyük beklentileri vardır; okuduğu romanlardaki tutkunun ve romantik fantezilerin özlemiyle yaşar ve aradığı ideal aşkı bulmak için çıktığı yolda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz.
Madam Bovary’nin bu mücadelesini ve sürüklendiği çıkmazı anlatan roman, tutkulu bir hikâyenin gerisinde evlilik, cinsellik ve zenginlik kavramlarını sorguluyor. 1857’de ilk kez yayımlandığında büyük yankı uyandıran, toplumun din ve ahlak anlayışını sarstığı gerekçesiyle yasaklanmaya çalışılan Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransası’nın ahlak anlayışına ve burjuva değerlerine karşı güçlü bir eleştiridir.
Kral Lear (William Shakespeare)
William Shakespeare (1564-1616): Oyunları ve şiirlerinde insanlık durumlarını dile getiriş gücüyle yaklaşık 400 yıldır bütün dünya okur ve seyircilerini etkilemeyi sürdüren efsanevi yazar, Kral Lear’de yozlaşan dünyanın çaresi olmayan çöküşünü ele alır.
Bu oyunun kurgusu, karakterleri, felsefeli konuşmaları, evrenselliği ve zaman aşımına uğramayacak insani boyutuyla ortaya çıkan görünüm, Shakespeare’in hiçbir tragedyasında görülmeyen ölçüye ulaşır. Bu tragedyanın yapısına iyice kaynaşmış olan grotesk özellikler, tragedya-komedya ikilemi, Kral Lear’in kendine özgü niteliklerinin başında yer alır.
Batı-Doğu Divanı (Johann Wolfgang Goethe)
“Batı-Doğu Divanı”, Goethe’nin, hazırlıklarına 1814’de İranlı şair Hâfız’ın “Divanı”nı Hammer çevirisinden okumasıyla başlamış sayılmaktadır. Bu çeviriyle önünde açılan Müslüman Şark dünyasını Batı’nın orientalistik (Şarkiyat) araştırmalarıyla temellendirmiştir. Öte yandan Alman edebiyat dünyası da başta Herder olmak üzere kendisini dünya insanlık tarihine açılmak gibi bir ufuk genişletmesine hazırlamıştı.
Hâfız divanının Goethe’de uyandırdığı Şark’a açılma hevesi, o sıralarda kendisi için bıktırıcı, sıkıcı bir ruh atmosferi yaratan Fransız-Alman çekişmesinden kaynaklanmıştır. Söz konusu eser bir anlamda bir “kaçış”tır. Sebep olan savaş havası da Goethe’nin denge ve huzur arayan tabiatına terstir çünkü. Eser, Goethe’nin Hâfız divanından kaynaklı Şark ve İslam algılayışını dile getirmesinin yanı sıra Avrupa kültürünün temelleri olarak bilinen Antik Roma-Yunan mitolojisinden yansımalar da kendini arada bir hissettirir. Eserin başlığında ve Doğu kelimesinin önünde Batı’nın yer alması bence her şeye rağmen önemsenecek bir özelliktir.
Divan (Fuzuli)
İğne gibi geçtim gerçi dünyânın vârından yoğundan
Henüz zülüf teliyle dünyâ bağı gelir ardımdan